Bir Tren Filmi Olarak BULLET TRAIN

Bir film kuramı alt türü olan tür çalışmaları, tür ve döngüleri (cycle) [1] ikiye ayırır. Türler izleyicilerin uzun süre maruz kalmasıyla kabul edilmiş form ve içerik özelliklerine sahipken döngüler tür olamayacak kadar spesifik elementleri içerdiği veya tür olabilecek kadar uzun süre tüketilmediği için türleşemez ve döngü olarak kalırlar. Rick Altman’nın Film/Genre kitabına göre döngüler, stüdyolar tarafından kolayca sömürülebilir içerikleri ile öne çıkmaktadır. Örnek olarak “romantik komedi” bir türken “fakir kız zengin oğlan filmleri” bir döngüdür.

Brad Pitt

Bullet Train (Suikast Treni, 2022) nazarında tür ve döngü incelemesi yapıldığı taktirde filmin aksiyon türü kadar oldukça özgül bir döngüye de ev sahipliği yaptığı görülüyor. Sinema tarihinin muhtemelen en sık kullanılan döngülerinden birisi olan ve Bullet Train’i de içine alan bu döngü, elbette tren filmleri. Deadpool 2’nin yönetmenliğini de yapmış olan David Leitch’in yeni filmi, içerdiği yoğun aksiyonu ile öne çıksa da tüm filmi içine alan tren yolculuğu basit bir mekândan çok filmi etkisine altına alan bir döngü durumunda. Hollywood’un bir asrı aşan tren filmlerine bir başkasını daha ekleyen Bullet Train, oyuncu kadrosunda bulunan Brad Pitt, Joey King, Aaron Taylor-Johnson ve Brian Tyree Henry ile sadece içerdiği aksiyon duygusunu geliştirmekle kalmıyor, bir parçası olduğu tren filmleri döngüsüne de yeni bir film ile katkı sağlıyor. Tren filmleri döngüsüne ve Bullet Train’in bu döngüyü nasıl temsil ettiğine hep beraber bakalım.

Brian Tyree Henry & Aaron Taylor-Johnson

Sinematik bir Araç Olarak Tren

Trenler sinema tarihinin başından bu yana çeşitli duyguları yansıtmak için kullanılıyor. Amanda Ann Klein tarafından yazılan American Film Cycles makalesine göre yönetmenler gerek trenlere kameralar yerleştirilerek gerekse çeşitli açılardan trenleri kaydederek onların hareketlerini aktarmak istediler. “Phantom rides” (trenin önüne yerleştirilen kameralar) olarak adlandırılan bu görüntüler izleyiciyi trendeki bir yolcuymuş gibi hissettirdi ve ideal bir seyir zevki sağladı. Ayrıca trenleri ve tren yolculuklarını resmeden filmler modern yaşamın iki simgesinin ekranlara taşınmasına olanak sağladı: Toplu ulaşım ve sinema. Sinemanın resmettiği bu iki modernite simgesi dönemin izleyicisini hem heyecanlandırdı hem de korkuttu (Klein). Yani sinematik anlatıyı turlayan tren rayı sinemanın doğuşundan günümüze kadar bir asırlık sinema tarihinin tamamını kapsıyor ve her durağında farklı şekillere bürünerek tren döngüsünü izleyici ile buluşturuyor.

Aaron Taylor-Johnson & Brad Pitt

Yukarıda da bahsettiğimiz gibi bir döngünün en büyük özelliği tür olamayacak kadar özgül bir niteliğe sahip olmasıdır. Tren filmlerinde de bu özgül element tabi ki trenin ta kendisi. Bir ulaşım aracı olan trenin bir döngünün ana özelliği olarak kullanılmasının temel sebebi ise yönetmene ve senariste sağladığı açık uçlu tuval. Tren; kapana kısılma, hız, kontrol edilemez teknoloji gibi negatif düşüncelerin yanı sıra sakinlik, yolculuk, değişim ve modernite gibi olumlu düşüncelere de ev sahipliği yapabiliyor. Bu sebeple trende geçen filmler için tren, bir mekândan çok aktarılan düşünceyi, hissiyatı ve duyguların aktarılma biçimini etkileyen bir araca dönüşüyor ve tren döngüsü, sinema tarihindeki yerini iyice sağlamlaştırıyor.

Brad Pitt

Tren Filmlerinin Kısa Tarihi

Ufak çaplı bir araştırma ile trende geçen filmlerin ne denli fazla olduğu anlaşılabilir. Öte yandan tren filmlerindeki bu fazlalık, her tren filmini birbirinin aynısı yapmanın aksine, dönemsel olarak birbirinden tamamen farklı anlatılara ev sahipliği yapmalarını sağlıyor. Bu da tren döngüsünün sunduğu özgür hikâye anlatımını destekliyor. Tren filmlerinin ilk örneği 1896 yılında sinema tarihinin ilk yönetmenlerinden Auguste ve Louis Lumière tarafından çekilen L’Arrivée d’un train en gare de La Ciotat (Bir Trenin La Ciotat Garına Varışı) adlı kısa filmi (sadece 50 saniye) ile ortaya koyuluyor. Film gösterimi sırasında izleyicilerin treni gerçek sanıp salonu terk ettiklerine dair var olan inanış, Klein’ın tren ve izleyici arasındaki tezine şapka çıkartır nitelikte.

L’Arrivée d’un train en gare de La Ciotat (1896)

Bir olay örgüsünden ziyade toplumu birebir yansıtmayı amaçlayan Lumière kardeşlerin ardından sinemaya hikâye ekleniyor ve George Albert Smith yönetmenliğindeki The Kiss in the Tunnel (1899) ile tren yolculuğunun romantik yanı resmediliyor. Bu sefer tren döngüsüne ilk defa kasıtlı olarak duygu dahil oluyor ve bir yönetmenin tren döngüsündeki özgür tuvali renklendirme biçimi ekranlara yansıyor. Takvimler 1926’yı gösterdiğinde ise Buster Keaton’ın efsanevi filmi The General ile bir trenin durdurulamaz oluşu Slapstick komedisi ile ekranlara yansıyor. The General’da Keaton’ın tehlikeli sahnelerde boy göstermesi sayesinde gerginlik ve kahkaha duyguları harmanlanıyor ve tren döngüsü duygu yüklü bir yapıya doğru evrim geçiyor.

The Kiss in the Tunnel (1899)

Sinemanın gelişmesi, popülerleşmesi ve yeni türlerin ortaya çıkışı ile tren filmleri de değişiyor ve gelişiyor. Murder on the Orient Express (1974) ile tren filmlerine gizem ekleniyor ve durmak bilmeyen bir trende bir katil ile kapana kısılma duygusu izleyiciye aktarılıyor. Günümüze yaklaştıkça tren filmleri de yansıtmaya çalıştığı yoğun ve genellikle negatif duygular ile öne çıkmaya başlıyor. Unstoppable (2010) ile aşırı hızın yarattığı kaos izleyiciyi korkuturken, Snowpiercer (2013) ile kıyamet ve sonsuz yolculuk kavramları tren filmlerine eklenerek gittikçe aksiyon ile harmanlanmış bir döngü ortaya çıkıyor. Günümüzde ise Bullet Train, tren döngüsü filmlerine hâkim bir şekilde davranarak ortaya muhtemelen şu ana kadarki en renkli tren tuvalini çıkartıyor.

The General (1926)

Bullet Train ve Nihai Seyir Zevki

Tren filmlerinin aksiyon türü ile ne denli birleştiğini en iyi aktaran filmlerden biri şüphesiz ki Bullet Train. Bu onu bir trende geçen en yoğun aksiyona sahip film yapmasa bile en çeşitli aksiyonu sunan film haline getiriyor. Birebir dövüş sahnelerinin çeşitliliği ve gerçekçiliği, kan ve vahşet, tabancadan zehirli iğnelere çeşit çeşit silah kullanımı gibi elementlerle Bullet Train, aksiyon türüne başarılı bir biçimde hizmet ediyor. Lakin Bullet Train’in tren döngüsünü kullanma biçimi sadece aksiyondan ibaret değil.

Hiroyuki Sanada

Bullet Train, tren filmleri tarihi boyunca kullanılmış elementleri tek filmde toplayarak izleyiciye verilen tren bazlı seyir zevkini doruğa ulaştırmayı amaçlıyor. Tren fikrinin sunduğu tuvali sonuna kadar dolduruyor ve seyirciye kapsamlı bir seyir zevki sunmayı amaçlıyor. İlk olarak Thomas The Dank Engine gibi birçok popüler kültür öğesi kullanılıyor ve bunun seyircide bir güldürü etkisi yaratması amaçlanıyor. Karakterlerin kendi aralarındaki konuşmaları ve davranışları ile seyircinin birçok karaktere bağlanması isteniyor. Lakin karakterlerin hepsini suçlu olması ve filmde birden fazla ana karakter oluşu, seyircinin karakter ile empati kurma anını renklendiriyor ve çeşitlendiriyor.

Brian Tyree Henry & Brad Pitt

Her izleyenin farklı bir karakteri farklı bir sebepten ötürü sevmesi amaçlanmış gibi görünüyor. Ölen ve dirilen karakterler aracılığıyla seyircinin duygularıyla oynanıyor ve seyirciler ile karakterler arasındaki bağ sürekli olarak taze tutuluyor. Lakin bu karmaşık karakter ilişkilerine rağmen film olay örgüsünü anlatırken risk almaktan kaçınıyor. Geçmişte yaşanmış her olayı flashback’ler ile gösteriyor ve izleyicinin hatırlayacağından emin oluyor. Ayrıca bunu renkli ışıklar, hızlı kurgu ve bazen de bir su şişesinin bakış açısını göstererek renklendirmeyi de başarıyor. Böylece Bullet Train izleyicinin geri dönüşlerden sıkılmaması için elinden geleni yapıyor. Ayrıca çok güçlü, yenilmez ve ölümcül bir kötü olan White Death (Michael Shannon) karakteri ile de ihtiyaç duyulan gerginlik duygusu hissediliyor. Para çantasının bir MacGuffin – hikâyenin merkezinde bulunan obje – olarak kullanılması da bu gerilimi arttırıyor. Filmin sonunda treni son hıza alarak onu içinden çıkılmaz, tehlikelerle dolu ve durdurulamaz bir hale sokuyor. Basit başlayıp sarpa saran olay örgüsü ile de sürükleyici hale gelen senaryo, Bullet Train’i şu ana kadar yapılmış en kapsamlı tren filmlerinden birisi hale getiriyor.

Brad Pitt

Bullet Train, tren filmleri arasında önemli bir yere sahip. Sinemanın başından beri var olan tren döngüsüne iyi bir eklenti olan Bullet Train’i özel yapan ise geçmiş tren filmlerinin denediği özellikleri ödünç alan yapısı. Bullet Train’de yukarıda bahsettiğimiz tüm tren filmlerinden elementler bulunuyor ve bu elementler seyir zevkini sürekli olarak diri tutmak için kullanılıyor. MacGuffin teriminin de Alfred Hitchock tarafından bir tren yolculuğu örneği [2] ile öne atılmış olması trenlerin sinema için sonsuz olasılıklar sunan bir tuval olduğunu bir kez daha hatırlatıyor.        

Adnan Şahin


[1] Bir türün spesifik bir özelliğini kullanan ve çok sayıda film içeren kısa zaman dilimleri “cycle” olarak bilinir.

[2] Hitchcock’un 1930’larda popüler hale getirdiği MacGuffin terimi kendi başına bir özelliği olmayan, sadece karakteri peşine takarak hikâyeyi ilerletmek için kullanılan bir objedir. Hitchcock bu terimi iki adamın trende geçen hikâyesi ile öne atıyor. Adamlardan birisi bagaj rafındaki çantanın içinde ne olduğunu soruyor. Diğer adam da çantanın içinde bir MacGuffin (aslan tuzağı) olduğunu söyler. Ardından adam “ama bu bölgede hiç aslan yok” der. Diğer adam ise “Ah, demek ki içinde bir MacGuffin yok” der.  

Bir Cevap Yazın