Bu yılın Şubat ayında e-posta aracılığıyla gerçekleştirdiğimiz Lorcan Finnegan röportajımızın Türkçe versiyonunu sizlere sunmaktan büyük mutluluk duyuyoruz. Yönetmen Finnegan’a Vivarium ve genel anlamda sinema üzerine sorular yönelttik, ayrıca yeni (ve hayli iddialı) projelerini de öğrenmiş olduk. Yazarımız Eda Bebek çevirdi, keyifli okumalar.

VIVARIUM’un gerçekten bayıldığımız, kendine özgü bir sinematografisi var. Bize, senaryoyu filmde izlediğimiz görsel kanvasa dönüştürme sürecinden bahseder misiniz?
‘Yonder’ın ortamı hep oldukça tuhaf bir yer olarak betimleniyordu, Magritte’in ‘Işık İmparatorluğu’ isimli resmi gibi; rüzgâr, yağmur, böcek veya herhangi bir tür doğanın olmadığı bir ortam. Yapay ve rahatsız edici bir yer. Mekânın estetiğini kontrol etmenin tek yolu bir set inşa etmekti, böylece gece veya gündüz için gerçek dışı bir ışıklandırma yapabilirdik.

Bütçemiz ancak, büyük bir deponun içine üç evin önünü inşa etmeye yetti (bütün ters açılar aynı arka planla ışığın yerini değiştirerek çekildi!) bu yüzden setin kullanımını maksimize etmenin ve klostrofobik bir his sağlamanın yollarından biri uzun lensle çekim yapmaktı. Setin sonunda mavi ekranımız vardı, böylece deponun setin bittiği tarafını çektiğimizde arka planı 2 boyutlu mat resimlerle değiştirebiliyorduk, bu mat resimler daha önceden çekilmiş fotoğraflar ya da sete uygun olarak bilgisayarda oluşturulmuş görseller oluyordu.

Setin ışıklandırmasında ilham aldığımız şeylerden biri, Gregory Crewdson’un fotoğrafları ve Roy Andersson’un filmleriydi. Uzun lenslerle (bir 140 mm ve 180 mm) oldukça fazla çekim yaptık ki mekânı sıkıştırıp klostrofobi hissini destekleyebilelim.

Film çekimi sırasında setteyken hiç orijinal senaryo üzerinde değişiklik yaptınız mı, ya da yapma ihtiyacı hissettiniz mi?
Sahnelerin üstünden geçip oyuncularla özel prova aldım, ve eğer bir şeyi değiştirmemiz gerektiğini hissedersek, bir aksiyon ya da bir repliği değiştirirdik. Esnek kalmayı ve yeni fikirlere açık olmayı, çekim sırasında bir şeyler denemeyi seviyorum. Yaratıcı bir çekim ortamı olması her zaman iyi bir şey.
Vivarium’un oldukça gri bir ortamı var, bu tabii ki filmin temasına uyan çok zekice bir tercih. Bize bu pastel renk konseptinin oluşma süreci hakkında bilgi verebilir misiniz?
Çekim başlamadan çok önce bir arkadaşımla tamamen CGI (bilgisayarda yaratılmış görüntü) ile, kameranın sıra sıra evlerin önünden geçtiği bir test üzerinde çalıştım. Testte renkler, evler arasındaki uzaklık, yolun üzerindeki yansımalar gibi şeyleri ayarlayabiliyordum. Renk teorisine ilgi duyarım ve mesela yeşil oldukça tuhaf bir renk. Doğada özgürlük ve tazelik hissi verebiliyor ama doğa olmadığında ve renk tonu hafifçe ayarlandığında zehir gibi görünebiliyor, zehirli atık veya zehir rengi gibi. Pastel nane yeşili ayrıca yeşilimsi ışığı oyuncuların yüzüne yansıtıyor, bu da onların hasta görünmelerine sebep oluyor.

Vivarium gerilimi başından sonuna kadar çok yüksek tutuyor, ancak müziğin çok da baskın olmadığını görüyoruz, en azından bir korku filminde olacağı kadar. Neredeyse yok denilebilecek oranda müzik tercih etmenizin altında yatan düşünce sürecine dair merakımızı giderebilir misiniz?
Başlangıçta ben hiç müzik istememiştim, sadece zaman zaman müzik gibi duyulabilecek bir ses tasarımı istemiştim. Fakat Kristian’la ses alanı üzerine çalışırken bazı kısımların müziğe ihtiyacı olduğunu hissettik. Ben filmdeki sesin ve müziğin kaygıyı tetikleyen ve baskıcı ama aynı zamanda duygusal ve bazen korkutucu; fakat başka filmlerden farklı olmasını istedim. Cam bardaklarla ve vurmalı enstrümanlarla deneyler yaptık ve örnekler çıkardık, sonra Kristian bu örnekler üzerinde dijital olarak değişiklikler yaptı. Ayrıca bazı sahnelerde çalınan bir org var, bana kiliseyi anımsatan bir şey bu, bu da filmin evreni ve temalarıyla güçlü bir uyum içinde.

Filmin ismine gelecek olursak, bu ismi nasıl buldunuz? İsme bayıldığımızı söylemeye gerek yok.
Vivarium olarak adlandırılmadan önce birkaç başka ismi oldu, fakat bunların hiçbirisiyle tamamen mutlu değildik. Karikatürist ve sanatçı Cathal Duggan film üzerine bazı konsept tasarımları yapıyordu ve Vivarium’u isim olarak o önerdi. Anında bu ismin mükemmel olduğunu düşündük, böylece bu isim kaldı.

Film mükemmel oyuncularıyla da ilgi çekiyor. Oyuncuları seçme süreci nasıldı, karar vermek zor muydu, özellikle Martin ve Çocuk’u kimin oynayacağına karar vermek?
İlk olarak Gemma rolü için Imogen Poots’u seçtim ve birlikte oturup Tom rolüne kimi seçeceğimizi konuştuk. Bir liste üzerine çalıştık ve Jesse’nin (Jesse Eisenberg) ismi geçti. Imogen’le çok ilginç bir çift olacaklarını düşündüm bu yüzden senaryoyu Jesse’ye yolladık. Imogen onunla arkadaş, bunun faydası oldu. Baya hızlı okudu ve benimle New York’da buluşmak istedi. Buluştuk ve çok iyi anlaştık, böylece ekibe dahil oldu.

Çocuk karakterini canlandıracak kişiyi bulmak zorlayıcıydı. Yedi yaş versiyonuyla başladım, en zorunun o olacağını biliyordum çünkü. Birçok çocuk izledik ama çoğu normal yedi yaşında çocuklardı, çekingen ve doğal olarak çocuksulardı. Senan geldiğinde çok farklıydı. Bütün senaryoyu okudu ve anladı. Karakterinin kim olduğunu ve diyalogların çoğunu biliyordu. Seçmelerde boğaz sahnesini bile yaptı, çok etkileyiciydi!

Başlangıçta senaryoda bebek, yedi yaşındaki çocuk, on beş yaşında ve tamamen büyümüş bir çocuk vardı. O yüzden birbirine benzeyen üç çocuk bulmaya çalışıyordum ama Eanna’yı (Hardwicke) gördüğümde ortanca çocuğa ihtiyacımız olmadığını fark ettim. Ortanca çocuk sadece birkaç sahnede vardı, yani o sahnelerden birini kesersek (kestik de), onu sadece bir kere görmek çok tuhaf olacaktı. Eanna biraz daha küçük ve biraz daha büyük yaşları oynayabiliyordu. Ayrıca karaktere oldukça durgun, ölçülü ve tehditkâr bir ton verebiliyordu ve bu çok hoşuma gitti. Ortanca çocuk rolüne düşündüğüm çocuk olan Walter filmin sonuna doğru el çırpan adam olarak filmde kalabildi.

Emlakçıyı bulmak muhtemelen en zorlu görevdi. Çoğu insan rolü fazla gerçekçi oynuyordu ve benim aradığım tuhaflık, ürperticilik ve komedi arasındaki dengeyi anlayamıyordu. Sonunda Jonathan Aris’ten kendi kaydettiği seçme videosunu aldım ve harikaydı, rolün tamamen hakkını vermişti.

Diğer röportajlarda Vivarium’un yarattımında Roy Andersson ve Magritte gibi ilhamların etkisi olduğunu söylüyorsunuz. Tabi ki Vivarium fikri 2012 yapımı kısa filminiz FOXES’a dayandığı için bir ilham olarak değilse de, Aronofsky’nin filmi Mother!’a filminizin yakın akrabası diyebilir miyiz yoksa bu zoraki bir tahmin mi olur?
VIVARIUM üzerine çalışmaya 2013 yılında başladık yani Mother! çıktığında senaryo büyük ölçüde kilitlenmişti, ama filme bayıldım. Bir stüdyonun Mother! kadar ilginç ve görsel olarak çekici bir film yaptığını görmek müthişti. Aronofsky’nin işlerinin büyük bir hayranıyım.

Yere bir çukur açma fikrini sormak istiyoruz bir de. Biz bunu oldukça metaforik bulduk, bu bir labirent ama aynı zamanda evler de böyle yapılıyor hem insan hem de hayvanların dünyasında. Garret Shanley’le bunu yazarken bunun arkasında özel bir hikâye veya fikir var mıydı?
Benim için çukur hem bir işi, hem de bir ipoteği temsil ediyor. Her sabah işe gitmek için uyanıyoruz, içinde yaşadığımız evin parasını bankaya geri ödeyebilmek için. Bu tuhaf bir davranış, ama çoğumuz yapıyoruz. Çalışıp borcumuzu ödemeye devam ediyoruz, ta ki borcun bitimine, yani öldüğümüz ana kadar. Tom bir ses duyuyor, özgürlük sözü veren bir ses gibi, ve onu kazmaya motive eden şey bu ses oluyor. Ama bu izleyiciler tarafından farklı şekilde yorumlanabilir, hiçbir yorum yanlış değil!

VIVARIUM, distopik bir şekilde, onlara atanmış evlerde, onlara dikte edilen hayatı yaşayan insanların hikayesini anlatıyor. Fakat gerçek hayatta da maalesef işler pek de farklı değil. Yonder’ın bugünün gerçeği olduğunu düşünüyor musunuz?
Yonder’ı gerçekliğin bir mübalağası olarak görüyorum. Her şeyi abartarak ve olaylara farklı bir açıdan bakarak durumun absürtlüğünü daha açık bir şekilde görebiliyoruz.

Ve son olarak, acaba bize gelecekteki projelerinizden bahsedebilir misiniz? Teşekkür ederiz.
NOCEBO adında yeni bir film üzerine çalışıyorum, hızlı moda üzerine gerçeküstü bir gerilim, Doğu’nun Batı tarafından sömürülmesi ve zihnin gücünün vücudu ya iyileştirmesi ya da vücuda zarar vermesi üzerine. Ayrıca PRECIPICE adında bir psikolojik bilim kurgu filmi üzerine çalışıyorum, bu da erillik, bilinç aktarımı ve kolektif zekâ hakkında.
Çeviri: Eda Bebek
Sorular: Burcu Meltem Tohum & H. Necmi Öztürk