YELLOWJACKETS – Kovanın Kraliçeleri (1. Sezon)

İnsanın özünde büyük ölçekte inancın ve ilkelliğin, vahşetin bulunduğu savını anlatısının merkezine yerleştiren, 1996 ve 2021 olmak üzere iki farklı zaman aksı üzerinde ilerleyen Yellowjackets’ın ilk sezonu (2021) karşımıza grotesk anlatıya sahip korku / dram türünde bir dizi olarak çıkıyor. Daha ilk sahnede karla kaplı ormanda yüzlerini hayvan postları ile kapatmış insanlardan kaçan, yüzünü göremediğimiz bir kadının vahşice öldürülüşüne tanık oluyoruz. Hemen arkasından gelen sahnelerde bu insanların aslında New Jersey’li lise öğrencilerinden oluşan kız futbol takımı olduğunu öğreniyoruz. Anlaşılan ulusal finallere gidecekleri uçak bir şekilde Kanada ormanlarına düşmüş ve 19 ay kadar orada mahsur kalmışlardır. Peki bu çaptaki bir değişim için oldukça kısa denilebilecek bir süreç içerisinde, güneşli bir günde şakalaşıp sıradan liseli aktiviteleri yapan kızlar nasıl oldu da birbirlerini avlayan yamyamlara evrildiler? Yüksek derecede merak uyandırıp seyirciyi sonraki bölümlere geçmek için sabırsızlandıran yapımın ilk sezonu Showtime tarafından 2021 yılında yayınlanmaya başladı. Dizinin yazarlığını ve yapımcılığını ise Ashley Lyle ve Bart Nickerson çifti üstleniyor.

Sophie Nélisse & Ella Purnell

“Şeyh Uçmaz, Mürit Uçurur

Uçak düştükten sonra kurtarılacaklarına ya da hayatta kalacaklarına olan inanç her karakterin kendi özelinde değişim gösteriyor. Kimisi bu zor durumda ayakta kalabilmek için dinine tutunurken kimisi de babasından kalan bir sakızın anısına bağlanıyor. Bu inançlar kendi özelinde bireyin ayakta kalışına yardımcı olduğu müddetçe sorun yok fakat medeniyetten bu denli uzak bir bölgede, hele ki hayatta kalabilmek için ekip çalışması gerektiren bir durumda insanlar birbirleriyle çatışırsa ne olur? Kimin tutunduğu dal daha güvenilirdir ve geri kalanlar hangisinin yolundan gitmelidir? Başkasının inançlarının çizdiği yoldan giderek sonumuzun sebebi olan sahte peygamberler yaratıyor olabilir miyiz? Bu tür sorular üzerinden ilerleyen yapım, bunlara kendince cevap vermekten de geri durmuyor.

Courtney Eaton

Dizinin ilk sezonunda aslında bir inanç çatışmasına tanıklık ediyoruz. Karakterler birbirleri ile olan etkileşimlerinin doğurduğu sonuçlar çerçevesinde takıma manevi bir lider seçerek peşinden gidiyorlar. Kendi kararlarını veremeyen bu karakterlerin yol gösterenleri karşısında dönüştükleri müritlik rolü her geçen bölüm daha yabani bir hal alıyor. Bu yabanileşmelerinde güven kayıpları yaşanması da büyük rol oynuyor. Uzun süre boyunca neye inanacaklarını ve kimi takip edeceklerini bilmeyen, koyundan farksız bir şekilde aralarından çıkan bıçkın bir karakteri izleyen takım, her liderin teker teker başarısız olmasıyla ümitlerini ve insanlıklarını biraz daha kaybediyor. İnsanlığını ve inancını kaybeden bu güruh da yaşadıkları vahşi doğa ile aralarında elçilik görevi görebilecek birini ortaya atıyorlar. Adeta bir inanç liderinin peşinden gidenler gibi ağzından her çıkanı psişik bir güce yorumlayarak ona karşı çıkanları sürgün ediyorlar. İnançlarını zedeleyebilecek her türlü mantıklı düşünceye karşı içlerinde uyuyan şiddeti kullanmaktan da geri durmuyorlar.

Juliette Lewis & Christina Ricci

Timsah Gözyaşları

Dizideki karakterler yaptıkları eylemlerin sonucunda pişmanlıklarını ağlayarak dışa vuruyor gibi dursalar da ne zaman kendileriyle baş başa kalsalar pişmanlıklarının yalnızca toplum baskısı tarafından ortaya çıkan göz boyamaya dayalı davranışlar olduğunu görüyoruz. Diğer bir deyişle dizi yer yer karakterlerini 2021 aksında yaptıklarından pişman gibi göstermekte, bir noktada ise bu eylemleri yaptıktan sonra kendilerini suçlamayı bıraktıklarını, hatta bunlara modern dünyada da devam ettiklerini görüyoruz. Öyle ki örneğin masum bir adamı öldürdükten sonra hiçbir pişmanlık belirtisi göstermeyip üstüne bir de öldürdüğü cesedi elleriyle parçalamak gibi eylemler, dizi boyunca karakterlerin pişmanlığa teslim olma yanılgısını baltalıyor. İlginç bir şekilde bu hareket aslında diziye zarar vermiyor hatta yeni bir boyut kazandırıyor diyebiliriz. Günümüzde toplum içerisinde pek çok korkutucu olayın bahsini duyuyor, hatta bazen onlara tanıklık ediyor, daha da kötüsü onları bizzat yaşayabiliyoruz. İnsanlar duyduğu veya tanık oldukları kötü bir olay karşısında her ne kadar üzgün, nadim gibi görünseler de aslında bu şekilde görünmelerinde büyük ölçüde toplumun etkili olduğu öne sürülebilir, en azından dizinin iması bu yönde.

Melanie Lynskey

Arkadaşının ölümüne sebebiyet verdikten sonra çığlıklar eşliğinde ağlayan Shauna (Sophie Nélisse / Melanie Lynskey) 2021 aksında ilk bakışta hala onun yasını tutuyor gibi yansıtılsa da aslında kendi içinde bu olaylardan kendisini sorumlu tutmadığını, yalnızca çevresindeki toplumun baskısı ile böyle hissettiğini fark etmek mümkün. Hatta belli noktalarda hayattaki başarısızlıklarına ve bulunduğu konuma bir kılıf bulma çabası ile bu şekilde davrandığını görebiliyoruz. Toplum içerisinde kimi zaman birçoğumuz da böyle yapmıyor mu? Bizden beklenen eylemlerde ya da gerçekleştirmek istediğimiz hayallerde başarısız olduğumuzda kimi zaman sağlıksız bir yol olsa da geçmişte yaşadıklarımızı, travmalarımızı suçluyoruz. Geçmişi suçlamak, eylemsizliklerimizin doğurduğu başarısızlıkları kendimize mal etmekten daha kolay ve daha zararsız geliyor belki de.

Kevin Alves & Steven Krueger

İçimizden Ayrılmayan Vahşet

Seyircisine ilk bölümü ile karakterlerin akıl almaz vahşi dönüşümlerini gösteren dizi, insanın nasıl bu denli büyük bir değişim geçirebileceğini sorgulatırken ilerleyen bölümlerde bunun cevabını Shauna’nın eşi Jeff (Warren Kole) aracılığı ile veriyor: Shauna’nın “Biz ne zaman böyle insanlar olduk?” demesi üzerine Jeff, zaten en başından beri böyle olduklarını dile getiriyor. Dizi bu şekilde, savunduğu “insan vahşeti daima özünde barındırır” teorisini açıkça belli etmiş oluyor. Yapım, günümüz toplumu içerisinde bu tür davranışları vahşi doğada olduğu kadar sert sergileyemediğimizi ancak yine de farklı yollarla vahşiliğimizi ortaya çıkardığımızı ifade etmek adına sinematik anlatı ve kurguyu başarıyla yönetmiş. Anlatının 1996 boyutunda çocukların yaptığı ahlaki açıdan sorgulanabilecek eylemleri izlerken 2021 aksına atladığımızda aynı karakterleri modern toplum içerisinde, benzer eylemleri gerçekleştirirken görüyoruz. Bir anlamda dizi boyunca yapımcılar, her bölümde kulağımızın arkasından “insan yedisinde neyse yetmişinde de odur” diye fısıldamaktan geri durmuyor.

Tawny Cypress

Buna örnek vermek adına eskiden arkadaşlarına kendilerinden olan birini öldürüp pişirdikleri etleri servis eden, âşık olduğu kaptan Scott’a (Steven Krueger) zehirli içecekler içiren Misty (Samantha Hanratty / Christina Ricci) karakterinin gelecekte de hemşire olarak bakımından sorumlu olduğu kişileri zehirlemeye devam etmesinden bahsedebiliriz. İnsanın özünde daima ilkel bir vahşilik olduğunu gösterme iddiasında olan dizi bizlere Taissa’nın (Jasmin Savoy Brown / Tawny Cypress) takım arkadaşını bacağından yaralayışını oldukça kanlı bir şekilde gösteriyor. Dizinin söylemi üzerinden gidersek, sözde modern toplumda, işler sarpa sardığında ayakta durabilmek için birbirimizin üzerine basarak yükselen varlıklarız. Toplumdan uzaklaşıp vahşi doğaya girdiğimizde ise bu durum daha bariz bir hal alıyor. Doğaya, kovan’ın bütünlüğüne uyum sağlayamayan sözde zayıf halkalar doğal seleksiyon ile Jackie (Ella Purnell) gibi bu organizmadan atılıyorlar. Bulunduğu ortama en hızlı adapte olanlar ise yaşamlarına devam ederek üstün gelebildikleri üzerinden beslenir. Yellowjackets’a göre insan, uygun koşullar sağlandığında içinde uyur vaziyette bulunan kötülüğü her zaman gün yüzüne çıkartacaktır.

Samantha Hanratty

Ses ve Görüntü

90’larda geçen Yellowjackets bu yılların temasını ustaca kullanmış. Bünyesinde bolca 90’lar alternatif rock ve dönem müzikleri barındıran yapım, modern parçaları kullanmaktan da geri durmuyor. Giriş müziğine özellikle bakmanızı tavsiye ederim. Yalnızca müziklerin değil belli noktalarda görselliğin de 90’lara kaydığını görmek mümkün. Özellikle finalde dört kızın aynı anda mezunlar buluşmasına girdiği sahnede ekranın bölünmesi, arka planda çalan müzik ve herkesin hayran gözlerle onları izlemesi tam bir 90’lar komedisinden beklenen hareketler diyebiliriz. Tek kamera tekniği kullanan bir yapıma göre kurgudaki dinamiklik göz ardı edilmemeli. Böylesine fazla karakterin ve diyaloğun olduğu bir diziyi tek kamera tekniği ile çekmiş olmaları takdire şayan. Kameranın lenslerine yansıyan isimlerin oyunculuklarıysa birbirinden kaliteli: Melanie Lynskey, Christina Ricci, Juliette Lewis ve Tawny Cypress gibi isimler bizleri karşılamakta. Her birinin performansı seyir zevkinize boyut kazandırıyor. Son bir konuya değinmeden bitirmeyelim; dizinin isminin Sineklerin Tanrısı yapıtına (Lord of the Flies, William Golding) bir gönderme olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Uçakları ıssız bir adaya düşen bir grup erkek çocuğa karşı uçakları Kanada ormanına düşen bir grup kız. Sineklere karşı arılar. Sineklerin Tanrısı’na pek çok yönden öykünen yapım onun aksine daha anaerkil bir anlatım benimsiyor.

Samantha Hanratty, Steven Krueger, Courtney Eaton

Sonsöz

İnanç kavramı üzerine şekillendirilen Yellowjackets insan doğasına yönelik bakışını, kan ve vahşeti korkusuzca kullanarak anlatıyor. Seyircisinin kimi zaman ekrana bakarken rahatsız olmasına sebebiyet verebilecek sahneleri kullanmaktan çekinmiyor. Böylesine cesur anlatısına bir de her birinin ayrı ayrı incelenmesi gereken harika karakterler yerleştirince bir saati bulan bölüm süreleri her dakikasını hak eder bir değer kazanıyor. Şayet Sineklerin Tanrısı’nı sevdiyseniz ya da paganizm temalarını minimal ölçüde kullanan yapımlardan hoşlanıyorsanız hazır ikinci sezon da 24 Mart’ta haftalık olarak yayınlanmaya başlayacakken mutlaka izlemeniz tavsiye edilir.


Ömer Faruk Orhan

Bir Cevap Yazın