Güney Koreli yönetmen ve senarist Park Chan-Wook‘un The Vengeance Trilogy (İntikam Üçlemesi) dizisinin ilk filmi olan 2002 yapımı Sympathy for Mr. Vengeance, intikamın en sıcak halini seyirciyi yorarak göstermeyi amaçlarken aynı zamanda ahlaki olan / olmayan davranışların ve sınıf çatışmalarının da bireylerin ruhsal değişimlerindeki etkisini gözler önüne seriyor.

Filmin biçimlenmesinin ardından senaryosu yazılan bu hikâyenin noktası, doğruları ve düzlemleri vardır diyebiliriz. Nokta: Sağır ve dilsiz olan Ryu’nun (Ha Kyun-Shin) böbrek hastası olan ablasının (Im Ji-Eun) böbrek nakli parası için ilk başta organ mafyası tarafından dolandırılması, sonrasında eskiden çalıştığı iş yerindeki zengin mühendisin kızını kaçırıp fidye alma planının yanlış işlemesiyle kendini ve anarşist sevgilisi Cha’yı (Bae Doona) bir intikam sarmalına sokmasıdır. Bu noktadan sonsuz sayıda doğru geçer. Bu doğruların belli kalınlıkları, başlangıçları ve sonları yoktur. Bu doğrular hikâye içerisinde bazen paralel bazen ise kesişen doğrular haline gelir. Nokta ve tüm bu doğruların gerçekleştiği yer ise karakterlerin sıradan hayatlarının düzlemidir fakat bu düzlem filmin sekansları ile eş doğrultuda değişim gösterir.

Usta yönetmen Park Chan-Wook filmin girişine aslında şu soruyu asar: Ahlaki davranış kavramı efsanevi, yüce bir yapıda mıdır yoksa sömürücü düzenin anarşist faaliyetleri engellemek üzere uydurduğu bir yalandan mı ibarettir?
RYU
Cha, Ryu’ya şunları söyler; “İki çeşit çocuk hırsızı vardır. İyi çocuk hırsızları ve kötü çocuk hırsızları”. Ryu ve ablasının içinde bulunduğu yokluk ve hastalık durumunda Cha’nın bu fikri, iyi bir amaç uğruna çocuk kaçırma olgusunu doğurur. Sistemi kabullenip eyleme geçmeme halinde ortada ölecek olan bir insan vardır. Ölümle boğuşan bu insanın sonunu getiren şey ise sistemin adaletsizliğidir. Bu durumda herkes kendi adaletini yaratmak durumunda kalır. Ryu ve Cha’nın zengin iş adamı olan Dong-Jin’in (Song Kang-Ho) kızı Yu-sun’u (Han Bo-Bae) kaçırmalarının amacı kötülük değildir. Yu-sun’un yanlarında iyi vakit geçireceğini henüz çocuğu kaçırmadan önce de aralarında konuşurlar. İlk başta kaçırma fikrine karşı çıkan Ryu’ya Cha, sıradan ve bitik hayatlarının özeti niteliğindeki şu deyişi söyler: “Haşlanmış domuz kaynar sudan korkar mı?”. Belki de haşlanmış domuzun korkması gereken şey kaynar su değil birilerinin ağzında etinin parçalara ayrılmasıdır. Nitekim hiçbir şey planlandığı gibi gitmez ve hayattaki en iyi planın plansızlık olduğu gerçeği apaçık ortadadır.
Aslında filmdeki en büyük intikam Ryu‘nun davranışlarından dolayı ablasının kendisini öldürmesidir. Kırılma anında yaşanan intikam duygusunu, kendi ölümü aracılığı ile kardeşine yaşatmayı amaçlamıştır.

Bir böbrek uğruna kardeşinin çocuk kaçırdığını ve işten kovulduğunu öğrenen abla, kendini öldürür. Aslında filmdeki en büyük intikam Ryu‘nun davranışlarından dolayı ablasının kendisini öldürmesidir. Kırılma anında yaşanan intikam duygusunu, kendi ölümü aracılığı ile kardeşine yaşatmayı amaçlamıştır. Fakat bu kırılma anı filmde apaçık olarak gösterilmez. Filmin yapısı itibariyle birçok olayın gelişim aşaması seyirciye yansıtılmaz. Olayların direkt sonucu gösterilir ve gelişim ile beraber kendini sona hazırlayamayan seyirci, önünde duran sade sonuç karşısında bir sarsılma yaşar. Bu bakımdan da film boyunca herhangi bir “kilit sahne” yoktur. Park Chan-wook seyirciyi odaya bir kapıdan sokmak yerine camdan girmesini sağlayarak odaya ulaştırır. Bu ulaşım sürecinde seyirci zihnen ve bedenen yorgun düşer.

İlk ölümün ardından çok geçmeden ikinci bir ölüm daha yaşanır. Yu-sun, Ryu’nun küçükken ablasıyla oynadığı nehrin kıyısında kalması gerekirken can vererek; nehrin bir parçası haline gelir. Ryu, Yu-sun‘un cansız bedenini nehirden çıkartmak için eyleme geçeceği sırada çocukluğu ve çocukluğunda nehrin ne kadar derin olduğu anıları zihnine çullanır. Bu durumda hareketsiz kalır. Çocukken boyunu geçen nehir şimdiki yaşında sadece ayak bileklerine gelmektedir. Ryu büyürken dünyası da onunla eş zamanlı olarak değişmiştir fakat cesaret edemediğinden kendisi büyürken dünyasını anılarındaki gibi küçük bırakmıştır. Bu küçüklük, aslında Ryu için üstesinden gelemeyeceği bir büyüklüktür.
DONG-JIN
İntikam alan ile intikam alınan artık yer değiştirmiştir. Evlat acısı yaşayan bir baba, ona bu acıyı yaşatanların peşine düşmesi ile hayatının ve kişiliğinin diğer yarısına geçiş yapar. Kötü bir amaçla kızlarını kaçırmamış olsalar bile Dong-Jin için amaç değil sonuç önemlidir. Kızının otopsisinde gözyaşları içinde kalan yaralı baba, Ryu’nun ablasının otopsisi karşısında sıkıntılı bir ruh hali ile esnemektedir. Ölü, onun tarafından olmadığı zaman değersizleşir veya kişiliğinin diğer yarısı; ölümü kanıksamış olan intikam duygusu ile var olan bir adamdır.
Yu-sun‘un cenazesinin yakılma sahnesinde aradaki cam ve seslerin boğukluğu bir bakıma Ryu‘nun hayatı nasıl gördüğünü açıklar. Acı ne kadar görülse de duyulamaz. Ölüm ne kadar sessizse bir o kadar da görünmezdir.

Dong-Jin, Cha’yı bulduğu vakit intikamını işkence ile almayı kafasına koymuştur. Cha’nın kulaklarından elektrik verirken üzerini yorgan ile kapatması baba olan kişiliğinin vicdanı ve intikam almak için var olan kişiliğinin öfkesi ile çatışmasının bir sembolüdür. Farklı bir okuma yapmak gerekirse Dong-Jin kızını kaçıranlardan o kadar nefret etmektedir ki onların işkence görürken veya ölürken dahi yüzlerini görmek istemez. Kızının otopsisinde duyduğu kemiklerin parçalanma sesinde kendini kaybeden Dong-Jin, işkencenin acısıyla çığlıklar atan Cha’nın haykırışlarını duyarken tamamen tepkisizdir. Yaşadıkları bir insanı ne denli değiştirebilir, güçlendirebilir veya zayıf düşürebilir bu karakter sayesinde anlatılmak istenmiştir.

Yu-sun‘un cenazesinin yakılma sahnesinde aradaki cam ve seslerin boğukluğu bir bakıma Ryu’nun hayatı nasıl gördüğünü açıklar. Acı ne kadar görülse de duyulamaz. Ölüm ne kadar sessizse bir o kadar da görünmezdir. İşten çıkarılan Peng (Masashi Fujimoto) patronun arabasının önüne yatar. Dong-Jin ve patron arabadan çıktıklarında Peng’in görüşü ile kamera açısı terstir (yukarıdaki görsel). Bu terslik Peng‘in hayatındaki değişimi ve aynı zamanda ileriki zamanlarda Dong-Jin‘in başına gelecekler yüzünden hayatının ters yüz olacağını önceden haber verir niteliktedir. Peng’in cinnet geçirerek karnına attığı dört bıçak darbesinin her biri aslında bir karakteri temsil eder. Bunlar; Ryu, Cha, Ryu’nun ablası ve Dong-Jin‘dir. Dong-Jin’in avucundaki bıçak kesiği ise kızı Yu-Sun‘un ölümünü simgeler. En çok acı veren o kesiktir ve ölmeden önce yine diğer eline aynı şekilde bir bıçak darbesi alır. Bu da acıların acı getirdiğinin ve bu acı ekseninin dar alandaki paslaşmalara benzediğinin göstergesidir. İlk dökülen kan beyaz bir tişörtün üzerinde bıraktığı iz ile görünür hale gelir. Artık lekesiz olarak yaşanan tek bir gün bile olmayacaktır.

Filmde dikkat çeken ögelerden bir diğeri de çoğu sahnede kendine birer yer edinmiş olan çiçekler ve bitkilerdir. Mekân ister hastane olsun, ister bir çatı katı veya sokaktaki evsiz bir adamın koltuğu olsun, çiçekler daima kendilerini var edecek alanlar yaratırlar. Kızının otopsisi ardından çimlerin üzerine dehşetle yığılan Dong-Jin ve kesik eliyle çimleri acı ve öfkeyle sıkması, hayatta kendine yer edinen güzelliklerin artık önemsiz birer detay olduğunu anlatır adeta. Bu güzelliklerden bir başkası ise Ryu‘nun deniz kabuklarından ve aynı mekân ve zaman tanımaz çiçeklerin canlı renklerine benzer boncuklardan yaptığı kolyedir. Bu kolye Yu-Sun‘un ölümüyle paramparça hale gelir. Denizlerden geleni boynunda taşırken küçük kız da suların bir parçası olmuştur. Tüm bu güzellik timsalleri çamura batmış ve görkemini yitirir hale gelmiştir.

Herşey görkemini yitirmeden önce Ryu organ mafyasının konuşlandığı yere doğru giderken merdivenleri çıkar. Her bir katta kamera daha da uzaklaşır. Kamera uzaklaştıkça karanlık daha da artar. Ryu‘nun ablasını kurtarmak için çıktığı merdivenler aslında onu tamamen karanlıkla çevrilmiş bir düzene götürür. Bu sıyrılma umuttur ve umudun yokuş aşağı bir yapıda azaldığını, Dong-Jin‘in istenen fidyeyi götürürken merdivenlerden bunalmış bir ruh hali ile inmesinden anlarız. Merdivenler karakterleri bir yerlere ulaştırır fakat ulaşılan bu yerler o merdivenlerden yuvarlanma ile aynı etkiyi yaratır.

RYU ve DONG-JIN
Noktadan geçen sayısız doğruların içinde sakladığı tek bir gerçek vardır Sympathy for Mr. Vengeance filmi hakkında; bu hikâyenin düzlemi ne kadar değişirse değişsin, doğrular ne kadar artarsa ya da azalırsa azalsın içinde “kötü” karakter barındırmaz. Kötü olan karakterler değil karakterlerin sıkışıp kaldıkları düzlemin yarattığı sistemdir ve ortada, bu sistem yüzünden birbirlerine kırdırılan karakterler ile onların acıları vardır. Kendisini dolandıran, böbreğini çalan ve bir kadına tecavüz eden organ mafyasını Ryu‘nun hem kendi hem de diğer dolandırılanların, tecavüze uğrayanların intikamı adına öldürmesi ahlaki değerlere göre hangi konumda yer alır? Sistemin acımasızlığı yüzünden en temel hak olan sağlık konusunda bile sahip olunan paraya bağlı olarak yaşanan veya ölünen bir düzende sevdiği için çocuk kaçıran, bu çocuğa zarar vermekten kaçınan insanların ahlaki değerler açısından bulunduğu konum neresidir? Çocuğu ölen bir babanın, adaletini diğer karakterler gibi kendisinin sağlamaya çalışması ahlaki değerlere göre nasıl konumlandırılmalı?

Park Chan-Wook filmin bitiminden sonra bile seyirciyi rahat bırakmaz. Sürekli haklı görülen taraf değişir, haksız görülenler haklı görülmeye başlanır ve tüm bunlar yaşanırken değişmeyen tek şey akan kanın kokusudur. Bir taraf tutma arzusunda olan seyirci sempati duyarken bir yandan da rahatsızlık hisseder. Çünkü intikam topu karakterler arasında sürekli paslaşılarak değersizleşmeye başlar. Bir acı bir başka acıyı beraberinde getirir. Kötü olan karakter yoktur, bunu Ryu‘nun organ mafyasından birisinin boynuna bıçak sapladığında ve o kişi kıvranarak ölürken Ryu’nun kendi boynunu sanki arterine baskı yaparak tutmasından, empati yeteneğinden anlarız. Dong-Jin‘in Ryu’yu öldürmeden önce ona dediği, “İyi bir adam olduğunu biliyorum ama seni neden öldürmem gerektiğini biliyorsun.” cümlesini Ryu duyamasa bile seyirci duyar ve asıl duyması gereken de aslında seyircidir.

İyi bir amaç uğruna eyleme geçirilen planların sonucu kendisi gibi iyi olmayabilir. Bu durumda intikam tohumu bu planın dahilinde olan kişilerin zihninde ve yüreğinde filizlenmeye başlar. İntikamların haklılığı veya haksızlığı yoktur. İntikam bir olgudur ve o olguyu gerçekleştiren bireylerin haklılık veya haksızlık durumları vardır. Bu durumda intikam bir seçimdir. Bu seçimi yapan kişi ne kadar haklı olsa da haksızlığa mahkûm duruma düşer. Yanlış soru yanlış cevaplar getirir. Neden ben sorusu yerine neden bu sistem sorusu sorulduğunda intikam alınması gereken durumlar da ortadan kalkmaya başlar. Çünkü değişen bir düzende intikamı getirecek her türlü unsur yok olur.

İntikam bir sonuçtur ve bu sonucu apaçık ortaya koyan kendi karakterlerinin, birbirlerinin kanlarını akıtarak var olmasını sağlayan ve o kanlar ile beslenen kan emici sistemdir. Bu sistemde yalnızca organlar değil aynı zamanda ruhlar da satılıktır. Sadece Park Chan-Wook‘un yarattığı nehirde değil her nehirde, “ister kum tanesi olsun ister kaya, ikisi de aynı şekilde batar suya”.