2021 yılını arkamızda bırakmaya hazırlandığımız şu günlerde, özellikle her ikisi de 24 Aralık’ta gösterime giren Matrix Resurrections ile Don’t Look Up bağlamında hayli tartışmalı, daha doğrusu izleyenleri beğeni düzleminde ikiye bölen filmler izliyoruz. Matrix özelinde kişisel beklentiler rol oynadı, Don’t Look Up ise özellikle ABD’li eleştirmenler ve seyirciler tarafından, politik olmakla suçlandı. Sırf bu şekilde suçlanması dahi filmde sergilenen hicvi haklı çıkardığı için bu konuya birazdan değineceğiz ancak öncelikle yazar ve yönetmen Adam McKay’i kısaca tanıyalım. Anchorman serisinden hatırladığımız 1968 doğumlu McKay’in icra ettiği meslekler hanesine “yazar / senarist” nitelemesini mutlaka yazmamız gerekiyor çünkü kendisi, bir anlamda Amerikan komedisinin kalbinin attığı Saturday Night Live’da (SNL) skeç yazarlığına başladıktan kısa bir süre sonra, sadece 27 yaşında programın başyazarı olmuş ve bu pozisyonunu 6 yıl boyunca koruduktan sonra da orada zaman zaman çalışmaya devam ederek toplamda 120’den fazla bölümde (1995-2007) yayınlanan skeçleri ya bizzat yazmış ya da onlara katkıda bulunmuştur.

ABD Televizyonu’nun oldukça acımasız, herkesin gözünün üzerinde olduğu Saturday Night Live’da böyle bir kariyerinin olması hem azımsanmayacak bir başarı, hem de Don’t Look Up’ın bizleri bu kadar çok güldürmesinin yegane nedeni. SNL dışında Will Ferrell ile kurdukları Gary Sanchez Productions altında da birçok filmi geniş kitlelerle buluşturan veya kendi yazıp yönettiği filmlerin prodüksiyonunu üstlenen Adam McKay önce çok iyi bir yazar, ardından da iyi bir yönetmen. McKay ünlüler geçidi olarak özetlenebilecek bir kadroyla çektiği Don’t Look Up’ta da hem senarist, hem yönetmen, hem de prodüktör koltuğunda oturuyor. Oyuncu kadrosunda Leonardo DiCaprio ile Meryl Streep bulunuyor desek zaten film ilginizi çekebilirdi, ancak onlara Cate Blanchett, Timothée Chalamet, Jennifer Lawrence, Jonah Hill, Tyler Perry, Mark Rylance, Ron Perlman, Himesh Patel, Melanie Lynskey gibi oyuncular da eşlik ediyor ve liste daha da uzuyor.

Politik Göndermeler
Dediğim gibi özellikle ABD yakasından filme bu tür birkaç negatif eleştiri gelmiş, ne var ki yapımda dile getirilen onca önemli konu arasından sadece politik göndermelerin rahatsızlık yaratmış olması tam da filmde, Dünya’mıza eğer Everest Dağı büyüklüğünde bir göktaşı hızla yaklaşıyor olsa, insanların bir kısmının “göktaşının gerçek olduğu ne malum?” şeklinde karşılık vermesini hatırlatıyor. McKay’in filmini izledikten sonra, örneğin “Evrenin büyüklüğü ve gücü karşısındaki patetik durumumuz” gibi bir düşünceye kapılmak yerine, özellikle filmdeki politik göndermelerin altını çizmek hayli ilginç. Tabii ABD seyircisinin bir kısmının filmi beğenmemesindeki en büyük neden, McKay’in gerçekçi anlatımı sayesinde, bizzat kendilerini beyazperdede / ekranda görmekten hiç hoşlanmamış olmaları. Birkaç politik göndermeyi hemen sıralayalım.

“Yukarı bakma” anlamındaki “Don’t look up” cümlesi, filmin sonuna doğru meteorun çarpacağına / varlığına inanmayan komplo teoricileri ve halk tarafından slogan olarak kullanılır ve kalabalık kitleler, Meryl Streep’in canlandırdığı ABD Başkanı’nın konuşmalarında hep bir ağızdan bu cümleyi, belirli bir ritimde söylerler. Bu ritim elbette Donald Trump’ın konuşmalarında halkın bağırıp durduğu “Lock her up” (Tutuklayın o kadını) sloganının ritmiyle aynıdır, sözde tutuklanması gereken de Hillary Clinton’dır ancak neden tutuklanması gerektiği veya ortada herhangi bir suç bulunup bulunmadığı ne Trump ne de yandaşları tarafından hiçbir zaman dile getirilmemiştir. Hem filmde, hem de gerçek hayatta taraftarların gösterilere kırmızı şapkalarıyla geldikleri ayrıntısını da ekleyelim.

Filmde ABD Başkanı, ülkeyi oğlu Jason (Jonah Hill) ile beraber yönetir, burada da Trump’ın nadiren söz hakkı verdiği oğullarına, daha çok da kızı Ivanka Trump’a gönderme yapılmaktadır. Hatta bir sahnede Jonah Hill’in canlandırdığı Jason karakteri ABD Başkanı olan annesine (Streep) bakıp “annem olmasaydı ona çıkma teklif ederdim” anlamına gelen bir şeyler söylüyor, bu cümlenin aynısını (“kızım olmasaydı onunla birlikte olurdum büyük ihtimalle” şeklinde) 2016’da bir TV programında Trump, diğer konukların şaşkın bakışları arasında kızı Ivanka’nın yüzüne söylemişti. Dolayısıyla filmde birçok gönderme mevcut olsa da, bunlar tamamen gerçekte yaşanmış olan durumlara işaret ettiği için, yine gerçekçilik adına filmde yer alıyorlar.

Hiciv / Parodi
Filme yapılan “parodi” yakıştırmaları da tam olarak doğruyu yansıtmıyor aslında çünkü sözlüğe (TDK) hızlıca baktığımızda parodide “ciddi bir eserin biçimini bozmadan ona bambaşka bir özellik vererek biçimle öz arasındaki ayrılıktan gülünç etki yaratmak” söz konusu ve Don’t Look Up’ın yaptığı bu değil, daha çok “bir kimseyi, bir toplumu, bir düşünceyi, bir nesneyi, bir göreneği yermek” amaçlanmış ve yine TDK’dan aldığımız bu tanımın karşısında da “hiciv (yergi, satir)” yazmakta. Gücünü gerçekçiliğinden alan Don’t Look Up da hiciv türünün en olağanüstü örneklerinden biri ve bunu yaparken kesinlikle seyirciyi sıkmamayı başarıyor. Dahası bu kadar karanlık gerçekler üzerinden ilerleyen bir anlatıda resmen kendi ölümümüze, kendi yok oluşumuza gülmemizi sağlıyor ki bu da bilindiği gibi komedinin en büyük başarılarından biridir çünkü genelde seyircinin ölüm kavramı ile gülme eylemini bir araya getirmesi nadir ulaşılan bir komedi zirvesidir ve herkese göre değildir.

Binlerce Medeniyetin Evren Karşısındaki Anlamsızlığı
İnsan ve kibir hiçbir zaman iyi bir bileşim olmamıştır. Evrim sürecinin büyük ölçüde tamamlanmaya yaklaştığı iki milyon yıl öncesindeki ilk insan tarih sahnesine çıkar çıkmaz gördüğü hayvanları avlamaya, topladığı meyvelerin tadını çıkarmaya başlar ve iletişim kurmaya başladığında aklında beliren ilk düşüncelerden biri şu olur: “Karnımı doyurayım diye bir sürü meyve ağacı var, ne güzel!”. Hayır, o ağaçlar insanlar “için” oraya “konmuş” değil. Sadece “varlar”. Bu nedensizliği anlamakta hala zorluk çekiyoruz. Astronomlar “Dünyamız kendi ekseni etrafında 23,5 derecelik bir eğime sahiptir” dediğinde bile hemen “biz daha rahat yaşayalım diye!” tepkisini yapıştırıveriyoruz!

Dünya’nın eğimi, Güneş’e uzaklığı veya havadaki oksijen ve azot miktarları gibi verilerin “insanlar rahatça yaşasın diye” ayarlanmış şeyler olmadığını söylememize gerek var mı bilmiyorum. Dünya’daki tüm canlılar ve insanlar, en az 6 milyar yaşındaki Dünya’daki koşulların sonucu olarak ortaya çıkmış durumda, Dünya’daki yaşama şartlarının sonucuyuz, nedeni değil. Muhteşem bir kibir. İnsanlar olarak bu gezegendeki rolümüze biçtiğimiz değer, bir saksı bitkisinin yanında sırf şartlar uygun olduğu için kendi kendine yeşeren bir yabani otun, etrafına bakıp “ben rahat edeyim diye toprak ve su bile var!” demesine benziyor. Dünya üzerinde karınca ile insan arasındaki ilişkiyi kabul etsek de, evrendeki tüm varoluşlar bağlamında insanlığın da bir karınca kolonisinden farksız olduğunu aklımızın ucundan bile geçirmek istemiyoruz.

Don’t Look Up’ta insanların meteor haberlerine dönük inkar tepkilerinin temelinde de benzer bir ruh hali yatıyor şüphesiz. Everest Dağı büyüklüğündeki bir meteora 6 ay gibi kısa bir sürede teknolojik / askeri açıdan müdahale edebilecek konuma gelineceğine dair inanç da gücünü aynı kibir ve temelsiz özgüvenden alıyor. İnsanlığın “son 180 gününde” bu ortak düşmana dönük onlarca füze atışı yapılması gerekirken sadece birkaç denemeye güveniliyor. Bu noktada, meteorun çıplak gözle görülebilecek kadar yaklaştığı anın filmdeki yansımasına da şapka çıkartmak gerekir, böylelikle “görmek inanmaktır” deyişini çok güzel bir şekilde resmediyor McKay. Burada biraz içinde bulunduğumuz pandemi dönemine de göndermeler var, Covid-19 virüsünü “göremedikleri” için salgını inkar eden on binlerce insan mevcut ne de olsa.

“Bir nesne ancak insan ona isim verdikten sonra gerçek anlamda varlık kazanır” veya “eğer göremiyorsak büyük ihtimalle yoktur” gibi muhteşem(!) saptamalar da yine insanlığın kendine olan hayranlığının sınır tanımazlığından kaynaklanmakta. Materyalist felsefede “düşünen insan” karşılığı olarak dile getirilen “maddenin kendi üzerine düşünmesi” bu kadar da büyütülecek bir şey olmamalıydı belki de. Uzayın derinliklerinde hergün süpernova patlamaları gerçekleşir, bebek evrenler doğar, yeni galaksiler eskilerinin yerini alırken bizler için hayatımızın amacı çoğunlukla içinde yaşadığımız teraryumun en güzel köşesini kapmaktan ibaret. Bu tezat üzerinden herşeyi bırakalım anlamı çıkmasın elbette, zaten bu zıtlığın farkında olmamıza rağmen yaşamaya, üretmeye, sanat eserleri ortaya koymaya devam ediyor olmamız hayatlarımıza bir anlam katıyor, tek eksiğimiz tevazu.

Komedi Unsuru ve Oyuncular
Yukarıdaki birkaç paragrafın hayli iç karartıcı görünüyor olması, bir bakıma Adam McKay’in komedi dehası olduğunun da iyi bir göstergesi, çünkü Don’t Look Up’ın anlatısına sinmiş olan komedi yapısını filmden tamamen söküp aldığımızda, geriye yukarıda kendimce özetlemeye çalıştığım son derece karanlık tablo kalıyor. McKay ustalıkla yazdığı senaryo, nokta atışı espriler, komedi zamanlamasını çok iyi yakalayan bir montaj ve tabii ki incelikli oyunculuklar sayesinde bu denli karamsar bir konuya kahkahalarla gülmemizi sağlıyor. Oyunculuk demişken hemen konuya girelim, bizce harika oyuncular, izlemesi inanılmaz eğlenceli karakterlere hayat vermişler.

Eleştirmen Grace Randolph (YouTube kanalı: Beyond The Trailer) dahil birçok kişi Leonardo DiCaprio’yu canlandırdığı karakter Dr. Mindy ile alakasız ve inandırıcılıktan uzak bulmuş ancak en azından ben kesinlikle öyle düşünmüyorum, kanımca DiCaprio, rolünde ustalıkla kaybolmuş. Ariana Grande veya Chris Evans gibi sürpriz oyunculukların yanısıra filmi sırtlayan oyuncular elbette Leonardo DiCaprio (Dr. Randall Mindy), Jennifer Lawrence (Kate Dibiasky), Rob Morgan (Dr. Oglethorpe) Meryl Streep (ABD Başkanı), Jonah Hill (Jason Orlean) ve Cate Blanchett (Brie Evantee). Yine usta İngiliz oyuncu Mark Rylance da “Dünyanın üçüncü en zengin insanı” Peter Isherwell rolünde (film cep telefonu tanıtımı sahnesiyle Steve Jobs’a selam etmeyi de unutmamış) harikalar yaratıyor. Yan rollerde devleşen Tyler Perry, Ron Perlman, Timothée Chalamet, Himesh Patel ve Melanie Lynskey gibi isimleri de unutmayalım.

Yaklaşan Bir Meteor Karşısında Ne Yapılabilir?
Yanlış anlaşılmasın başlıkta sorduğum sorunun cevabıyla ilgili hiçbir fikrim yok, ancak yazımızı sonlandırmadan önce meşhur YouTube kanalı Veritasium’a Kasım 2020’de yüklenen son derece bilgilendirici videodan da kısaca bahsetmek gerek. Bu videoda açıklandığına göre UCLA Astronomi bölümü profesörü Dave Jewitt, tam da başlıkta sorduğum soruya (çapı en az 1 KM olan meteorlar özelinde) cevap aramak ve farklı çözüm önerileri sunmak için bilim adamlarından oluşan bir ekiple ortak çalışmış, en çok da aşağıdaki beş seçenek üzerinde durmuşlar:
- Nükleer bomba ile patlatmak.
- Meteora kenetlenecek bir roket aracılığıyla onu yörüngesinden çıkartmak.
- Güçlü bir lazer ışınıyla meteoru sıvı hale getirmek.
- Meteoru alüminyum folyo ile kaplayarak yönünü değiştirmek.
- Çarpacağı şehri tahliye etmek.

YouTube videosuna buradan ulaşabilirsiniz, Jewitt yaklaşık olarak videonun 14:40 – 17:40 arasındaki bölümünde bu beş yöntemin de neden bir işe yaramayacağını açıklıyor, uzun lafın kısası gezegenimize çapı 1 KM veya daha büyük bir meteor yaklaşırken, en azından 2020 itibariyle, yapabileceğimiz hiçbirşey yok.

Sonuç
Sonuç demişken filmin kişisel olarak en beğendiğim kapanış türüne, yani ucunu açık bıraktığı bazı ayrıntıları dolaylı yoldan açıklayarak gerçek anlamda bir “son” ortaya koyan tamamlayıcı kapanışa sahip olduğunu da söylemeliyim. “Aniden sonlanan” ve “düğüm kısmını seyircinin hayal gücüne bırakan”, başka bir deyişle biraz tembelce sonlanan filmlerle yıldızım bir türlü barışmadığı için Don’t Look Up’ın kapanışı (Bronteroc!) hayli tatmin ediciydi. Yazılar akarken bazı ek sahneler için ekranın başından ayrılmamakta fayda var. Don’t Look Up son derece trajik bir konuyu muhteşem bir hiciv kılıfı içinde o kadar ustalıkla sunuyor ki, gözümüzden akan yaşların sebebi hüzün değil kahkaha oluyor. Hem başarılı oyunculuklar hem de sahip olduğu sayısız ayrıntı nedeniyle defalarca izlenmeyi hak eden yapım, kesinlikle 2021’in en iyileri arasında. Şimdiden keyifli seyirler.
