LEOPAR: Her Şeyin Değiştiği Bir Dünyada Aynı Kalabilmek İçin Değişmek

Giuseppe Tomasi Di Lampedusa’nın aynı adlı romanına dayanan Leopar (Il Gattopardo), İtalyan Yeni Gerçekçi akımının önemli temsilcilerinden olan Luchino Visconti’nin en değerli filmlerinden bir tanesi olarak anılıyor. 1860’lı yılların Sicilya’sında geçen film, aristokrasinin çökmekte olduğu bir dönemde, yaşlı bir prensi anlatıyor. Bu prensi canlandıran kişi 1946 yılında Amerika’da önemli bir Noir filmi olan The Killers ile kariyerinde mühim bir açılım yapan Burt Lancaster. Bu kadar İtalyan bir filmde Burt Lancaster’ın yer alıyor olması çekimlerin yapıldığı 1960’lı yıllarda çeşitli tartışmalara yol açmış olsa da, bu rolü çok iyi kotardığı açık. Filmde Lancaster’a yeğeni Tancredi rolünde Alain Delon, Tancredi’nin nişanlısı Angelica rolünde de Claudia Cardinale eşlik ediyor.

Film dönemin politik huzursuzluklarını ve değişim rüzgârlarını yansıtırken, tam üç saatlik bir görsel şölen sunuyor. İnanılmaz manzaraları ve sarayları gözlerimizin önüne getiren film, sinema düzleminde bir müze gezintisi adeta. Bu bakımdan filmin birçok sahnesi alınıp tablo yapılabilecek türden olma özelliğini taşıyor. Bu görsel sunumun yanı sıra filmin en önemli konusu, ana karakter olan Salina Prensi’nin de dediği gibi, dünyanın artık leopar ve aslanların değil, sırtlanların ve çakalların yuvası haline gelmesi. Süresi boyunca bu konuyu gerçekleşen bir evlilik anlaşması çerçevesinde işleyen film, siyasi ve sosyopolitik metnine ek olarak bir de üçlü bir aşk hikâyesini ele alıyor. Tancredi’nin en başta ilgi gösterdiği kişi olan Concetta (Lucilla Morlacchi) Prens’in öz kızı. Ancak Tancredi bir davette gördüğü Angelica’ya vuruluyor ve onunla yapacağı, oldukça fazla maddi kazanç getirecek olan evliliğe odaklanıyor. Bu değişimden oldukça etkilenen Concetta, kalbi kırık olarak yoluna devam etmek zorunda kalan, içine kapanık bir iyi aile kızı olarak gösteriliyor.

Bir Devrin Bitişi

Prens, ailesi ve onlar gibi aristokratlar leopar ve aslan olarak anılırken, yerlerini almakta olanlar, gittikçe artan bir şekilde, sonradan görme burjuvazi, yani çakallar ve sırtlanlar oluyor. Bu burjuvaziye Tancredi’nin nişanlısı Angelica ve onun babası Don Calogero Sedara (Paolo Stoppa) gibiler de dahil olmakta. Prens her ne kadar gerçekleşecek olan bu evliliği tasvip etmese de bir yandan bu evliliği düzenleyen kişi de yine kendisi. Çünkü değişen bir dünyada, üstelik kendi zamanları çoktan geçmişken ayakta kalabilmek adına, birçok şeyi değiştirmek zorundalar.

Bu hızla değişen dünyada acı çeken Prens ve onun idealleri filmin yönetmeni Visconti’yi birebir aktarıyor diyebiliriz. Zira Visconti İtalya’nın en soylu ailelerinden birinden gelmekte ve biliniyor ki inanılmaz bir zenginliğe sahip, kendisi Kont. Ancak o da artık gittikçe dibe çöken bir aristokrasiden mustarip ve bu sebepten acı çekmekte olan bir ruh. Onun bu acısını ve eski zamanlara olan özlemini, aynı zamanda da İtalya’ya olan eleştirisini bu filmde görebiliyoruz.

Siyasi Huzursuzluk Evresinde Çıplak Bir Sicilya Portresi

Film hem uzak hem de yakın plan çekimler konusunda çok başarılı. Saraylarıyla birlikte hem yıkık dökük sokaklı Sicilya, hem de karakterlerin içsel çatışmaları çok iyi yansıtılıyor. Özellikle filmin sonunda bunu çok net bir biçimde görebiliyoruz. Balo esnasında Salina Prensi’nin yaşadığı umutsuzluğu ve rahatsızlığı onun sürekli olarak terleyen yüzüyle yansıtmış Visconti. Onun ölüm korkusunu, sahip olduğu en önemli şey olan saygınlığının bir avuç yeni türemiş toprak sahibi zengin sebebiyle yitip gideceği gerçeğini gözlerinde görebiliyoruz. Filmin görselleri kadar müzikleri de ayrı bir şaheser olma özelliği taşıyor. Visconti, filmlerinin dışında opera sahnelemeyi de çok seven birisi (hayatında 20 kadar opera sahnelemiştir), dolayısıyla bu filmin hem görsel hem de işitsel olarak bu kadar başarılı oluşuna şaşırmamak gerek.

Filmin en çok konuşulan yanlarından bir tanesi oldukça uzun süren balo sekansı… Gerçekleşen bu balonun en önemli yanı Tancredi’nin müstakbel eşini kitlelere ilk defa sunuyor olması. Dolayısıyla balo, Prens’in gözünde, aslında bu saraya girmemesi gereken kişilerin onların arasına resmi bir biçimde katılışının töreni olma özelliğini taşıyor. Visconti burada çok başarılı bir geçiş sağlıyor. Tarladaki işçileri gösterirken, bir anda balo sahnesine ve oradaki kalabalığa geçiş yapıyor. Bu hem işçiler ve saraylıların hayatı arasındaki tezatlığı gözler önüne seriyor hem de aslında “eski köylüler” denebilecek Sedara gibi insanların “asıl ait oldukları” yer olan tarlalardan, şimdi içinde abes durdukları saraylara geçişini simgeliyor. Bu abeslik daha önceden Angelica’nın görgüsüzce kahkaha attığı ve Prens’in anında kalktığı yemek masası sahnesinde biz seyircilere ima edilmişti. Baloda ise Prens bazı kişilerin şamdanların değeri hakkında konuştuğunu duyuyor. Bu bozulan saray eşrafı düşüncesi ona kendi geçiciliğini ve ölümü hatırlatıyor.

Ölüm Korkusu ve Kalıcılık Problemi

Prens’in kalabalıktan kaçmak için girdiği odada gördüğü tablo onu hepten ölüm düşüncesinin içine sürükler. Balodaki tüm o saygısızlık, karmaşa, dedikodu ve çirkinlik onu yorarken, kendini hasta hissediyor. Tüm bu aristokrasi çöküşünün yanı sıra, gençliğe ve gençliğin aşk dolu dansına bakmak da kendi sonunu ve ne kadar yaşlanmış olduğunu hissetmesine sebep oluyor. Filmdeki balo sekansının her bir sahnesinin üzerinde iyice durmak gerek zira filmin tüm mesajını verme özelliğine sahip. Yalnızca birbirlerine odaklı âşık bir çiftin öpüştüğü odaya dans ederek giren ve etraflarından dolanan insanların varlığı, akabinde dansa bu çifti de katmaları sinema tarihinin görülmeye en layık sahnelerinden bir tanesi.

Filmin kapanış sahnesi ise adeta bir görsel anlatım şöleni diyebiliyoruz. Balodan tek başına dönmeye karar veren Prens, bozuk Sicilya sokaklarında yavaş yavaş yürüyor. Ardından oradan geçmekte olan bir din adamının önünde diz çöküyor ve günün ilk ışıklarında bir sokağa doğru girerek yapayalnız uzaklaşmasını görüyoruz. Prensin bu izolasyonu baloda başlıyor. Onun bu duygu durumunu yansıtan yakın plan çekimler, acısını, huzursuzluğunu ve gözyaşlarını gözler önüne seriyor. Diğer kişiler yoğun sıcak havada, kaotik bir kalabalığın ortasında eğlenirken bu durum Prens için boğucu oluyor.

Çağa Ayak Uydurmak

Balo sahnesi eski aristokratların gücünün artık şimdinin zenginlerinin eline geçtiğinin bir kanıtı ve ilanı olma niteliği taşıyor. Tam da bu sebepten Prens’in üzerinde yıkıcı bir etkiye sahip. Yalnızca Sicilya bazında değil, tüm İtalya ve akabinde Avrupa üzerinde pek çok değişime sebep olacak siyasi ve ekonomik olayları yansıtıyor Leopar. Krallık, iktidar, din ve asıl toprak sahipleri arasındaki güç dengelerini ve bu dengelerde meydana gelecek kaymaları gözler önüne seriyor. Sicilya’daki eski krallık dönemi biterken, Sicilya İtalya ile birleşiyor. Bu kaygan dönemde ise Tancredi, güç o sırada kimdeyse o tarafta yer alıyor. Kendisi bu belirsiz süreçte hayatta ve ayakta kalabilmek adına sürece uyum sağlıyor, bu sebepten dolayı Angelica’yla evlenmesi, ona karşı sahip olduğu hislerin yanı sıra, aynı zamanda mantıklı da. Yeğeni kadar adapte olamayan Prens yine de bu değişime ayak uydurulması gerektiğinin farkında. Bu nedenle yeğenine ve ailesine engel değil, ön ayak oluyor.

Visconti film boyunca spesifik bir karakterle eşleşmemize engel oluyor dersek abartmış olmayız. Çünkü her karakteri kendi kusurları ve güzellikleriyle görüyoruz, ancak çoğunluk olarak kusurlarıyla. Bu bakımdan izleyiciye heyecanla takip edeceği bir karakter sunmamasına rağmen film kendisini bir serüvenmişçesine izleyiciye sunuyor ve onu içine alıyor. İzleyiciyi ortamından oldukça izole etmesine rağmen, yine de hikâyesine tanıklık ettiriyor. Öte yandan en çok Prens’in duygularına tanıklık ediyoruz ve filmin sonlarına doğru da onu daha iyi anlayabiliyoruz. Bu da elbette Visconti’nin Prens aracılığıyla kendi duygularını anlatıyor olmasıyla örtüşüyor.

Prens’in yalnızca Garibaldi devrimiyle yükselen burjuvaziyi değil, Sicilya’nın kendisini de yermesiyle bir öz eleştiri niteliği de taşıyor film. Sicilya’daki kendini beğenmişliğe dikkat çekerek Sicilya’nın asla değişmeyeceği gerçeğine ışık tutuyor Prens, aslında Visconti’nin ağzıyla konuşarak: “Sicilya’dakiler kendilerini Tanrı gibi görürler”. Tüm bunlara rağmen, ailesi akıllıca hamlelerle bir şekilde bu fırtınada tutunmayı ve ayakta kalmayı başarıyor. Leopar işte tam da bu şekilde kaybolup gitmekte olan saygın bir geleneği ve onun son temsilcilerini taşıyor beyaz perdeye. Her ne kadar bu saygınlığı yüceltse de, çoğu zaman eleştirmekten ve yanlış olan kısımlarını gözler önüne sermekten kaçınmıyor, tıpkı Visconti’nin kendi hayatı için yapmış olduğu gibi. Böylelikle ortaya süresine rağmen izleyicisine oldukça kısa gelen, birçok yergi ve övgü dolu, hayranlık uyandıracak bir saray serüveni çıkıyor.

Ece Mercan Yüksel

Bir Cevap Yazın