OLDBOY: Modern Zaman İnti-Kan Söyleni

Güney Koreli yönetmen ve senarist Park Chan-Wook‘un The Vengeance Trilogy (İntikam Üçlemesi) dizisinin ikinci filmi olan 2003 yapımı Oldboy, Kafkaesk, mitolojik ve aynı zamanda felsefi bir neo-noir yaratımıdır. Mali olarak başarılı olmaya çalışan bir film türü olarak exploitation (istismar) filmlerinin bir alt türü olan rape-revenge (tecavüz ve intikam) konulu Oldboy filmi, yönetmen Chan-Wook‘un bu dizisindeki ilk filmi olan Sympathy for Mr. Vengeance gibi (maddi) başarısızlığa uğramamıştır.

Türünün genellemelerini saf dışı bırakarak yepyeni bir diyalektik ortaya koyan Oldboy, konusu itibatiyle Alexandre Dumas‘nın Monte Kristo Kontu (Le comte de Monte Cristo) ile benzerlikler taşır.  Dumas’nın eserinde Edmond Dantès, 14 yılını haksız bir nedenle hapiste geçirir. Kendini bu süre içerisinde eğitir. En sonunda Dantès hapisten kaçar ve artık yalnızca intikam için var olan bir adamdır. Eskiden çok iyi bir insanken, artık tamamen değişmiştir. Fakat Oldboy‘un ana kahramanı olan Oh Dae-su (Min-sik Choi) değişimini tam olarak tamamlayamaz. Bunun nedeni de 15 yıl önce kaçırıldığı yerin yakınındaki bir binanın çatı katına bırakılmadan önce hipnotize edilmesidir. Çatı katına bırakılan Oh Dae-su bir bavulun içinden çıkar. Bu da bir bakıma yeniden doğuşu ve bir maceraya atılmanın başlangıcı olarak görülür. Kahraman, kendi mikro-habitatından ayrıldığını sanırken bu kavramın tam tersi bir durumla, daha büyük bir mikro-habitatta hayatta kalma savaşıyla karşı karşıya kalmaktadır.

Bir yaşamın ikinci yarısına başlama düdüğünü temsil eden bu çatıda yalnızca Oh Dae-su yoktur. İlk film olan Sympathy for Mr. Vengeance‘ın son sekansından hafızalara kazınan ve Dong-Jin’in ölümüne sebep olan anarşist çetenin bir üyesi (Kwang-rok Oh) de burada köpeği ile beraber intihar etmekle etmemek arasında kalmıştır. The Vengeance Trilogy serisinin filmleri arasındaki tek bağlantı bu karakterdir ve bu karakter de izleyiciye filmlerin aynı evrende geçtiğini gösterir. 

Oh Dae-Su kısıtlanmış özgürlük alanına adım attığında şu sözleri söyler; “Gülersen bütün dünya seninle güler. Ağlarsan tek başına ağlarsın.”

Bu dizeler Amerikalı yazar ve şair Elle Wheeler Wilcox‘un Solitude (Yalnızlık) şiirinde yer alır. Park Chan-Wook çoğu zaman edebiyattan ne kadar ilham aldığını anlatmıştır. Franz Kafka‘dan çokça etkilenir. Oldboy kahramanlarından Mi-Do’nun (Hye-Jeong Kang) metro sahnesinde görülen devasa karınca aslında Kafka‘nın 1915 tarihli ünlü eseri Die Verwandlung‘da (Dönüşüm) bir sabah uyandığında kendini böceğe dönüşmüş olarak bulan Gregor Samsa‘nın bir replikasıdır. 2003 yapımı Oldboy filmini Kafkaesk olarak tanımlamak yanlış olmaz zira yapımın irrasyonel atmosferinde gerçekleşen irrasyonel durumlar çevredekiler tarafından tuhaflıkla karşılanmaz. Hatta bilinen ve algılanan gerçeklikten kopma, uzaklaşma söz konusudur. Park Chan-wook, kahramanların hissettikleri sarsıcı duygu durumlarını izleyiciye de hissettirme çabasındadır ve Kafkaesk yaratımlarda okuyucu veya izleyici bu hislerin bir parçası haline gelmektir.

Yönetmen ve senarist aynı zamanda Sürrealizm / Gerçeküstücülük ve Absürdizm (Usa aykırılık, saçmalık) akımlarından da faydalanır çünkü Chan-wook için sinema ve film insanları rahatsız etme amacıyla kullanılmalıdır. Fakat Chan-wook aynı zamanda şunu da dile getirir; “Karakterin düşünceleri, yönetmenin düşüncelerini yansıtmak zorunda değildir.” Bu durumda Park Chan-Wook, yazar ile anlatıcının (narrator) iki farklı dinamiğe sahip yapılar olduğunu anlatma çabası içerisindedir. Usta yönetmen ve senarist Park Chan-wook’un filmlerini imge olmadan düşünmek hata olur. Oldboy filminde de yönetmen el, dil ve kulak imgelerini kullanır. 

EL – (SON)

Filmin merkez karakteri olan Lee Woo-Jin (Ji-Te Yoo) kendine göre haklı bir sebep ile Oh Dae-su‘yu 15 yıllık bir oda hapsine sokar. Bunun sebebi, lise zamanında kız kardeşi Soo-Ahn (Jin-Seo Yoon) ile olan ensest ilişkisidir. Bu ilişkinin görgü tanığı ise Oh Dae-su‘dur ve yalnızca görgü tanığı olarak kalmaz. Gördüklerini dile getirdiği için bu sırra sessizce ortak olmaktan çıkmıştır. Bunun sonucunda da Soo-Ahn hakkında çevrede dedikodular dolanır. Bir gün Woo-Jin kız kardeşi ile yürüyüşe çıktığı vakit Soo-Ahn köprüden kendini atmaya çalışır. Bu sırada Woo-Jin kız kardeşinin elini yakalar. Soo-Ahn ise ölmeden önce şunları söyler; “Hiçbir pişmanlığım yok. Senin var mı?” Bu sözlerden sonra Woo-Jin kız kardeşinin sıkıca tuttuğu elini bırakır ve onu böylece ölüme yollar. Burada Soo-Ahn‘nın pişman olmadığı şey ölüm arzusu mu yoksa kardeşi ile yaşadığı ilişki mi bilinmez. Bilinen tek şey Woo-Jin‘in kız kardeşini kurtarabilme durumu varken elini bırakmasıdır. Bu serbest bırakma ile tüm trajedi başlar. Eller kolaylıkla bir şeyleri var edebildikleri gibi kolaylıkla bir şeyleri yok edebilme gücüne de sahiplerdir. 

KULAK – (GWİ)

Woo-Jin tüm planlarını gerçekleştirirken yanından ayrılmayan bir ortağı vardır; Mr. Han (Byeong-Ok Kim). Bu her şeyi duyan fakat asla konuşmayan ortağın suçu Woo-Jin‘in şeytani planlarına ses çıkarmamasıdır. Filmin son sekansında Oh Dae-Su yanlış sorular sorduğu halde doğru cevaplara ulaştığında öfkeyle Woo-Jin‘e saldırır fakat Mr. Han bu saldırıyı geri püskürtmek için oradadır. Oh Dae-Su, Mr. Han’ı kulağından bıçaklar. Bu bıçak darbesini kulağına almasının bir anlamı vardır elbette: Her şeyi duyup, her şeyi görüp yine de sessiz kalması. Mr. Han’ın cezası Oh Dae-Su tarafından verilir. 

DİL – (HYEO)

Filmin son sekansında Oh Dae-Su‘nun aldığı cevaplar onu çileden çıkartır: Sevgilisi Mi-Do‘nun aslında öz kızı olduğu gerçeği, kızının Woo-Jin‘in bağlantıları ile Oh Dae-Su‘nun asla haber alamayacağı şekilde büyütülmesi, birbirlerine olan aşklarının hipnoz yoluyla sağlanmış olması, lisedeyken Woo-Jin‘in kız kardeşi ile olan ensest ilişkisini dillendirdiği için 15 yıl boyunca oda hapsinde tutulmuş olması ve son olarak da en sevdiği kadını Woo-Jin’in elinden almasına neden olduğu için Woo-Jin’in de Oh Dae-Su‘nun çevresindeki tüm kadınların hayatlarına son verdiği veya kendi planları için kullandığı gerçeği. Tüm bunlar onu çileden çıkarttığı kadar ona acı da verir. Sınırlandırılmış özgürlük alanında bile Oh Dae-Su, Woo-Jin’den intikam alamamıştır. Zamanında çevresindekilere anlatarak dillendirdiği ensest ilişki yıllar geçtikten sonra kendi başına gelmiştir.

Başına gelen bu olay Woo-Jin tarafından oluşturulan suni bir kader midir yoksa ne kadar kaçmaya çalışırsa çalışsın, ne kadar hapiste tutulursa tutulsun başına gelmemesi imkansız olan bir yazgı mıdır? Bu durumda okunuşu itibariyle benzerlik gösteren Oh Dae-Su‘nun ilham alındığı karaktere bakmakta fayda var; Oedipus. Oh Dae-Su aslında Oedipus’un modern bir replikasıdır. Bu replikada önemli olan kaderin doğallığı yanında yapaylığıdır da. Duygusal ilişki konumunda Oedipus ile farklılıkları bulunan Oh Dae-Su, kader düzleminde Oedipus ile aynı noktada durur. Bu noktadan farklı doğrular geçtiği halde nokta asıl özünü daimi olarak içinde barındırır. Oh Dae-Su Oedipus ile bir bağlantı taşırken Mi-Do‘nun Elektra ile olan bağı ne kadardır? Bu durumda da kader konumunda Elektra ile farklılıkları bulunan Mi-Do duygusal ilişki konumunda Elektra ile aynı noktada durur. 

Sınırlı özgürlük alanına ulaştığında Oh Dae-Su izleyiciyi Oplegnathus Fasciatus balığı ile tanıştırır. Yavruyken Kyungsang bölgesinde yaşayan bu balık ağlara takıldığında bile direnmekten ve çabalamaktan asla vazgeçmez. İsmi, Yunanca hoplon (silah) ve gnathos (çene) kelimelerinden oluşmuş bu balık karakteri bakımından Oh Dae-Su ile benzerlik gösterir. Bu silah çeneli balık da düşmanlarını ağzında çiğnemek ister, Oh Dae-Su da. Ve bu çiğneme işlemini yaparken bir bakıma diline çok fazla bir iş düşmez. Tüm öğrendiği gerçeklikten sonra Woo-Jin‘in ayaklarına kapanan ve onun köpeği olmaya bile razı olan Oh Dae-Su, dilinden doğmuş olan bu trajedinin kefaretini ödemek için dilini keser. Sonuçta gerçek, Woo-Jin’in dediği şekildedir; “Senin dilin benim kardeşimi hamile bıraktı. Woo-Jin’nin çükü değil, Dae-Su’nun diliydi”.

Park Chan-Wook‘un üçlemesinin ilk filminde de kullandığı karınca metaforu Oldboy‘da da geçer. Karıncaların zaman kavramları yoktur. Gece gündüz bilmeden çalışırlar. Bir yolu kat ederken bir noktadan başlayıp dünya üzerinde sarmal çizecek şekilde ilerlerler. Dünyayı dolaşmak isteyen karınca ulaşma yanılgısıyla başladığı noktaya geri döner. Kahramanın yolculuğu da yanılgısı da karıncanın yolculuğu ile yanılgısının yalnızca bağlamı değişmiş halidir. 

Son sahnede tekrar hipnoz aracılığı ile içindeki canavardan kurtulmayı amaçlayan Oh Dae-Su‘nun mimikleri Mi-Do ona sarılıp seni seviyorum cümlesini söyledikten sonra ilk sekansta görülen James Ensor‘ın Man of Sorrows tablosunun canlı bir haline dönüşür. Acının tatlı tebessümü olarak nitelenen bu dışavurum duygusu içinde aslında bir canavardan kaçışı, yorgunluğu temsil eder. Bunun öncesinde Woo-Jin‘in asansör içindeki intiharının motivasyonu ne olmuştur? 

Absürdizm akımının temele alındığı önemli eserler veren ve düşünce sistemlerine katkılar yapan Fransız düşünür ve yazar Albert Camus, Saçma ve İntihar denemesinde şundan bahseder; “Yaşama nedeni denilen şey aynı zamanda eşsiz bir ölme nedenidir.” Camus‘ye göre kurt insanın yüreğindedir ve onu için için kemirir. “Kendini öldürmek bir anlamda melodramda olduğu gibi içini dökmektir.” der. İntihar biçiminde var olan bu içini dökme durumu katarsisin farklı bir dile getirilmiş halidir zira katarsis denilen olgu trajedinin seyirci üzerindeki etkisidir ve bu etki bilinç dışına itilmiş duyguların yaşanıp boşalımıyla patojen duygulardan arınmak, başkalaşım geçirmek olarak görülür.

Woo-Jin bu katarsisi tam manası ile yaşamaktan geri durur ve Camus tarafından ölümcül sıyrılma olarak nitelendirilen umuttan habersizdir. Düşünme alışkanlığı edinmeden yaşama alışkanlığı edinen insanın temsili olan Woo-Jin, düşünmeden ölümü seçer. Bu konumda Camus‘nün şu sorusunu sormakta fayda var: Ölüme kadar götüren bir mantık var mıdır? Düşünce mantıkla beraber ilerler ve ilerleyecek bir yola sahip olmadığında da ne düşünce ne de mantık var olabilir. Böylesi bu durumda da ölüm kaçınılmazdır ve kaçınılmaz olan ölüm, anlamsızdır. 

Camus, Le mythe de Sisyphe (Sisifos Söyleni) eserinde intiharın faydalı bir çözüm olmadığından bahseder. Hayat bütünüyle absürttür ve yaşamak bu absürtlük ile var olan bağı hem korur hem de sürdürür. Eğer bilinç yaşamıyorsa akıl ile absürt arasındaki etkileşim var olmayacaktır. Bu durumda da “intihar yalnızca insanın nihai yazgısını hızlandırır.” der Camus. Asıl isyan Camus’nün de dediği gibi absürdü trajik yapan akıl seviyesi ile hayatın tüm absürtlüğüne yaşayarak baş kaldırmaktır. Rasyonel olan ölümü seçmek değil yaşamı seçmektir ve bu da düşünme alışkanlığı ile elde edilebilen bir seçimdir. 

Woo-Jin doğru cevaplar için doğru soruların sorulması gerektiğini savunurken kendisi doğru cevabın yolunu saptırmış ve anlamsız olan ölüm ile birleştirmiştir. Böyle bir konumda artık film genel intikam temasından bir miktar sıyrılıp bireysel intikam temasına geçiş yapar zira intihar da bir bakıma kişisel ve kişinin özüne dönük bir intikamdır. 

Sürekli olarak asansör gerginliğini gözlemlediğimiz ve bu gerginliğin sebebinin konfor aralığının en düşük seviyede olmasından dolayı ortaya çıktığını bildiğimiz bu mekân, Woo-Jin için kişisel alanın daraldığı bir mekândan daha da fazlası haline gelmiştir. Sınır ihlali artık bedeni aşıp bilince yönelmiştir. Asansörde yaşanan tek başınalık Woo-Jin’in kişisel alanını genişletirken bilinç seviyesini de aynı oranda arttırır ve geriye dönüşsel anıların yarattığı acı ile intiharı seçer. Modern yapılarda asansörlere eklenen müziklerin sebebi bir bakıma genel gerginliği azaltma amacıdır fakat olaylar Park Chan-wook‘un evreninde geçiyorsa bu müziğin yerini tek el ateş sesi doldurur. “İster kum tanesi olsun ister kaya, ikisi de aynı şekilde batar suya”. Unutulmaması gereken bir şey daha vardır ki; suyun gücü ve kanın yoğunluğu, ister kum olsun ister kaya, ikisini de aynı şekilde eritir trajik hayatta. 

Berfin Tutucu

İntikam Üçlemesi:

OLDBOY: Modern Zaman İnti-Kan Söyleni” için 2 yorum

Bir Cevap Yazın