COLETTE : Kusurlu Bir Dönem Filmi

Son zamanlarda, daha doğrusu uzun bir süredir, beyazperdenin biyografik / tarihsel hikayelerden beslendiği aşikâr. Bugün (12 Temmuz 2019) vizyona giren 2018 yapımı Colette de bu anlatı kuşağına dahil oldu diyebiliriz. Fransız yazın dünyasıyla yakından ilgilenenler için iyi bir değerlendirme altyapısına sahip olan film, Fransız edebiyatını takip etmeyen hatta biyografik bir kişilik olarak Colette’i tanımayanlar için bile temiz ve düzenli bir anlatı iskeleti sunuyor. Colette gibi tarihsel nüansları olan filmler didaktik bir altyapıya sahip olmaları nedeniyle, bıraktıkları izlenim açısından faydalı yapımlardır çünkü sizi birkaç saatliğine, oturduğunuz koltuktan o dönemin atmosferine kolayca götürebilme gücüne sahiptir.

Colette tarihsel olarak güçlü bir karakteri temsil eder; kadın olması nedeniyle de döneminin ve hatta kendi döneminin ötesindeki kadınlara da örnek oluşturur. Ayrıca şunu da eklemekte fayda var ki dönem filmlerinin her zaman aranan yüzü olmayı başarmış olan, Colette’e de hayat veren Keira Knightley, oynadığı karaktere ciddi anlamda renk katıyor. Colette’in yaşamış olduğu dolu dizgin hayatı olabilecek en üst seviyede gösteriyor.

Film aslında içinde bulunduğumuz andan, yaşadığımız monotonluktan bir süreliğine kopup 20. yüzyılın başlarına uğramak isteyenler için iyi bir şans. Her ne kadar film, kadınların toplumsal yerine dair önemli bir değişime ön ayak olmuş tarihsel bir kişilik hakkında olsa da yazar Colette’in hayatıyla ilgili ayrıntılı bilgiler vererek yazımıza devam etmemeyi tercih ediyoruz. Film bile başlı başına zaten bilinen bir karakteri anlatırken tarihsel açıdan da filmin anlatısı üzerinden bir daha özet geçmek yersiz olacaktır. Ancak olumlu ve olumsuz yanlardan bahsetmek gerekir; bu yüzden elbette bazı temel noktalara değineceğiz.

Filmde Colette’in eşi olan, Dominic West tarafından canlandırılan Willy takma adlı Henry Gauthier – Villars, filme göre ataerkil bir yapıyı temsil ederken Colette ise yaptıklarıyla o ataerkil yapıya kıvrımlar kazandırıyor. Her ne kadar Willy böyle bir kompozisyonda çizilse de – tartışmaya açık bir konu tabii – onun Colette’in üzerine gitmesi, Colette’i sürekli yazınsal olana teşvik etmesi, bir anlamda Colette’in doğumuna olanak vermiştir.

Biyografi filmleri genel hatları itibariyle doğası değiştirilemeyen gerçeklere ışık tutmaya çalışır; yani kurgu içinde hikâyeyi tamamen bozmak yerine hikâyeyi kurguda gezdirirler. Bu anlamda film Colette’e dair herhangi bir günlük veya yazışmalardan alıntılanmadığı için filmdeki anlatının tamamına kendimizi kaptırmak güç. Biyografi filmlerinin her zaman bu anlamda eleştiriye açık kapıları olmuştur.

Bu durumda Willy’yi ataerkil olanı temsil eden kötü karakter, Colette’i ise ezilmiş kadınların temsili, iyi karakter olarak değerlendirmek zor; ancak filmin anlatımındaki genel durum itibariyle, ayrıca vermeye çalıştığı mesaj doğrultusunda da Willy’yi kötüleyen, Colette yanlısı bir film olduğu çok açık. Tabii ki, “Eh, film Colette’i anlatıyor!” diyebilirsiniz. Ancak bu belirttiklerimizi takiben filmin sonunda Colette’in ağzından ifade edilmiş olan “Aslında çok iyi bir hayat yaşamışım” şeklindeki dışavurumu da filmin durduğu nokta ile bir çelişki oluşturuyor.

Geçtiğimiz Sundance Film Festivali’nde olumlu geri dönüşler alsa da film, Fransa’da geçen bir dönemi anlatma yolunda klişeleri tercih etmiştir; kırsal alanlar, yemyeşil bahçeler, Fransızca yazılmış mektup ve notlar, Fransız bulldog kullanımı… Hele ki Colette’in oynadığı bir gösteri afişinin üzerinde Fransızca olarak “annulé” yani gösteriye dair “iptal edildi” ifadesi filmin anlatım ve aktarım bakımından en başarısız ve klişe kokan yanlarından biri diyebiliriz.

Tek bir Fransızca kelimenin, sohbetin geçmediği, güya Fransa’da geçen bu yerde bu ülkeye dair yapılan bu tip göndermeler sanki sırf yapılmak için yapılmış havası veriyor. Elbette Fransız bir karaktere Amerikalı, Japon ya da Alman oyuncular hayat verebilir, vermelidirler de, veya Fransız yazın dünyasını anlatan bir film Türkiye yapımı olabilir (keşke yapılsa) ancak Colette sırf Fransız bir kişilik diye filmin sağına soluna (mecburen) serpiştirilen bu tür belli başlı ipuçlarına da hiç gerek yok kanımca. Filmin dekoru ve kıyafetleri, içinde bulunduğu dönemi yaşattırmaya çalışması bakımından takdire şayan. Soundtrack albümüne gelecek olursak gerçek anlamda çeşitlilik gösterdiğini söyleyebiliriz; modern klasik tınılardan Antik Mısır ezgilerine kadar…

 Netice itibariyle yaklaşık iki saat boyunca entelektüel bir dünyanın izinden giderek oraya misafir olmak istiyor; bir anlığına bile olsa bir dönemin içinde “bir başka kendinizi” bulmak arzusundaysanız o zaman Colette’i denemenizi tavsiye ederiz. Yönetmen ve senarist Wash Westmoreland, “salt anlamda izlenilesi” bir biyografik-tarihsel film ortaya koymuş.

Burcu Meltem Tohum

COLETTE : Kusurlu Bir Dönem Filmi” için 2 yorum

  1. mesele asla yazmak değil. Mesele, eleştiri gözlüğünü takıp, bu denli ayrıntı içerebilen çok yönlü bir değerlendirme yapabilecek birikimi oluşturabilmek…Bravo ! takip etmekten keyif alacağım.

Bir Cevap Yazın