BASTARDEN – Uğruna Yaşamaya Değecek Herşey ve Herkes Adına

Yıl 2002 veya 2003 olsa gerek, babamla İstanbul Film Festivali’nde bir 19:00 seansına zar zor yetişmiş, salonda yerimizi almış filmin başlamasını bekliyorduk. Birden anons geçmeye başladılar: “Gösterilecek film elimize ulaşmadı, yerine başka bir film gösterilecektir”. Tadımız kaçmıştı ama salondan çıkmak yerine kalmayı tercih etmiştik, karşımıza çıkan film ise, bugün dahi halen en sevdiğim İtalyan komedilerinden biridir, başrollerinde Sophia Loren, Marcello Mastroianni ve Vittorio de Sica’nın bulunduğu Peccato Che Sia Una Canaglia (1954). Bu yıl 80. Venedik Film Festivali’nde Dünya Prömiyerini izleme şansı yakaladığım ve başrollerinde Mads Mikkelsen ile Amanda Collin gibi usta oyuncuların bulunduğu, yönetmen koltuğunda ise Nikolaj Arcel’in yer aldığı Bastarden (2023) belki yukarıda bahsettiğim kadar “sürpriz” bir film olmadı benim için, ancak aradan hayli vakit geçmesine rağmen üzerimden bir türlü silkeleyemediğim, etkisinden kurtulamadığım filmler arasında yer aldığına göre, filmin derimin altına fazlasıyla işlediği aşikar. Ülkemizde ne zaman gösterime gireceği henüz belli olmayan film umarız en kısa zamanda herkes için ulaşılır hale gelir, ısrarla tavsiye ederiz. Sonda söyleyeceğimizi en başta söylediğimize göre, filmin ayrıntılarına geçelim.

Mads Mikkelsen

Öncelikle filmin, bu yazının kapağı olarak seçtiğimiz afişi sizi yanlış yönlendirmesin, zira filmin üç afişi de birbirinden kötü. Diğer iki afişi burada paylaşmak dahi istemedik, geriye “başroldeki oyuncunun koca kafası altına diğer oyuncuları dizmek” adlı, büyük ihtimalle prodüktörlerin hiçbir oyuncunun menajerini kırmamak adına başvurdukları dahiyane (!) format kaldı. İkinci olarak da filmin adından bahsetmek gerek, zira filmin orijinal, Danca ismi olan ve “soysuz” / “babası belli olmayan” anlamına gelen Bastarden kanımca çok anlamlı ve ironik bir isim, nedenlerine değineceğiz. Filmin yaygın İngilizce adı ise, The Promised Land yani “vadedilmiş topraklar”. Bu ismin dini bir gönderme içermesi nedeniyle, filmde Mads Mikkelsen’in canlandırdığı karaktere vaat edilen arazi, sanki tanrısal bir varlık tarafından vaat edilmiş gibi duruyor, dolaylı olarak da “bir soylunun bir soysuza vaat etmesi” bağlamında, vaat eden tarafı yüceltiyor; bu ayrıntı ise filmin temel fikirlerinden birçoğuna aykırı bir durum. Filmde açıkça gördüğümüz gibi, soylu kesimin insanlıkla veya “asil” denebilecek incelikli davranışlarla en ufak bir alakası yok. Bu yüzden de taraflı ve yanlış yönlendiren bir başlık.

Amanda Collin

Senaryo

Film henüz genel gösterime girmediği için çok kısaca konusundan bahsedecek olursak, öncelikle anlatı iskeleti bizi 18. yüzyıl Danimarka’sına taşıyor. Uzun yıllar sürdürdüğü, başarılarla dolu askerlik görevinden 1754 yılında emekli olan yüzbaşı Ludvig von Kahlen (Mads Mikkelsen), Danimarka Kralı V. Frederik’in arzuladığı (ancak kimsenin yapmaya kalkışmadığı) bir işe girişiyor: Hiçbir şeyin yetişmediği, sadece kurtların ve haydutların uğrak yeri olan çorak bir bölgeyi tekrar tarım alanı haline getirmek. Bu bölgeye de, eğer bir şey yetiştirmeyi başarırsa, King’s Land (Kralın Toprağı) adını verecektir (filmin en başta düşünülen adı da buymuş, sonrasında Bastarden olarak değiştirilmiş). Bu projesini Kraliyet erkânına sunduğunda, toprak ve soyluluk unvanı verileceği vaadiyle birlikte, çalışması onaylanır. O bölgede bir süredir gözü olan aristokrat Frederik De Schinkel (Simon Bennebjerg) ise von Kahlen’in işini, en hafif tabiriyle “zorlaştırmak” için elinden geleni yapacaktır.

Mads Mikkelsen & Simon Bennebjerg

Yukarıda ana hatlarıyla özetlediğimiz (filmin olay örgüsü o kadar zengin ki yaptığımız özet “Tolstoy’un Savaş ve Barış kitabı Rusya’da geçiyor” demek gibi oldu aslında) anlatı örgüsü Danimarkalı çoksatan yazar Ida Jessen’in 2020 tarihli, gerçeğe dayalı verilerle bezeli 500 sayfalık romanına dayanıyor: Kaptajnen og Ann Barbara (Yüzbaşı ve Ann Barbara). Romanı senaryoya dönüştüren başarılı ekip ise onlarca senaryoya ve birçok filme imza atmış olan iki kişiden oluşuyor: Filmin yönetmeni Nikolaj Arcel ve sitemizde de iki yıl önce yer verdiğimiz Riders of Justice’in (2021) yönetmeni Anders Thomas Jensen. Hem Bastarden’in, hem de yine Mads Mikkelsen’in de dahil olduğu benzer bir ekiple çektiği A Royal Affair (2012) veya Truth About Men (2010) gibi filmlerin yönetmeni, yirminin üzerinde filmin de senaristliğini yapmış olan Nikolaj Arcel’i ve 50’den fazla filmin senaryosuna imza atmış olan senarist ve yönetmen Anders Thomas Jensen’i takibe almakta fayda var. Bu ikilinin birçok projede birlikte çalışmış olması da cabası.

Oyunculuklar

Ludvig von Kahlen rolünde Mads Mikkelsen harika bir iş çıkartıyor, oyuncunun alıştığımız sert yüz ifadesi de karakterinin sert mizacını destekliyor elbette, dahası Mikkelsen’i anadilinde izlemek de filmin tarihsel tutarlılığına çok şey katıyor. Öte yandan filmin hem senaryosu hem de oyuncu kadrosu ve set tasarımı, prodüksiyon kalitesi o kadar iyi ki “Mikkelsen filmi tek başına sırtlıyor” demek yanlış ve diğer oyunculara, hatta yönetmene haksızlık olacaktır. En başta da ifade etmeye çalıştığım gibi neredeyse düşünülebilecek tüm sinemasal açılardan başarılı bir film Bastarden. Ann Barbara rolünde yine Danimarka doğumlu ve yirminin üzerinde filmde oynamış olsa da belki en çok başarılı TV dizisi Raised by Wolves’dan hatırlayacağımız Amanda Collin bulunmakta. Dahil olduğu her sahneyi dolduran ve seyircinin dikkatini tamamen üzerine çekmekte hiç zorlanmayan Collin de filmin Mikkelsen’den sonra diğer yıldızı.

Amanda Collin & Simon Bennebjerg

Kötülük timsali derebeyi Frederik De Schinkel rolünde izlediğimiz Simon Bennebjerg de canlandırdığı karakterden kısa sürede nefret etmemizi rahatlıkla başarıyor. Rahip Anton Eklund rolündeki Gustav Lindh de filmin artılarından, ve tabii ki mutlaka bahsetmemiz gereken çocuk oyuncu Melina Hagberg de neredeyse her sahnede diğer oyunculardan rol çalıyor. Son bir not olarak 18. yüzyıl Danimarka’sında geçen bir filmin çoğunlukla anadili Danca olan oyuncular tarafından canlandırılmış olmasının filme kattığı otantik atmosfer üzerinden de Hollywood’un sayısız projede ne kadar hatalı (neredeyse tüm Dünya milletlerine mensup karakterlerin ABD’li oyuncularca canlandırılması) bir tutum sergilediğini hatırlayalım.

“Bastarden / Soysuz” Kavramı

Filmin orijinal (Danca) adı bu şekilde olsa da, genel gösterime büyük ihtimalle “Promised Land” adıyla gireceği için altını çizmemiz gereken bir kavram “soysuzluk”, daha da önemlisi filmde birkaç kilit noktada karşımıza çıkan başat bir unsur. Öncelikle elbette Mikkelsen’in canlandırdığı von Kahlen karakterine kraliyet tarafından soyluluk unvanı vaat edilmesi ve Kral erkânı ile görüşürken kendisinin bir hiçkimse, bir “soysuz” olmasıyla dalga geçilmesi konusu var. Ardından kimsenin çalışmak istemediği topraklara işçi bulmaya çalışırken von Kahlen’in karşısına çıkan ve çevre halkı tarafından “haydutlukla” suçlanan göçebe bir topluluk söz konusu, onlar çalışmayı kabul ederler ve feodalitenin çarpık dünya görüşüyle ifade edilirse, onlar da “soysuz”dur. Son olarak filmde “lanetli” ve “çingene” olduğuna inanılan, Melina Hagberg’in canlandırdığı çocuk karakter Anmai Mus sahneye çıkıyor. Bir halkı tanımlamak için değil, aksine hakaret etmek için kullanılan bir terim olarak ortaya çıkıyor “çingene” sözcüğü ne yazık ki, filme göre 1700’lerde neredeyse tüm Danimarka halkı aynı görüşte gibi, elbette von Kahlen, Anton Eklund ve Ann Barbara dışında. Sözü açılmışken Ann Barbara ve kocasının da toplumdan dışlanmış, aranan suçlular olarak von Kahlen’in yanında çalıştıklarını ekleyelim. Dolayısıyla birçok “soysuzun” bir araya geldiği, döneminin çok ilerisinde olan bir toplumsal yapı söz konusu von Kahlen’in çatısı altında. Karşılarında ise teokratik aristokrasi. Bu bağlamda von Kahlen ve yanındakilerin çorak bir toprağı yeşertmeye ve toplumdan uzak bir şekilde yaşamaya çalışmaları da manidar zira İngilizce ve birçok dilde farklı yazılışlarla da olsa aynı anlama gelen “heathen” yani “kafir” sözcüğünün kökeni de, von Kahlen’in çalıştığı toprakları işaret eden “heath” (çayır, fundalık) sözcüğünden geliyor, “açık alanda, toplumdan uzakta yaşayanlar, dışlanmışlar” anlamında.

80. Venedik Film Festivali’nde ekibin seyircilere tanıtıldığı anlar. Video: H. Necmi Öztürk ©️ 1 Eylül 2023, Venedik.

Sonuç

Sonuç olarak hem çok iyi bir dönem filmi Bastarden, hem de kendi iskeleti içinde, ilk saniyesinden son sahnesine kadar tutarlı, usta oyunculuklar sayesinde kendini merakla izlettiren, çok iyi yazılmış senaryosu aracılığıyla da düşündüren, “yeryüzünde bana verilen süreyle ne yapıyorum ben?” gibi, cevabı dürüstçe verildiğinde büyük ihtimalle çoğumuzun hoşuna gitmeyecek sorular sorduran, derinlikli bir yapım. Aynı zamanda filmin son on dakikasının da muhteşem bir kreşendo ile bittiğinin altını çizelim, açıkçası beni de en çok etkileyen bölümlerden biriydi. Başta da dediğimiz gibi filmi mutlaka izlemenizi öneririz, Danimarka’nın “En İyi Uluslararası Film” dalında aday olarak akademiye (Oscar – 2024) gönderdiği bir yapım olduğu için ülkemizde genel gösterime girme veya bir çevrimiçi platformda karşınıza çıkma ihtimali oldukça yüksek. Şimdiden keyifli seyirler.

H. Necmi Öztürk

İlgili okuma: Riders of Justice

Venedik’teki Dünya Prömiyeri’nin ardından oyuncular salonu terk ederken. Solda Mikkelsen, oyuncu Melina Hagberg ile. Fotoğraflar: H. Necmi Öztürk ©️ Venedik 2023.

Bir Cevap Yazın