ÇÖL ADAMI SIMON (Buñuel) – 18 Metrelik Sütun Tepesinde Sınanan İnanç

Luis Buñuel’in Simon del Desierto [Çöl Adamı Simon] (1965) adlı orta metraj (43 dk.) filminin konusu Hristiyan sütun keşişlerinin en ünlülerinden biri olan ve asketik yaşam tarzını benimseyen Simon Stylites’tir. Bu yüzden filmin değerlendirmesine geçmeden önce Simon Stylites’in yaşamı hakkında bilgi vermek yerinde olacaktır. Roma İmparatoru I. Constantinus’un Hristiyanlığı meşru bir din sayması, zamanla Hristiyanlar üzerindeki baskı ve zulmü ortadan kaldırır. Böylece Hristiyanlık için önemli olan şehitlik olgusu yerini asketik yaşam olgusuna bırakmaya başlar. Hristiyan şehitlerin yerini alan mistikler, kendilerini onların devamı olarak görürler. Hristiyanlar arasında asketik yaşama ilgiyi arttıran bir diğer unsur batıni yorum geleneğidir. Ayrıca Hristiyanlıktaki gnostik eğilimler ve kurtuluş için maddi dünyadan vazgeçilmesini salık veren öğretiler de, Hristiyanlık içinde asketik yaşam tarzına dayanan birçok mistik hareketin ortaya çıkmasına zemin hazırlar (Aykıt, 2012, s. 82).

Claudio Brook

Bu mistik hareketlerin temsilcilerinden birisi de, yukarıda da bahsettiğimiz gibi, Simon Stylites’tir. Ms. 380’lerde Sisan’da dünyaya gelen Simon hakkındaki bilgilere üç kaynaktan ulaşılabilmektedir. Bunlar Theodoret’in Historia Religiosa, Antonius’un The Life and Daily Mode of Living of Blessed adlı eserleri ve yazarı belli olmayan Süryanice bir biyografidir ki söz konusu biyografinin ismi de The Life of St. Simeon Stylites’tir. Theodoret’in anlattığına göre fakir bir ailenin çocuğu olan ve çobanlık yapan Simon, ailesiyle birlikte kiliseye gittiği bir gün kilisede okunan metinlerden etkilenerek Tanrı’ya kendisini kâmil bir dindar haline getirmesi için dua eder. Duası kabul edilen Simon gördüğü bir rüya sonucu ermiş mertebesine yükselir. Antonius’a göre Simon kiliseye gittiği günlerden birinde ruhun kontrol edilmesi hakkında bir metin dinler. Bu metnin ne anlama geldiğini kilisedeki yaşlı bir adamdan öğrenen Simon yedi gün oruç tutarak Tanrı’ya dua eder ve yedinci günün sonunda bir manastıra giderek kendini buraya kabul ettirir.

Süryanice biyografiye göre ise Simon çalıları yakarak Tanrı’ya sunularda bulunsa da dinî konularda bilgisizdir. Kiliseye gittiği bir gün okunan metinden etkilenen Simon, sunusunu bu sefer Göklerde olan Tanrı’ya adar. Birkaç gün sonra bir melek Simon’a görünür ve ona taşlardan bir sütun inşa edeceğini, bu sütunun Tanrı’ya bir sunak olacağını söyler (s. 83-86). Simon’un neden bir sütunun üstüne çıktığı ise bilinmemektedir. Kimi varsayımlara göre insanlardan uzaklaşmak için, kimi varsayımlara göre ise Elijah ve Hz. Musa’dan ilham aldığı için sütun üzerinde ibadete başlamıştır. İlk başlarda 1 metre 80 santim olan sütun Simon’un isteğiyle kademeli olarak 18 metreye kadar yükseltilir (s. 90-91). Yaklaşık kırk yıl bu sütunun üzerinde yaşayan Simon 460’lı yıllarda hayatını kaybeder (s. 96).

Luis Buñuel, tarihi bir şahsiyet olan Simon’un öyküsünü mizahi ve gerçeküstü ögelerden yararlanarak yeniden işler. Filmde Simon bir aziz değil, içine düştüğü çelişkiler ile boğuşan sıradan bir insandır. Her ne kadar hırsızlık sebebiyle elleri kesilmiş olan bir adama ellerini geri verse de bu bir mucize olarak adlandırılamaz çünkü bu “mucize olmayan mucize” insanlarda hiçbir şekilde şaşkınlık uyandırmaz. Simon’un bu gösterisini herkes olağan bir durummuş gibi karşılar. Öyle ki ellerini geri kazanan adam Simon’a teşekkür bile etmeden bahçesini çapalamak için oradan uzaklaşır. Simon mucize olmayan mucizeler gösteren, kendi iç çatışmalarıyla meşgul olan, kendisinin bir parçası olan şeytanla mücadele etmeye çalışan bir insandan başka bir şey değildir filmde. Simon o denli insandır ki sonunda kibre meyleder. Sütunun üzerinde, herkesten yüksekte olan Simon’un önünde eğilen insanlar onun gururunu okşar, öyle ki Simon en sonunda kara sineği bile kutsamaya başlar.

Gururu ve imanı arasında sıkışıp kalan Simon’un filmdeki öyküsü şöyle özetlenebilir: Simon 6 yıl, 6 ay, 6 haftadır bir sütunun üzerinde yaşamaktadır. Hristiyanlıkta 666 sayısının şeytanın simgesi olduğu bilinmektedir. Bu durumda şeytan çoktan Simon’a musallat olmuştur -ya da Simon kendisine mi demeli?-. Simon’a yeni bir sütun hediye edilir ve bir törenle Simon yeni sütununa geçer. Bu esnada annesi Simon’a ölünceye kadar yanında kalmak istediğini söylese de Simon bunu kabul etmez fakat keşişlerin ısrarı sonucu sütunun yanında durmasına izin verir. Bu sahne aslında çarmıha gerilen Hz. İsa ile Meryem Ana arasındaki ilişkinin yeniden canlandırılmasıdır. Meryem gibi Simon’un annesi de oğlunu yalnızca uzaktan seyredebilir. Simon yeni sütununda bir süre yaşadıktan sonra çelişki içine düşmeye başlar. Açlığını ve susuzluğunu hatırlayan Simon aşağı inip toprağı hissetmenin ve koşmanın ne denli cezbedici olduğunu fark eder. Hayalinde annesi ile birlikte koşmakta olan Simon annesinin dizine yatarak onunla sohbet eder. Neden bu kadar gururlu olduğunu soran annesine, özgürlüğü ya da köleliği ile gurur duyduğunu söyler.

Silvia Pinal

Şeytan bir gün Simon’u genç bir kız kılığında ziyaret eder. Ona bacaklarını ve göğüslerini gösterir. Simon bu genç kızın şeytan olduğunu anlayıp Hz. İsa’nın ismini anar ve genç kız elinde süpürgesiyle yaşlı bir cadıya dönüşerek oradan ayrılır, fakat geri geleceğini söyler. Keşişlerin Simon’u ziyaret ettiği günlerin birinde keşişlerden biri, Simon’un çantasından ekmek, şarap ve peynir çıkartıp Simon’u yalancılıkla suçlar. Suçlunun kim olduğunu göstermesi için Tanrı’ya dua edilir ve keşişin içine şeytan girdiği anlaşılır. Simon şeytanı keşişin bedeninden kovar. Şeytan ise, Simon Hz. İsa’yı kötüleyene kadar durmayacağını söyler. Simon’un Tanrı’yı beklediği bir gün yanına Tanrı kılığına girmiş şeytan gelir. Ona seçilmiş oğlu olduğunu, onun için ağladığını, feda ettiklerine üzüldüğünü, aşağıya inip dünyevi zevkleri tatması gerektiğini söyler. Bunun üzerine Simon onun Tanrı değil şeytan olduğunu anlar. Şeytan, eğer tövbe ederse yeniden Tanrı’nın yanında yer alıp alamayacağını sorar. Simon bunun imkânsız olduğunu söyler. O halde bağışlanamayacak olan bağışlanmayacaksa ve yalnızca bağışlanabilir olan bağışlanacaksa o zaman bir bağışlamadan söz edilemez. Bu yüzden şeytan, olduğu kişi olmaktan mutluluk duyduğunu söyler çünkü varoluşunu kendi tercihleriyle kendisi belirlemiştir. Simon ise her şeyi Tanrı’ya ve şeytana bırakmıştır.

Bu halde Simon’un bir varoluşu olduğu söylenemez. Tüm iyilikleri Tanrı’ya, tüm kötülükleri ise şeytana vakfeden Simon ne kadar çabalasa da hakikate erişemeyecektir. İbni Arabi’nin söylediği gibi “Günahla irtibatını kesen, kemale eremez”. Simon kendisini şeytana teslim ettiği için Tanrı’dan af diler ve tek ayak üzerinde durmaya başlar. Şeytanın son ziyareti bir tabut içinde gerçekleşir. Şeytan tabuttan genç bir kadın olarak çıkar ve Simon’a onu götürmeye geldiğini, aslında aralarında hiçbir fark olmadığını söyler. Şeytan kötülük arketipinin bir sembolüdür. Simon içindeki kötülüğü sürekli bastırmaya çalışır fakat kötülük bastırılanın geri dönüşü olarak şeytan kılığında her seferinde geri gelir. O halde şeytan Simon’dan başkası değildir. Sonunda gökyüzünde görülen bir uçakla birlikte Simon ve şeytan New York’ta bir bara giderler. Artık Tanrı da şeytan da ortadan kalkmış, yerini kapitalizme ve onun kültürüne bırakmıştır. Simon da Tanrı’yı ve şeytanı çoktan unutmuştur. Şeytanın “Ne düşünüyorsun?” sorusuna “Hiçbir şey” diye cevap verir.

Jesús Fernández

Filmde çöl, anne arketipinin bir simgesi olarak okunabilir. Eski Yunancadaki arkhe (ilk) ve typos (model) kelimelerinin birleşmesiyle elde edilen bir kavram olan arketip ilk imge, ilk model gibi anlamlara gelir (Herbeck, 2017, s. 214). Bu kavramı psikoloji, edebiyat, antropoloji gibi alanlarda önemli kılan ise Sigmund Freud‘un öğrencisi olarak nitelendirilebilecek İsviçreli psikiyatrist Carl Gustav Jung’un çalışmaları olmuştur. Jung, Freud’un bilinçaltı üzerine yaptığı çalışmalardan etkilenmekle birlikte zamanla Freud’un bütünlüklü bir bilinçaltını temel alan görüşlerinden ayrılır. Freud’a göre insanın kişiliğinin -yani psyche’nin- iki yönü vardır. Bunlardan ilki bireyin görünürde olan bilinci, diğeri ise kişinin farkında olmadığı fakat her zaman orada duran, bireyin bastırdığı cinsellik, saldırganlık gibi dürtüleri içeren bilinçaltıdır (Aktaş, Özdemir, Tınkır, 2015, s. 5). Jung, Freud’dan farklı olarak bilinçaltının bütünlüklü bir yapısı olduğunu reddeder.

Jung’a göre de pysche; bilinç ve bilinçaltından oluşsa da bilinçaltı bütünlüklü bir yapıya sahip değildir. Böylece Jung, bilinçaltını bireysel ve kolektif bilinçaltı olmak üzere ikiye ayırır. Bireysel bilinçaltı kişinin kendine özgü deneyimlerinden oluşurken, kolektif bilinçaltı insanoğlunun ortak deneyimlerinin bir bütünüdür. Jung’un deyimiyle “(…) [V]ücut bulması uzun yıllar alan dünyanın bir imgesidir. Bu imgede, arketipler (…) zaman içinde billurlaşmışlardır” (Jung, 2006, s. 169). Yani arketipler kolektif bilinçaltı ile aktarılan, insanoğlunun ortak duyuş, düşünüş ve davranış kalıpları, kolektif bilinçaltı ise “insanoğlunun ortak hafızasıdır” (Yavuzer, 2018, s. 134). Jung arketiplerin kaynağına dair şunları söyler: “Bana öyle geliyor ki [aketiplerin] kaynağı insanlığın sürekli tekrarlanan yaşantılarının birikimi[dir]” (Jung, 2006, s. 147). Jung’un ortaya koyduğu arketiplerden biri olan anne arketipinin birçok simgesi vardır. Bu simgeler iyi veya kötü anlam taşıyabilirler. Jung anne arketipinin bazı simgelerini şöyle açıklar:

Her arketip gibi anne arketipinin de sayısız tezahürü vardır. Ben burada daha tipik bazı biçimleri anmakla yetineceğim: Kişisel anne ve büyükanne; üvey anne ve kayınvalide, ilişki içinde olunan herhangi bir kadın, örneğin sütanne ya da dadı, ata ve bilge kadın, daha üst anlamda tanrıça, özellikle de Tanrı'nın anası, Bakire Meryem (gençleşmiş anne olarak örneğin Demeter ve Kore), Sophia (anne-sevgili ola­rak, ayrıca Kybele-Attis tiplemesi, ya da kız-[gençleşmiş anne-]sevgili); kurtuluş arzusunun hedefi (cennet, Tanrı krallığı, göksel Kudüs); geniş anlamda kilise, üniversite, kent, ülke, gök, toprak, orman, deniz ve akarsu; madde, yeraltı dünyası ve ay, dar anlamda doğum ve dölleme yeri olarak tarla, bahçe, kaya, mağara, ağaç, kaynak, derin kuyu, vaftiz kabı, kap biçiminde çiçek (gül ve lotus); büyülü daire olarak (Padma olarak Mandala) ya da Cornucopiatypus (Bereket Boynuzu); daha dar anlamda rahim, her tür oyuk biçim (örneğin vida yuvası); Yoni; fırın, tencere; inek, tavşan, her tür yararlı hayvan. Bütün bu simgeler olumlu, iyi bir anlam ya da olumsuz, kötü bir anlam taşıyabilirler. Benzer özellikler kader tanrıçalarında (Moira'lar, Graia'lar, Norna'lar) da görülür; uğursuz simgeler cadı, ejderha (balık ve yılan gibi yutan ve boğan her hayvan), mezar, tabut, derin su, ölüm, kâbus ve umacıdır (Empusa, Lilith vb.). (Jung, 2005, s. 21-22)
Silvia Pinal & Claudio Brook

Anne arketipinin en önemli özelliği bilgeliğe, ruhun yüceliğine, iyi olana, berekete, yeniden doğuşa, ölüler dünyasına dayanmasıdır (s. 22). Filmde de Simon’un kutsal ruhun yardımıyla yeniden doğum arayışına karşılık gelen çölün anne arketipinin bir simgesi olduğu sonucuna varabiliriz. Annenin yatay uçsuz bucaksızlığına dikilen dikey bir sütunun ise bir fallik nesne olduğu söylenebilir. Jacques Derrida da 1 Mart 1994’te İtalyan Felsefe Yıllığı için yapılan toplantıda gerçekleştirdiği konuşmasında fallus ile sütun arasındaki benzerliğe değinir (Derrida, 1999, s. 150). Psikolojik bağlamda sütun babanın fallusudur ve babanın fallusunun tepesinde kendisine güvenli bir konum edinen -iğdiş edilme tehdidinden ve kaygısından kurtulan- oğul Simon, annesinin yanında kalmasına bile katlanamamakta, kendisini ondan uzak tutarak babasıyla özdeşleşmeye çalışmaktadır.

O halde Simon bir çöl adamı değil aksine bir sütun adamıdır. Diğer taraftan bu sütun aynı zamanda Simon’un da fallusudur, Simon babanın karşısına 18 metre boyundaki bir fallusla çıkarak onunla rekabet ettiğini göstermektedir. Burada biraz da aşırı yorumun sınırlarında dolaşarak şu çıkarımı yapabiliriz: Filmdeki cüce karakter Simon’un yaşadığı sütunun yanına gelerek doğum yapacak keçisini kutsamasını ister. Doğum olgusunu göz önüne aldığımızda keçinin anne arketipinin; cücenin ise baba arketipinin -filmin bir sahnesinde keçinin memelerini nasıl şehvetle kavradığını hatırlayalım- bir simgesi olduğu iddia edilebilir. Bu cüce babanın tüm bedenini bir fallus olarak düşünürsek, babanın fallusuyla Simon’un sütunu karşı karşıya gelir. Sonunda cüce, Simon’u kibirle suçlayarak oradan ayrılır. Baba, oğlunun kendisinden büyük bir fallusa sahip olduğunu görüp geri çekilir, hakaret ederek oradan uzaklaşır. İktidar artık el değiştirmiştir.

Jesús Fernández

Son olarak Simon’un temsil ettiği din konusuna değinebiliriz. Immanuel Kant iki dinî kaynaktan bahseder: Ayin dini ve ahlaki din. Ayin dini sürekli olarak Tanrı’nın iyiliğini ister fakat öze ilişkin herhangi bir talepte bulunmaz. Günahların affedilmesi yoluyla bile insanın iyiliği hedeflenmez. İnsana yalnızca dua ederek istemeyi öğretir. Ahlaki dinde ise yaşamın iyi kılınması söz konusudur. İnsanın kurtuluşu kazanmak için yaptıklarının Tanrı tarafından bilinip bilinmemesi önemli değildir fakat insanın kurtuluşu hak etmek için ne yapması gerektiğini bilmesi gerekir ki bu da iyiliktir. Ahlaki din, ayin dininin aksine imana değil akla dayalıdır. Kant buna “düşünümlü iman” adını verir. Düşünümlü iman dogmatik düşünme tarzından uzak durarak evrensel mesajları benimser (Derrida, 1999, s. 133).

Filmde Simon’un -ve keşişlerin- ayin dinini temsil ettiği söylenebilir. Simon sürekli olarak Tanrı’nın iyiliğini ve kurtuluş müjdesini talep eder fakat herhangi bir eylemde bulunmaz. Hiçbir eylemde bulunmayan bir insan ne kadar iyi olsa da, gerçekten iyi sayılabilir mi? Kuşkusuz yalnızca sütunun üzerinde yaşamak ve dünyevi arzulardan sıyrılmaya çalışmak iyi olmak için yeterli değildir. İmanını kurtuluş talebi üzerine temellendiren Simon hiçbir şekilde iyi sayılamaz. Öyle ki Simon’un talepleri kapitalizm ile ikame edildiği anda Tanrı fikri Simon için ortadan kalkar. Bu yüzden “ne düşünüyorsun” sorusuna artık kolaylıkla “hiçbir şey” diye cevap verebilmektedir. Sonuç olarak filmde Şeytan Simon’un kendisi, Tanrı ise Simon’un, kendine musallat olan kötülüğünden kurtulmak için icat ettiği bir isimdir adeta.

Mert Tutucu

Yazarın tüm kısa film eleştirileri için: KIS[S]ADAN HİS[SE/TERİ]LER 

KAYNAKÇA

  • Aktaş, K., Özdemir, M., Tınkır, M. (2015). Carl Gustav Jung: Analitik Psikoloji. (Erişim adresi)
  • Aykıt, D. A. (2012). Akdenizli Bir Keşiş: Sütuncu Simeon. Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi, 12 (2), 81-104.
  • Buñuel, L. (Yönetmen). (1965). Çöl Adamı Simon [Kısa Film]. Meksika: Gustavo Alatriste.
  • Derrida, J. (1999). “İman ve Bilgi, Basit Aklın Sınırlarında “Din”in İki Kaynağı. (çev. Melih Başaran). Toplumbilim: Derrida Özel Sayısı içinde. İstanbul: Bağlam Yayıncılık.
  • Herbeck, J. (2017). Architextual Authenticity: Constructing Literature and Literary ldentity in The French Caribbean. Liverpool: Liverpool University Press.
  • Jung, C. G. (2005). Dört Arketip. (çev. Zehra Aksu Yılmazer). İstanbul: Metis Yayınları.
  • Jung, C. G. (2006). Analitik Psikoloji. (çev. Ender Gürol). İstanbul: Payel Yayınevi
  • Yavuzer, M. Ş. (2018) Cemal Süreya’nın Şiirlerinde Kadın Arketipi. Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 41, 133-150.

Bir Cevap Yazın