“Sinema sanatı” kavramı, doğası gereği “sinema salonunda izlenen uzun metraj” dışındaki her tür sinemasal üretimi dışlar gibidir. Söz konusu yapıt bir dizi veya kısa metrajlı bir film ise, sanatsallığı tartışılır hale gelir sanki. Neyse ki günümüzde bu durum biraz daha yumuşadı. Zira sanatın hiçbir türüne yapılamayacağı gibi, sinemanın alt türlerine de bu tür bir sınırlama getirilmesi mantıktan hayli uzak. Dizi kavramına bir de “izlenmesi için çekilir, o nedenle de sanat değildir” suçlaması getirilir.
Bu yargı elbette birçok dizi için geçerli olsa da, dizi türünün tamamına uyarlanamaz çünkü aklımıza hemen Bergman’ın Fanny ve Alexander‘ı, Kieslowski’nin Dekalog‘u veya Fassbinder’in Eight Hours Don’t Make A Day eserleri geliyor, sırf dizi formatına yakınlar diye bu eserler sanatsal düzlemde göz ardı edilecekse, vay halimize. Uzun lafın kısası, formatı ne olursa olsun izleyeni derinden etkileyen, kafasını karıştıran, ona ilham veren her türlü yapıt, üzerine düşünülmeyi, hakkında yazı yazılmayı fazlasıyla hak eder kanımızca. Bu yapıtlar Yusuf Atılgan‘ın da dediği gibi, bizi “sinemadan çıkmış insan” haline getirebiliyorsa, gerisi hikaye.


