A TOUCH of ZEN (Xia Nü) – Bir King HU Başyapıtı

Sinema tarihinde “başyapıt” kavramını çok sık telaffuz etmemek gerekli belki de ancak King Hu’nun 1971 tarihli filmi A Touch of Zen (Xia Nü), bizi bu nitelemeyi kullanmak zorunda bırakıyor dersek abartmış olmayız. Üç saatlik süresi ve doğası gereği birçok sanat dalına göz kırpmasıyla baştan sona bir sinemasal çığlık olan A Touch of Zen’i daha ilginç kılan ise, bir anlamda yönetmenin art house sinema anlayışını ve sanatçı olarak yaratıcı özgürlüğünü bu denli büyük bir prodüksiyona entegre etmeyi başarmış olması. Hayaletli askeri kale gibi mekanların inşasının dokuz ay sürdüğü, çekimlerinin yıllar boyunca devam ettiği bu büyük prodüksiyon, aynı zamanda ilk beş dakikasını sadece manzara çekimlerine ayıracak, kapanışını düşsel hatta psikedelik bir imgeler fırtınasıyla yapacak kadar da özgür. Sinemanın bu iki uç noktasının tek filmde buluştuğuna tanık olmak gerçekten de paha biçilmez bir deneyim.

Solda Ouyang Nian rolünde Tian Peng, sağda Gu Shengzhai rolünde Chun Shih.

Filmlerini Hong Kong, daha çok da Tayvan’da çeken Pekin doğumlu yönetmen King HU, prodüksiyon konusundaki bu özgürlüğünü bir önceki filmi Dragon Inn’in (1967) başarısına borçlu elbette. King HU, Dragon Inn’in hemen ardından 1967’de A Touch of Zen üzerine çalışmaya başlar ancak neredeyse ilk yılın tamamı devasa dekorların inşasıyla geçer. Ardından çekimler iki yıl boyunca devam eder ve 1969’un sonlarına doğru, HU üç saatlik filmini tamamlar. Burada sorunlar prodüktörlerin filmi ikiye bölme girişimiyle patlak verir, meşhur bambu ormanı dövüşü sahnesinden ikiye bölünen film 1971’de Tayvan’da gösterime sokulduğunda beklenen ilgiyi toplamaz, sonrasında yaklaşık 60 dakikası kesilerek iki saate indirilen farklı bir versiyonun dağıtımı yapılır, bu da neredeyse hiç seyirci toplamayacaktır.

Chung-Shan Wan, Hsu Feng, Chun Shih ve Bai Ying.

Ardından 1973’te, King HU filmi tekrar arzu ettiği 180 dakikalık haline getirme şansına kavuşur ve Cannes’da uluslararası prömiyerini (1975) yapan A Touch of Zen, seyirciler tarafından büyük beğeniyle karşılanarak festivalden Teknik Büyük Ödül ile döner (2001’e dek varlığını sürdüren, bu yıldan sonra “Vulcain” olarak adlandırılan ödülün orijinal adı: Grand Prix de la Commission Supérieure Technique). Filmin adını da açığa kavuşturmak gerekli çünkü yazımızın en başında parantez içinde paylaştığımız “Xia Nü” sözcükleri, Çince’de “A Touch of Zen” / “Bir Zen Dokunuşu” anlamına gelmiyor. Bu ismi King HU filmin Batı’daki yolculuğu için kendisi koymuş, açıkçası filmin atmosferi açısından çok da iyi bir isim, ancak Xia Nü ya da orijinal harflerle 俠女 ; dilimizde “Yüce Gönüllü Kız” (The Magnanimous Girl) veya “Kadın Şövalye / Kahraman” (The Ladyknight) anlamlarına geliyor.

Hsu Feng

Kaynak Yapıt: Liaozhai Zhiyi (1679)

Yukarıda açıkladığımız farklılığın sebebi, filmin uyarlandığı eserde yatıyor. Çin Edebiyat Tarihi alanında birçok araştırma yapmış olan King HU, en sevdiği yazarlardan birinin PU Songling (1640-1715) olduğunu söyler, özellikle de yazarın Liaozhai Zhiyi adlı, İngilizce’ye ilk kez Herbert Giles tarafından Strange Stories from a Chinese Studio şeklinde (Bir Çin Stüdyosu’ndan Tuhaf Öyküler) çevrilen öykü kitabına sıklıkla başvurur. Çeviri ile ilgili uyarımızı da yapalım, 1880’de yayınlanan bu çeviri, birçok Sinolog tarafından “yoğun sansür taşıdığı” ve “çok fazla yorum içerdiği” için eleştirilir. Başlıktaki “Bir Çin Stüdyosu” eklemesi bile çevirideki yorum ve Batılılaştırma oranı hakkında bir fikir verebilir, zira yapıtın adı sadece “Tuhaf Öyküler” olarak çevrilebilir, aslında “Çin” eklemesine gerek yoktur. King HU’nun A Touch of Zen için faydalandığı Xia Nü (Yüce Gönüllü Kız), bu kitaptaki hikayelerden biridir ve sadece üç sayfadır.

Filmin 1975 Cannes Uluslararası prömiyeri için hazırlanan basın kitapçığının kapağı. Kapaktaki kaligrafi King HU’ya ait.

Bu üç sayfayı üç saatlik bir film haline getiren ise, King HU’nun Çin tarihi ve edebiyatı üzerine var olan engin bilgisinin yanısıra, filmde Zen Budizmi’ne yer vermek istemesi ve bunu da, en azından sinemasal açıdan, daha önce görülmemiş bir şekilde başarmasıdır. Biraz da o nedenle “Bir Zen Dokunuşu” başlığının çok uygun olduğunu (naçizane) söyledik çünkü gerçekten de neredeyse her sahnede bu ruhani ve felsefi aura’yı hissetmek mümkün, dahası Uzakdoğu sineması uzmanı Tony Rayns’in dediğine göre filmi baştan sona Taoizm Ay’ı ile Budizm Güneş’i karşıtlığı üzerinden okumak dahi mümkün. Bu savı test etmek için filmi tekrar izlediğimizde gerçekten de takdire şayan bir tutarlılık olduğunu gördük, bulgularımızı biraz ileride paylaşacağız.

Taoizm – Budizm – Konfüçyüsçülük

King HU yaşlı bir Budist bilgininden kendisine “zen” kavramını açıklamasını istediğinde şu cevabı alır: “Zen açıklanamaz, ancak hissedilebilir”. Dolayısıyla yukarıdaki başlıkta yer alan kavramları burada açıklamak imkansız dediğimizde, bu sefer sadece “yazının kapsamını aşar” savı ön planda değil. Tarihsel ve toplumsal olarak baktığımızda Taoizm ile Budizm sıklıkla beraber anılsalar da, aslında inanç sistemleri olarak ele alındıklarında oldukça farklı noktadalar. Daoizm ya da daha yaygın kullanımıyla Taoizm, evrendeki tüm maddelerin kaynağı, şablonu ve tözü olarak yorumlanabilecek olan “Dao” (veya Tao) ile uyum içinde olmayı salık verir ve amaçlar. İki temel bileşeni Dao ve ölümsüzlük olan Taoizm, doğada var olan enerjiyi, akımı kullanmayı ve yönlendirmeyi de içerir.

Duman kullanımı ve Hsu Feng’in şapkasındaki bağcıkların rüzgar sayesinde resmen rol çalması.

Siddhartha Gautama’nın öğretilerine dayanan Budizm ise hayatın tamamen acı çekmekten ibaret olduğunu teslim ederken, bu acının üstesinden Nirvana’ya (aydınlanma) erişerek gelinebileceğini salık verir. Temel bileşenleri karma, yeniden doğuş ve geçicilik / değişim (impermanence / Anicca) olarak özetlenebilecek olan Budizm, meditasyon yoluyla maddi dünyadan ve genel anlamda tüm materyal bağlardan kopmayı, bu şekilde arınmaya ulaşmayı amaçlar.

Filmin efsanevi kapanışına doğru Budist rahiplerin arz-ı endamı, ardından tam anlamıyla “süzülerek” aşağı inecekler, King HU’dan son derece etkileyici bir sahneleme.

Dinsel bir inanıştan ziyade daha çok felsefi bir bakış olan Konfüçyüsçülük ise, doğal olarak Çinli filozof Konfüçyüs’ün öğretilerine dayalı bir düşünme ve dünyayı algılama sistemidir. İnsan olmak, adil olmak, topluma, toplumsal rollere uygun davranmak, sadakat ve aileye sadakat gibi kavramlar Konfüçyüsçülük için önemli olsa da, Konfüçyüs’ün felsefesini özetlemek için yetersiz elbette. Son bir not olarak bu üç düşünce sisteminin, birbirinden farklı olsa da tarih boyunca ve düşünsel düzlemde birçok noktada birbiriyle uyum içinde olduğunu da ekleyelim. Bu üç inanışın / felsefenin bir arada bulunması, 6. yüzyıldan bu yana Çin felsefesinde “Üç Öğreti” olarak adlandırılır.

Ön planda solda Rahip Huiyuan rolünde Roy Chiao. Kesinlikle filmin en iyi oyuncuları arasında.

Filme hakim olan Zen Dokunuşu

Yukarıda üç inanç ve düşünce sisteminden bahsetme nedenimiz, King HU’nun filminde onları doğrudan veya dolaylı olarak fazlasıyla kullanmış olması; birkaç yerde SHI Jun’un (Chun Shih yazılışıyla karşılaşmanız da mümkün)canlandırdığı Gu Shengzhai karakteri doğrudan Konfüçyüs’ten alıntılar yapar, ayrıca turuncu kıyafetleriyle Budist rahipler filmin kilit noktalarında ortaya çıkar ve Budist öğretiyi temsil edecek cümleler sarf ederler (tabii sadece varlıkları ve filmde önemli roller üstlenmeleri de yeterli). Tao felsefesi de gece çekimlerinde, özellikle de “doğadaki enerjiyi yönlendirmek” bağlamında dövüş sahnelerinde kendini gösterir. Filmde kullanılan müziğin de tüm bu felsefi ve ruhani altyapıyı desteklediğini ekleyelim. Yaklaşık 40 kadar filmin müziğine katkıda bulunan besteci WU Dai-Jang (NG Tai-Kong), bu filmde de harika bir işe imza atmış. Filmin 51. dakikasında, efsanevi oyuncu Hsu Feng’in canlandırdığı başkarakter Yang Huizhen’in şarkı olarak söylediği LÜ Mingdao adlı Li Bai (701-760) şiirini de unutmayalım.

Havada uçuşan başak taneleri de dumanla birlikte tüm maddeleri bir nevi moleküller arası bağ misali bir arada tutuyor.

Doğada var olan, tüm nesneleri, evrendeki tüm maddeleri birbirine bağlayan görünmez güç olan Taocu enerji (akım) bir anlamda gözle görünür hale geldiğinde ise, Zen Dokunuşu kelimenin tam anlamıyla vücut buluyor. Bunu da yönetmen oldukça basit sayılabilecek bir yöntemle, neredeyse her sahnede duman kullanarak, nesnelere yakın çekim yaparak, kameranın ağır ve umarsız hareketiyle uzak çekimlerde belli bir tekinsizlik ve bütünlük yakalayarak yapıyor. Özellikle filmin neredeyse tamamında kullanılan yapay duman, kameranın görüş alanına giren tüm nesnelerin varoluşsal çığlığını birbirine bağlayarak maddi dünyaya bir bütünlük katarken, aynı zamanda resmen büyülü bir şekilde, Taoizm ile Budizm’in veya bu iki felsefeye kendini adamış olanların tüm bu maddiyatın üzerinde olduğu, maddi dünyanın bir anlamda bu kişiler tarafından yönlendirilebileceği izlenimini doğuruyor. Kısacası zen tüm maddiyata, filmin her karesine dokunuyor.

Filmin tartışmalı sonu, zira Tony Rayns’e göre belki de (altın kanadığı için) Buda’nın kendisi olan Rahip Huiyuan burada “ileriyi” gösteriyor. Öte yandan bu sahnenin hemen ardından uzakta bir Güneş imgesi bizi karşılar, sanki Budist Güneş ile Dünyevi Güneş farkı ima edilir.

Taoizm AY’ı – Budizm GÜNEŞ’i

Daha önce de bahsettiğimiz gibi A Touch of Zen, Uzakdoğu sineması uzmanlarından Tony Rayns’in altını çizdiği gibi, Taoizm’in hakim olduğu gece çekimleriyle, Budizm’in baskın olduğu gündüz çekimlerinin karşıtlığı şeklinde okunabilir. Gece çekimlerinde Taoizm AY’ı, hayaletler ve gizem; gündüz sahnelerinde ise Budizm Güneş’i hatta Güneş ile doğrudan ilişkilendirilen Budist rahipler (özellikle rahip Huiyuan) ve “çözülen gizem” ön plandadır. Filmi bu bilgi ışığında notlar alarak tekrar izlediğimizde, aşağıdaki tablo ortaya çıktı.

Tabloyu incelediğimizde, Taoizm ile Budizm arasındaki fark, özellikle “gizemin açığa çıkması” düzleminde son derece bariz. Bu durumu genel anlamda cinayetlerin, büyük dövüşlerin ve hayalet sanrılarının hep gece vakti gerçekleşmesine bağlamak mümkün. Hatta ayrıntılara indiğimizde gece (3) sahnesinin gök gürültüsüyle bitmesini izleyen gündüz (4) çekiminin yağmurla başlaması gibi örnekler de verilebilir. İki flashback’in, yani Yang’ın kendi geçmişiyle ilgili herşeyi Gu’ya açıkladığı iki sahnenin (8 & 10) yine gündüz çekimi olması, daha da önemlisi gece (15) gerçekleşen büyük çaplı dövüşte Gu’nun icadı olan tüm savaş düzeneklerinin nasıl çalıştığının ayrıntılı olarak seyirciye açıklanmasının da yine bu dövüşü takip eden gündüz (16) sahnesinin başında yer alması filmdeki tutarlılık adına çok önemli.

Hsu Feng’in Li Bai şiirini seslendirdiği sahne.

Dolayısıyla gece sahnelerinde her zaman gizem, hayaletler, tekinsiz bir atmosfer baskın çıkıyor. Sadece sembolik olarak ima edilse de, Yang ile Gu’nun sevişmelerinin de yine gece (5) yaşanması önemli bir ayrıntı, hatta burada King HU doğrudan Ay’ın su birikintisindeki yansımasına yakın çekim bile yapar. Gündüz sahneleri ise her zaman Budizm Güneşi’nin hakim olduğu, gece vakti varolan gizemi ortadan kaldıran, tüm sırları açığa çıkartan bir niteliğe sahip. Örneğin Budist rahipler filmde sadece üç noktada görünürler (2, 10 ve 16) ve bunlar da her zaman gündüz sahneleridir, asla gece, yani Taoizm’e ait zaman diliminde görünmezler. Bir başka güzel örnek de hayaletlerle ilgili verilebilir; hayaletlerin işlev kazandığı sahneler (3, 13 ve 15) hep gece çekimleriyken, Men Da ile adamlarının bu hayaletli kaleye, bölgenin gerçekten hayaletli olup olmadığını anlamak için yaptıkları keşif ziyareti bir gündüz (14) sahnesidir. Bu da çok mantıklı çünkü bu sahnede genel olarak “hayaletlerin gerçek olmadığı” ima edilir.

Tian Peng, Bingyu Zhang (Gu’nun annesi) ve Chun Shih (Gu).

Sinemasal Özgürlük

Filmin bağımsız art house yapımlarını andırıyor oluşundan ve yönetmen King HU’nun film üzerinde neredeyse tam kontrolü bulunduğundan daha önce de bahsetmiştik. Yönetmene, Tayvan’da çektiği (ve büyük gişe başarısı getiren) ilk filmi Dragon Inn sonrasında yapımcılar tarafından bir anlamda carte blanche verilmesi, filmin çekildiği yıllarda olmasa da, 1975 ve sonrasındaki sinema severler için büyük bir nimet. Filmin tam 180 dakika olması, “dövüş filmi” olarak sunulduğu halde filmde ilk kez 56. dakikada bir dövüş sahnesine tanık olunması, ilk 7 dakikasında hiçbir repliğe yer verilmemesi, yine ilk 4 dakikasının sadece doğa çekimlerinden, kapanışının da neredeyse tamamen düşsel imgelerden oluşuyor olması gibi, genel gösterime sunulan bir yapımda veya bir blockbuster’da karşılaşılması hayli zor olan etmenlerin varlığı, A Touch of Zen’i sinema tarihinde ayrıcalıklı bir noktaya taşıyor.

Bambu ormanının çoğu sahnede olduğu gibi yine eğimli olarak kameraya alınmış olması Zen anlayışına yine şiirsel bir imada bulunmakta.

Filmin montajıyla ve kostümlerin tarihsel tutarlığıyla (Ming Hanedanlığı döneminde sarı ve turuncu kıyafetlerin sadece yüksek devlet yetkilileri tarafından giyilebilir olması gibi ayrıntılar) da bizzat ilgilenen King HU, dövüş sahnelerinin koreografisini (filmde de Xu Xianchun rolünü üstlenen) de Han Yingjie ile birlikte, geleneksel Çin dövüş sanatlarına değil de, daha çok Pekin Operası dans hareketlerine yaklaştırarak yine bu alanda devrimsel bir hamlede bulunmuş, kendisinden sonra gelecek olan sayısız dövüş filmini (özellikle Crouching Tiger, Hidden Dragon ile Zhang Yimou’nun Hero’su) etkilemiştir. Filmin 92. dakikasında yer verilen 8 dakikalık bambu ormanı dövüşü bile tek başına wuxia türünde özel bir yerdedir zira bambu ormanlarının son derece sık olmaları, koreografisi yapılmış bir sahnelemeye, hatta kameraların net bir şekilde görüntü almasına bile pek izin vermez, bu nedenle de wuxia türü içinde bambu ormanında çekilmiş sahne barındıran film sayısı çok azdır.

Sekiz dakikalık Bambu ormanı dövüş sekansının sonu.

Oyuncular

King HU 1975 yılında Tony Rayns’e verdiği bir röportajda sürekli aynı oyuncularla çalışması konusuna şöyle cevap verir: “Sanırım bu, iletişim kurmamızı kolaylaştırdığı için böyle. Ne istediğimi onlara söylediğimde artık beni kolaylıkla anlıyorlar. Hsu Feng ve Bai Ying, Union Film Şirketi’nde ders verdiğim öğrencilerdendi mesela”. Gerçekten King HU bu filmde de Dragon Inn veya Legend of the Mountain adlı yapımlardan hemen tanıyabileceğimiz isimlerle çalışıyor. Gu Shengzhai rolünü canlandıran Chun Shih’i (veya SHI Jun) Dragon Inn filminden (ve tabii ki çok sonraları Goodbye, Dragon Inn filminden de) hatırlayabiliriz, kendisi yönetmenin birçok filminde karşınıza çıkacaktır. Hadım Wei’nin yardımcısını canlandıran Tien Miao da aynı şekilde King HU’nun devamlı rol verdiği oyuncular arasında. Keza Bai Ying ile Xue Han da öyle.

Hsu Feng

Yukarıda alıntıladığımız röportajda adı geçen başrol oyuncusu Hsu Feng (XU Feng) ise gerçekten de yaşayan bir efsane ve özellikle Uzakdoğu sinemasında çok önemli bir isim. Asya sinemasının ilham veren yeni oyuncularını desteklemek adına Fransa’nın 2013 yılında oyuncu onuruna bir Hsu Feng Ödülü vermeye başladığını da hatırlatalım. Tayvan doğumlu Feng, A Touch of Zen dışında da Uzakdoğu Sineması’nın köşe taşı sayılabilecek birçok filminde yer almıştır ve günümüzde de önemli festivallerin jürilerinde görev yapan, fazlasıyla hak edilmiş birçok “hayat boyu başarı ödülü” sahibi bir oyuncu ve prodüktördür.

Hsu Feng

Sonuç

Açıkçası film hakkında daha söylenecek çok şey var. Özellikle çekim açıları, oyuncuların yönetimi ve sahne içindeki konumları, dövüşlerin koreografisi, King HU’nun çok fazla kesmeyle yaptığı montaj ve filmdeki Sergio Leone etkisi (örneğin gözlere yakın çekim yapılması) gibi konulara değinilebilirdi, ancak iki bin sözcüğü aşan yazımızı daha fazla uzatmayalım. Dövüş sanatları ile ilgili filmleri değil, genel anlamda dönem filmlerini, hatta sadece sinemayı seviyorsanız bile izlemeniz gereken, son derece incelikli bir film var karşımızda. King HU’nun Dragon Inn, Raining in the Mountain ve Legend of the Mountain gibi filmlerini de öneri listemize ekleyerek çalışmamızı noktalayalım. Bol filmli günler.

H. Necmi Öztürk

Dragon Inn hakkındaki yazımız için tıklayın.

Bir Cevap Yazın