SEE: Apple TV’den Kaçırılmaması Gereken Bir Yapım

Eastern Promises (Cronenberg, 2007), Dirty Pretty Things (Frears, 2002) ve Allied (Zemeckis, 2016) gibi önemli filmleri de barındıran, toplamda otuzun üzerinde yapımın senaryosunu borçlu olduğumuz, aynı zamanda orijinal Kim Milyoner Olmak İster programının da üç yaratıcısından biri olan senarist ve yönetmen Steven Knight, bu sefer de SEE adlı sıradışı diziyle karşımızda. İlk sezonu 2019’da seyirciyle buluşan yapımın ikinci sezonunun son bölümü de geçtiğimiz haftalarda (15 Ekim 2021) yayımlandı. Dizinin Apple’dan üçüncü sezon için yeşil ışık alması bir yana, oyunculardan Tom Mison’ın dediğine göre, üçüncü sezonun çekimleri, bu yazı yayımlandığı sırada tamamlanmış bile olabilir. Konuya girmeden önce bu yazıda hiç spoiler (sürprizbozan) bulunmadığını hatırlatalım.

Yaklaşık olarak 26. veya 27. yüzyılda geçen dizide, 2000’li yıllarda ortaya çıkan global bir pandemi sonucu insanlığın büyük bölümünün hayatını kaybettiği, hayatta kalanların da görme yetisini kaybettiği ve takip eden yüzyıllar boyunca da bu durumun hiç değişmediği distopik bir gelecek betimlenmekte. Tabii ileriki yüzyıllarda çok nadir olarak görme yetisiyle doğan çocukların varlığı, kurulmuş olan (ilkel, kabile seviyesinde de olsa) düzeni tehdit etmeye yetecektir. Başroldeki Jason Momoa ise, gerçekten de diziyi tek başına bile daha ilgi çekici hale getiriyor. Kaldı ki diğer oyuncular da son derece başarılı performanslar sergiliyorlar.

Tamacti Jun (Christian Camargo)

Dizinin, genel hatlarıyla baktığımızda bile çok iyi görünen ana fikri, nedense IMDb kullanıcılarının azımsanmayacak bir kısmı tarafından taşa tutulmuş. Genelde bir film veya dizi için ortalama 200 yorum giren kullanıcılar, SEE için 1100 gibi şaşılacak bir sayıda yorum girmiş ve içlerini de “görmeyen insanlar hiçbirşey yapamaz” gibi saçma sapan savlarla doldurmuşlar. Site sırf bu yorumlara cevap vermek için bir “Sık Sorulan Sorular” kısmı bile oluşturmuş, komplo teorilerine site tarafından verilen en beğendiğim cevap ise şu oldu: “This is a TV Show”. Evet, görme yetisi olmayan kılıç ustalarıyla, ejderhaları eğiten prenseslerle, birkaç yüzyılda(!) evrim geçirip konuşmayı öğrenen maymunlarla, tuhaf uzaylı yaratıklarla dolu sinema ve bilimkurgu tarihimizde, SEE’deki insanların duyma ve koku alma gibi diğer duyu organlarının doğal olarak daha gelişmiş olması, ayrıca bilimkurgu atmosferi dahilinde bir altıncı his geliştirmiş olmaları mı gerçekdışı geldi?

Maghra (Hera Hilmar)

Dizideki atmosfer, muhteşem çekim mekanları, “punchline” replikler, kıyafetler, olağanüstü oyunculuklar, senaryodaki incelikler, ustaca inşa edilmiş set tasarımları, jenerik ve kullanılan müzik zaten bu yapımı keyifle izlememizi fazlasıyla ve kolayca sağlıyor ancak bunların da ötesinde, dizinin insanı düşünmeye iten yapısı ayrıca çok değerli. Görmeyenlerin hüküm sürdüğü bir dünyada bir kişinin sırf görebildiği için kendisini Tanrı gibi görme hatasına düşmesi, duyu organlarının yarıştırılmasının ne derece doğru olduğu veya insanoğlunun varlığını bildiği ama hiç görmediği bir dünya için savaşması, nefes alıp vermesi, hiç görmediği insanlar için hayatını ortaya koyması gibi üzerine düşünülesi birçok konu ortaya çıkıyor. Ve tabii ki dizinin sahip olduğu tüm bu özellikler, Hollywood’da hatta genel anlamda sinemada çok nadir görülen, “ekonomik açıdan riskli” olduğu için pek yanaşılmayan bir noktaya işaret ediyor: Orijinallik. SEE’deki bu özgün yapı, diziye kesinlikle çok canlı bir tazelik katıyor.

Baba Voss (Jason Momoa)

Mitoloji ve Edebiyatta Körlük

Özellikle Antik Yunan ve Roma mitolojisine baktığımızda, görme yetisi neredeyse her zaman bir başkasının elinden, onu cezalandırmak için alınıyor. Pierre Grimal’in Mitoloji Sözlüğü’nü şöyle bir karıştırdığımızda bile, 15 adet körlük vakası / “cezası” hemen kendini gösteriyor. Bunlardan birkaç tanesini aşağıya sıralayalım.

Yukarıdaki tablodan ve bir noktaya kadar diziye gelen tepkilerden de anlaşılacağı üzere, beş duyu organımız arasında en çok önem verilen, görme duyusu. Mitolojide ceza olarak kişinin koku alma veya duyma kabiliyetinin elinden alındığına dair pek örnek yok. Görme duyusunun “önceliği” toplumların kültürlerine, inanışlarına bile hakim durumda: “İki gözüm önüme aksın” veya “görmeden inanmam” gibi deyişler, dinsel bağlamda “Tanrı herşeyi görür” benzeri söylemler ilk akla gelenler arasında. Günümüze geldiğimizdeyse görü hepten ön planda, sosyal medya, bilgisayarlar, teknoloji, video oyunları, televizyon, cep telefonları derken gündelik yaşamda kullandığımız çoğu şey görme duyusu etrafında şekillenmekte. Zaten SEE de en başta bu veri üzerinden, görme duyusunun ön planda olmasına gerek olmadığı bir dünya çiziyor ve bu açıdan da diğer dört duyuya bir saygı duruşunda bulunuyor. İlk sezonda anlatılan dört kardeş (işitme, koku alma, dokunma ve tat alma) öyküsü bu açıdan çok çarpıcıdır, zira beşinci kardeş (görme) aralarına katıldığında anlaşmazlıklar, kıskançlık ve çatışmalar yaşanmaya başlar.

(ön planda) Jason Momoa ve Archie Madekwe

SEE’nin senaryosuna baktığımızda hemen aklımıza Jose Saramago’nun Körlük adlı romanı geliyor, ne var ki SEE ile Körlük arasında dağlar kadar fark var çünkü Saramago insanların tamamına yakınının görme yetisini kaybetmesiyle tüm dünyanın kaosa, felakete ve toplu deliliğe sürükleneceğini öngörerek bu düzlemde ve çoğunlukla tek mekanda geçen bir anlatı ortaya koyarken, SEE görme yetisinin yokluğunu pozitif bir atmosfer içinde işleyerek “insanlığa dair iyi ve güzel olan herşey” adına umudu, bir anlamda ateşi yüreğinde taşıyan optimist bir bakış açısı sunmaktadır. Zira içinde yaşadıkları dünyayı hiç görmemiş olan insanların yaşamaya, aile kurmaya, sevdiklerini korumaya, değer verdikleri şeyler adına hayatlarını tehlikeye atmaya devam ediyor olmaları, normal şartlar altında ortaya çıkacak olan dramatik etkiyi rahatlıkla ikiye, üçe katlıyor ve daha da önemlisi, izleyicilere hayata devam etme gücü aşılıyor, Saramago’nun Körlük’ü gibi Schopenhauer ile sohbet etme arzusu değil.

Haniwa (Nesta Cooper) ile Kofun (Archie Madekwe)

İkonoloji

Ortaçağ hayvan sembolizmi, Yaşlı Plinius’un Doğa Tarihi adlı meşhur eserinden hareketle, her duyu organını bir veya birkaç hayvanla özdeşleştirmiştir. Buna göre kedi, vaşak veya kartal görme duyusuna; geyik, köstebek veya yaban domuzu işitme duyusuna; köpek veya akbaba koku alma duyusuna; maymun tat alma duyusuna; örümcek ile kaplumbağa da dokunma duyusuna karşılık gelirdi. SEE’de özellikle köpek, örümcek ve kartal gibi hayvanları bolca görüyoruz, görme yetisi olan iki karakterin birlikte hareket ettiği bir sahnede de karşılarına bir kedi çıkması gibi ayrıntılar üzerinden yapım ikonolojik olarak da ele alınabilir. Ayrıca dokunma duyusu dışındaki dört duyu, Olympos Dağı’nda oturan tanrılarla da bağdaştırılmıştı: Zeus / Jüpiter (görme), Demeter / Ceres (tat alma), Apollon (işitme) ve Artemis / Diana (koku alma). Dizide görme yetisine sahip olanların tanrı statüsünde görülme sebebi de pekala bu eşleştirmeye bağlanabilir, zira görme duyusu ile bir tutulan Zeus, “tanrıların tanrısı” olarak betimlenirdi.

Oyuncular ve Karakterler

Dizide doğal olarak çok fazla karakter var ve neredeyse hepsi için de birer backstory (ayrıntılı geçmiş) sağlanmış olması gerçekten de takdire şayan. Yazımızın bu bölümünde sadece ön planda olan karakterlerden bahsedeceğiz.

  • Jason Momoa – Baba Voss
  • Hera Hilmar – Maghra
  • Alfre Woodard – Paris
  • Christian Camargo – Tamacti Jun
  • Sylvia Hoeks – Queen Kane
  • Dave Bautista – Edo Voss
  • Nesta Cooper – Haniwa
  • Archie Madekwe – Kofun
  • Yadira Guevara-Prip – Bow Lion
  • Eden Epstein – Wren
Christian Camargo, Hera Hilmar

Başroldeki Jason Momoa kesinlikle dizinin belkemiğini oluşturan Baba Voss karakterine hayat veriyor ve bu karakter aile, güven, saygınlık, dirayet, korunma ve sevgi gibi kavramların vücut bulmuş hali adeta. Senaristlerin seyirciye Baba Voss karakterini sevdirmek için bazı hilelere (meşhur “save the cat” müdahaleleri) başvurmaları bile gerekmiyor, tüm o ağır makyaj, lensler ve kıyafetler arasında Baba Voss gülümsediğinde, seyircinin de yüzü gülüyor zaten. Bu açıdan Momoa’yı (ve tabii ki ona direktifler veren yönetmenleri) tebrik etmek lazım çünkü duygusal sahnelerde son derece minimalist bir oyunculukla çok şey anlatmayı kolaylıkla başarıyor.

Jason Momoa

İzlandalı oyuncu Hera Hilmar’ın canlandırdığı Maghra karakteri, özellikle Hilmar’ın oyunculuğu sayesinde tabiri caizse sağ gösterip sol vuran bir mizaç sergiliyor, zira en anaç, en şefkatli göründüğü sahnelerde bile görmeyen gözleriyle veya farklı bir yüz ifadesiyle içinde kopan kasırgaların anlık olarak yüzeye sirayet etmesine hayranlıkla tanık olabiliyoruz. Maghra aynı zamanda Baba Voss’un eşi ve Kofun ile Haniwa’nın annesi.

Hera Hilmar

Yıllardır birçok filmde güveni veya “ağlayacak bir omzu” temsil eden rollerde keyifle izlediğimiz Alfre Woodard’ın karakteri Paris burada da benzer bir konumda ancak senaristlerin Paris için oldukça karmaşık ve derinlikli bir geçmiş çizmiş olmaları kesinlikle seyir keyfini arttıran etmenlerden. Paris hem derinlikli hem de sürprizlerle dolu, heyecan uyandırıcı bir karakter ve bunları da doğal olarak Woodard’ın usta oyunculuğuna borçlu.

Alfre Woodard

Christian Camargo ise Cadı Avcısı Tamacti Jun (Witchfinder General) rolünde inanılmaz bir şekilde parlıyor. “İnanılmaz” sıfatını kullanıyorum çünkü karakterin kendisi bir anlatıda karşılaşabileceğiniz en kötü karakterlerden biri olmasına rağmen hem tüm SEE evreninin açımlanış şekli hem de Camargo’nun oyunculuğu sayesinde bu karaktere olan merakınız ve saygınız her geçen bölümde daha da artıyor.

Christian Camargo

Kraliçe (Queen Kane) rolündeki Sylvia Hoeks’e geldiğimizdeyse karşımızda bambaşka bir mizaç, bambaşka bir dünya var dersek abartmış olmayız. Öncelikle karakterin konuşurken yaptığı düzensiz gibi görünen vurgular, sadece sesiyle birçok duygu durumunu (eğer isterse) açık edebilmesi ve genellikle söyledikleriyle yüz ifadesi arasındaki çarpıcı tezatlık Queen Kane’in merkezde olduğu sahneleri çok daha ilgi uyandırıcı, çoğu zaman da keyifli hale getiriyor.

Sylvia Hoeks

Baba Voss’un kardeşi Edo Voss rolündeki Dave Bautista ikinci sezonun başında karşımıza çıkıyor; kısaca bunu adına ve cüssesine, davranışlarındaki ağırlığa, ağırbaşlılığına yakışan bir şekilde yapıyor demekle yetinelim. Bautista’nın on-screen presence’ı her zaman bâki. Görme yeteneği olan çocuklar Haniwa ile Kofun karakterleri de sırasıyla Nesta Cooper (Bliss, 2021) ve Archie Madekwe’nin (Voyagers, 2021) ellerinde güvende, her iki oyuncu da Momoa, Woodard, Camargo ve Hilmar gibi oyuncuların yüksek performansları karşısında iyi iş çıkartıyorlar. Bow Lion rolündeki Yadira Guevara-Prip ve Wren rolündeki Eden Epstein, yan rollerin sürprizlerinden. Ekran süreleri çok fazla olmamasına rağmen baştan sona akılda kalıcı, başarılı performanslar sergiliyorlar.

Dave Bautista

Kostümler ve Açılış Jenerikleri

SEE’nin kapalı mekan çekimlerindeki (haliyle) fütüristik set tasarımları, dış çekimlerde ise Kanada coğrafyasının (özellikle Strathcona Provincial Park) tüm güzelliğini yansıtma konusundaki başarısı, yapımın kalitesini yükselten ve yarattığı atmosferi seyirciye daha iyi aktarmasını sağlayan iki önemli etmen. Bunun yanı sıra kostüm, mücevher / takı ve makyaj gibi öğeler de görme duyusunun insanlıktan söküp alındığı distopyanın ifade gücünü arttıran öğeler arasında. Kostümlerin kesinlikle başka bir dünyaya ait olduklarını (gerçekten otherworldly) ve kostüm tasarımının tamamen ayrı bir yazının konusu olması gerektiğini tekrar hatırlatalım.

IMDb’de birisi “görmüyorlarsa yüzlerine neden savaş boyası sürüyorlar” diye sormuş, bugün nasıl insanlar başkaları için makyaj yapmıyorsa, aynı sebepten! Bu örneği verme nedenim biraz da SEE’nin özgünlüğünü hatırlatmak aslında. Daha önce betimlenmemiş varsayımsal bir geleceği yaratırken hem birçok risk alınır, hem de izleyen herkesten daha öngörülü davranmak zorunda kalınır. SEE bu görevin altından başarıyla kalkmış görünüyor, zira benzer distopik evrenlerden neredeyse hiç öğe çalmamış, birçok yeniliği kendi başına getirmek zorunda kalmış. Ne de olsa “film günümüzden 500 yıl sonra, uzay çağında geçiyor” dendiğinde neredeyse hepimizin zihninde benzer görseller belirecekken, “film günümüzden 500 yıl sonra, görme duyusu olmayan insanların yaşadığı bir dünyada geçiyor” dendiğinde ise aklımıza nasıl görüntüler üşüşür hiçbir fikrim yok.

Jason Momoa

Bugüne kadar hiçbir yazımızda bir yapımın açılış veya kapanış jeneriklerinden özellikle bahsettiğimizi hatırlamıyorum ancak SEE’nin her iki sezonunun da jenerikleri gerçekten de dizinin betimlediği distopik (ütopik?) dünyayla ancak bu kadar uyum içinde olabilirdi. Her iki jenerik de “işitme aracılığıyla görme” eyleminin görselleştirilmiş hali adeta, sanki yarasaların ses dalgalarıyla nasıl “gördüğünü” açıklayan bir sunum izliyoruz, tek farkı bu jeneriklerin, izledikçe daha da çok sevmeye başladığımız bu kör dünyaya ait imgelerden ve seslerden oluşması. Bu önemli ayrıntı açısından da yapım ekibine ve Apple TV’ye, ayrıca tüm diziye hakim olan atmosferin başrol oyuncuları olan görüntü yönetmenlerine (Brian Pearson, Jo Willems, Michael Snyman, Jules O’Loughlin) teşekkürler.

Sylvia Hoeks

Sonuç

Her iki sezonda da dizinin müzikleri Bear McCreary’ye emanet edilmiş, gençliğinde ünlü besteci Elmer Bernstein’ın son öğrencileri arasında yer alan ABD’li müzisyenin eserleri SEE’nin atmosfer yaratıcı gücüne güç katıyor. Öte yandan genel anlamda müzik çok ön planda kullanılmamış, çoğunlukla bazı kilit / dramatik sahnelerde kendini gösteriyor. Sadece SEE özelinde değil, genel anlamda da Bear McCreary, günümüzün takip edilmesi gereken sanatçılarından. Dolayısıyla senaryodaki inceliklerden (repliklerde görsellikle ilgili benzetmelerin hiç kullanılmaması gibi) set ve kostüm tasarımlarına, yapım kalitesinden müziğine, yüksek seviyedeki oyunculuklarından sinematografisine varıncaya dek izlenmeyi hak eden, atmosfer yaratıcı, evren yaratıcı bir yapım var karşımızda. Son bir not olarak görmeyen insanlardan oluşan kabilelerin, toplumların anlatıldığı SEE’de seyirci olarak tanık olduğumuz her olayın, düşündüğümüzde, daha önce sinemada izlediğimiz benzer sahnelerin tamamından farklı olduğunu da hatırlatalım. Dizinin üçüncü sezonunda da bu taze nefesin, bu özgün yapının aynı şekilde korunacağı umuduyla, şimdiden herkese iyi seyirler.

H. Necmi Öztürk

KAYNAKÇA

James George FRAZER, Ateşin Kökenine Dair Mitler, Doğu Batı, Ankara, 2018

Pierre GRIMAL, Mitoloji Sözlüğü, Kabalcı, İstanbul, 2012

Lucia IMPELLUSO, Le Livre d’or des symboles, Hazan, Paris, 2014

Bir Cevap Yazın