Akira Kurosawa’nın 1980 yapımı filmi Kagemusha / Gölge Savaşçı, Japon tarihindeki Sengoku dönemine ışık tutuyor ve kısmi olarak o dönemin politik olaylarını işliyor. 1980 Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye ödülünü kazanan film bunun dışında da birçok ödüle sahip. Filmin yapımcıları arasında George Lucas ve Francis Ford Coppola da yer alıyor. Kurosawa’nın kariyerindeki belli bir noktada artık büyük prodüksiyonlara ihtiyaç duyan filmleri için sermaye bulmakta zorlandığı ve bu durumun kişisel hayatında da sorunlara yol açtığı bir gerçek.

Bunun yanısıra üretkenliği ve sanatı sebebiyle dünya çapında çok sevilen ve de sayılan bir yönetmen olduğu için, kendisinin hayranı olan yabancı yönetmenler, onun üretimine destek olmak amacıyla filmlerin maliyetinin karşılanması konusunda yardımcı olma yoluna gidiyorlar. Buna karşılık olarak filmin Amerika’daki dağıtımını 20th Century Fox üstleniyor ve uluslararası dağıtım için filmin bir bölümü kesilmiş olsa da, yine de 172 dakikası seyircisine ulaşmayı başarıyor. Kagemusha, Kurosawa’nın her filminde olduğu gibi yine başarılı bir oyuncu kadrosuna sahip. Ayrıca Kagemusha’da, Kurosawa’nın birçok filminde yer almış Takashi Shimura’yı ufak bir rolde de olsa son kez görüyoruz.

Kurosawa’nın hemen her filminde görsel ve işitsel bir ahenk görüyoruz ancak Kagemusha yönetmenin bu sanatını bambaşka yerlere taşıyor. Epik savaş sekansları, rüya sahnesi, askerlerin tasviri, renklerin kullanım biçimi ve filmin son sahnesi sinema içi sanat eseri olarak adlandırılmaya yaraşacak türden. Kitlelerin toplu bir dans ritüeline benzer hareketleri, her daim devinimde olan doğa unsuru ve gökyüzü, Kurosawa’nın sunduğu sinema deneyimini çok özel kılıyor. Kurosawa sinemasında birçok sahnede doğanın oynamakta olduğu rolü görmek mümkün. Her şey hareketsiz görünse bile, kapalı alandaki bir diyaloğun yansıtıldığı zamanda dahi açık olan pencereden uzakları görebilmek, oradaki denizin hareketiyle büyülenmek mümkün.

Devralınan Kimlik Problemi
Bu filmden beş sene sonra çekilecek olan Ran’da da göreceğimiz gibi, kanı ve ölümü simgeleyen kıpkırmızı boya, burada da savaş sahnelerini süslüyor. Çoğu yerde askerlerin yalnızca silüet olarak görünmesi ve kan kırmızı gökyüzü savaşı ve askerlerin canlı bir birey olmaktan uzaklığını, yalnızca ülkelerine, klanlarına hizmet eden piyonlar olduğunu ve kimliksizliklerini simgelerken, aynı zamanda mükemmel bir sinematografiye de işaret ediyor. Bunun dışında savaş alanında vurulan atların gösterilmiyor olması çok güzel bir ayrıntı olarak akıllarda kalıyor.

Atların vurulmasının akabinde yerde cebelleşiyor gibi duran atların gerçekte zarar görmüş değil, yalnızca belli bir miktarda uyuşturucu verilmiş atlar olması önemli bir nokta. Özellikle hayvan haklarının şimdiki kadar gelişmediği zamanlarda film çekimleri esnasında pek çok hayvanın telef olduğu açık. Hayata ve canlılara duyduğu sevgiyle bilinen Kurosawa’nın bu konuya dikkat etmesi ve hiçbir canlıya zarar vermeden mümkün olduğunca gerçekçi ve dramatik sahneleri çekebilmesi şaşırtıcı olmayan, usta yönetmenden beklenen bir özveri. Kurosawa bunu Kagemusha’da çok iyi başarıyor, öyle ki Kurosawa’nın bu özelliğini biliyor olsak dahi sahnenin gerçekçiliği insanı bir anlık düşünceye ve şüpheye itiyor.

Kagemusha birçok soruyu beraberinde getiriyor. Örneğin, kıyafetleri ve bu kıyafetlere yüklenen anlam olmadan bir adamı kral veya yönetici yapan şey nedir? Shingen’e duyduğu saygı ve sevgi sebebiyle her ne kadar istemeyerek de olsa onun dublörü olma görevini üstlenen Kagemusha ona öyle çok benziyor ki Shingen’in eşleri bile bunu fark edemiyor. Kagemusha Shingen rolüne öyle alışıyor, bu rolü öyle benimsiyor ki, ona en yakın komutanları bile artık dublörle asıl olanı birbirinden ayırt edemez hale geliyor. İki karakteri de canlandırmakta olan Tatsuya Nakadai’nin burada mükemmel bir işe imza attığı çok açık, her iki rolün de üstesinden başarıyla geliyor.

İmgeler ve Algı Yönetimi: Bir Dağ’ı Oynamak
Kagemusha’nın girdiği rol ona göre öyle gerçekçi ki, Shingen’in torununa derinden sevgi duyuyor ve çocuğu benimsiyor. Akabinde Shingen’in özel atını da kendi kontrolü altına alabileceğini zannetmesiyle her şey açığa çıkıyor. Ancak insanların Kagemusha’nın Shingen olmadığını anlamasının asıl sebebi, onun yıllar öncesinden kalma bir yara izine sahip olması gerektiği halde, o izi taşımıyor olması. Shingen gibi davranan, onun gibi konuşan, klanına komutanlık yapan Kagemusha bu şekilde bir lider olabiliyorsa, gerçekten onun Shingen olup olmamasının ne önemi var? Veya halihazırda o koltukta oturmakta olan Shingen’in bu dublörden ne fazlası vardı? Sürekli taklidin en sonunda bir gerçek halini alması, neyin doğru neyin yanlış olduğu konusunda izleyiciyi birçok düşünceye itiyor. Kagemusha’da gördüğümüz üzere, lakapların ve insanın üzerine geçirdiklerinin insanı şekillendirdiğini ve onu yönetici mi yoksa hırsız mı olacağı konusunda yönlendirdiğini anlıyoruz.

Yarattığı kimlik bunalımının yanı sıra, Kagemusha insanların ikiyüzlülüklerini ve aptallıklarını da gözler önüne seriyor. Dublörlüğünü yaparken ve insanlar onu Shingen sanırken bir kral gibi yaşayan Kagemusha, işi bittiğinde yaka paça dışarı atılıyor. Zamanında onu Shingen’den ayırt edemeyen, kraldan çok kralcı olan kesim, o tekrardan eski kıyafetlerine geri döndüğünde onu eziyorlar ve kovuyorlar. Kagemusha bu şekilde insanların psikolojisini de incelemeye açıyor. Düşmanlar Shingen yaşıyor zannederken Takeda Klanı’nı yenemiyorlardı. Zihinlerinde Shingen’in bir dağ gibi olan görüntüsü nereye giderlerse gitsinler önlerinde beliriyordu. Ancak Shingen’in gerçekten öldüğü açığa çıktığında, askeri gücünde hiçbir değişim olmayan bu klanı düşmanlar yenebiliyor. Bu da bir lider imgesinin insanların psikolojisi üzerinde oynayabildiği oyunları gösteriyor.

Bozulmayan Saflık: Bir Çocuğun ve Bir Hayvanın Kalbi
Kagemusha herkesi kandırabiliyor ancak çocukları ve hayvanları asla. Bu gerçek de yine insanların doğası üzerine birçok şey söylüyor. Shingen’in torunu Takemaru (Kota Yui) Kagemusha’yı gördüğü an onun bir dublör olduğunu anlamakta gecikmiyor. Yine de çocuğa duyduğu ve gösterdiği sevgisiyle Kagemusha Takemaru’yu kendine bağlamayı başarıyor. Shingen’in özel atıysa hiçbir zaman kandırılamıyor. Sırtına gerçek efendisinden başkasını asla almayan bu at, beklenildiği üzere Kagemusha’yı sırtından atıveriyor. Bu da her şeyin sonu oluyor.

Kurosawa hangi filmini izlersek izleyelim bir sinema ustası olduğunu her daim açıkça ortaya koyuyor. Kagemusha’da sürreel rüya sahnesiyle, savaş çekimleriyle, Kagemusha’nın filmin sonunda deniz üzerindeki şiirsel süzülüşüyle sinemadan adeta başka bir sanat yaratıyor. Kurosawa’nın ince düşünen, derinlikli ruhunun yansımasını onun yaptığı her işte görebiliyoruz. Filmlerindeki görselliğe eşlik etmekte olan müzikler de yine aynı şekilde bambaşka bir güzelliğe sahip.

Kurosawa Kagemusha’da birinin yalnızca zayıf bir taklidiyken ona duyulan saygı, sevgi ve bağlılıkla kişinin kendi asıl kimliğinden nasıl sıyrılabileceğini, yerine geçmiş olduğu adamın klanı için kendi canını verebileceğini ve bu klanın bayrağını korumak için elinden gelen her şeyi yapabileceğini duygu yüklü bir sonla perdeye yansıtıyor. Böylece Kagemusha, Kurosawa’nın en güzel işlerinden birisi olarak hafızalara kazınıyor.