50. Uluslararası Rotterdam Film Festivali yönetimi, festivale hızlı ve unutulmaz bir şekilde start vermek için açılış filmi olarak Riders of Justice’i (Adalet Savaşçıları) seçtiyse, amacına fazlasıyla ulaştığı şüphe götürmez. Deneyimli senarist ve yönetmen Anders Thomas Jensen’in en yeni filmi Riders of Justice (Retfærdighedens Ryttere, 2020), gerçekten de son derece çarpıcı bir şekilde başlıyor, o kadar ki seyirciyi şaşırtma ve hatta sarsma konusunda başlangıçtaki seviyeyi koruyabilir mi diye merak etmemize bile neden oluyor. Cevabı hemen verelim, aynı dinamizmi koruması bir yana, onu ikiye hatta üçe katlayarak ilerleyen, yer yer kahkaha molalarının verildiği, adrenalin yüklü bir yapım söz konusu.

Film, başroldeki Mads Mikkelsen’in yıldız oyuncu konumundan beslense de, diğer rolleri paylaşan oyuncular da kesinlikle usta işi performanslar sergiliyor, kesinlikle gölgede kalmıyor, hatta çoğu sahnede rol çalıyorlar. Ana karakterleri kısaca not edelim.
- Mads Mikkelsen (Markus, asker)
- Andrea Heick Gadeberg (Mathilde, Markus’un kızı)
- Nikolaj Lie Kaas (Otto, istatistik uzmanı)
- Lars Brygmann (Lennart, hacker)
- Nicolas Bro (Emmenthaler, üst düzey hacker)

Her Ayrıntısı Düşünülmüş Bir Senaryo
Kariyerinde birçok başarılı filmin senaryosuna imza atmış yönetmen Anders Thomas Jensen’e, The Girl with the Dragon Tattoo (2009) ve The Dark Tower (2017) gibi filmlerin senaryolarını kaleme almış olan Nikolaj Arcel’in de katılmış olması, Riders of Justice’in senaryosunun nasıl bu kadar iyi bir şekilde, oya gibi işlenmiş olduğunu açıklıyor. Senaryonun bu yapısını elbette filmin merkezinde yer alan olasılık, rastlantı ve istatistik konuları da destekliyor.

Filmi türdeşlerinden farklı kılan en büyük özellik, çok sağlam bir şekilde birbirine eklemlediği senaryo unsurlarını sarsmaktan, yıkmaktan çekinmemesi. Örneğin filmi başından sonuna dikkatle izleyen herhangi bir seyirci, filmin altını çizdiği en önemli mesajın “rastlantılar, hayatta seçilebilecek farklı yollar ve tüm bunların anlamı” olduğunu düşünebilir, bir noktaya kadar ben de öyle düşündüm, ne var ki film birçok sahnede, tam da bununla dalgasını geçiyor, üstelik bunu o kadar büyük bir ciddiyetle yapıyor ki, “dalga geçmek” yerine “sorgulamak” fiilini kullanmak daha doğru gibi.

Gündelik Hayattaki Kuleşov Etkisi
Film, bize başından itibaren bir dizi tesadüfi olay sunuyor: Küçük bir kız yılbaşı hediyesi olarak babasından mavi bisiklet istediği için Mathilde’in bisikleti çalınıyor, bisikleti çalınınca okula annesiyle beraber, arabayla gitmeleri gerekiyor, o sırada Markus arayıp üç ay daha eve gelemeyeceğini, ordudaki görevine devam etmesi gerektiğini söylüyor, bu haber üzerine anne ve Mathilde okula değil de gezmeye gitme kararı alıyorlar, ancak araba bir türlü çalışmadığı için seyahatlerini metroyla yapıyorlar, işten kovulduğu için metroya her zamankinden erken bir saatte binmiş olan Otto, Mathilde’in annesine yer veriyor, metrodaki patlama sonucunda da Otto yerine, anne ölüyor.

Seyirci olarak bu uzun soluklu tesadüfler zincirine tanık olduğumuzda, aynı filmdeki karakterler gibi, bunların altında bir anlam arıyor, hatta hemen Mathilde’in annesine yer veren Otto’ya öfke kusuyoruz. Sinemadaki “kuleşov etkisi” de genellikle yaratılan, inşa edilen bir şey gibi sunulur ancak aslında SSCB’li sinemacı Lev Kuleshov, 1910’larda bu durumu icat etmemiş, keşfetmiştir. İnsanın en doğal, en eski dürtülerinden biridir çünkü söz konusu olan: Anlam üretmek. Yan yana getirilen iki olguyu otomatik olarak yorumlayarak ortaya bir anlam çıkartmak, farkında olmasak da en sık yaptığımız düşünsel eylemlerden biri. En iyi sinemasal örneği belki de Arka Pencere’dir (Hitchcock).

Filmin de bize en başından beri yaptırmak istediği bu gibidir, birbirini takip eden ve birbirini doğuruyormuş gibi görünen tüm bu olayların birleşiminden bir anlam çıkartmak. İstatistik uzmanı Otto aklımıza geliyor hemen, “istatistiklere göre tesadüf olamaz bu” diyor, ama işte pekâlâ olabilir de. Mathilde tüm bu olay örgüsünü kendi odasının duvarında post-itlerle diyalektik, determinist bir vahaya dönüştürdüğünde hayran oluyoruz, “olay örgüsüne bak” diyoruz, fakat Otto odaya girip bu duvarı gördüğünde ağzından çıkan ilk saptama, tüm bu hesaplamaların ne kadar anlamsız olduğu. Acı olan, bu yargısı doğru da: Anlamsız çünkü her olay bir diğerini etkilediğine göre, belli bir olaya karışan her insanın ömrünün tüm ayrıntılarına, sosyal, ekonomik ve politik olaylara, hava durumuna, kısacası herşeye hâkim olmak ve tüm bunları birer data olarak işlemek gerekir ki bir anlam çıksın, ki bu da baştan kaybedilmiş bir dava demektir. Otto’ya, kadınlara yer vermenin centilmence bir hareket olduğunu öğreten adamı da denkleme dahil etmeli o halde, Otto’nun neden işten tam o gün kovulduğu, neden o vagona bindiği, vs. vs. Görüldüğü gibi kelimenin tam anlamıyla sonsuz sayıda olasılık ve sonuç gündelik yaşamda sürekli olarak karşımıza çıkıyor. Bunların bazılarını birbirine bağlamak elbette olası, ancak hepsini eklemlemek?

Gerçekçi Hatta Natüralist Bir Tutum
Riders of Justice’in bir diğer özelliği de gerçekçiliği bile aşacak, neredeyse Zola’nın natüralizmini hatırlatacak düzeyde net, içten ama sözünü sakınmayan bir duruşa sahip olması. Lennart’ın çocukluğunda öz ailesi tarafından cinsel istismara uğraması, Otto’nun (istemeden) kendi kızının ölümüne sebep olması, Emmenthaler’e küçükken okuldakiler tarafından zorbalık yapılması gibi sorunların sonuçları tüm açıklığıyla, seyirciyi rahatsız eder mi diye düşünülmeden, net bir şekilde verilmiş, bu da kanımca filmi çok farklı, değerli bir noktaya taşıyor. Bu tür bir gerçekçiliği Ragnar Bragason, Mike Leigh veya Milos Forman gibi yönetmenlerin filmlerinde de görmek mümkün.

Kapanış
Filmin sonuyla ilgili elbette spoiler vermeyeceğiz çünkü The Game (Fincher, 1997) kadar olmasa da, sonuna doğru oldukça sağlam, hazmedilmesi zor bir sürpriz barındırıyor Riders of Justice. Yazımız boyunca olay örgüsünü anlatmaktan olabildiğince kaçınma nedenimiz biraz da buydu. Sadece tüm bu rastlantılar zinciri sonunda, filmin bitişinde bazı sorunlar olduğu söylenebilir. Zira başından beri her türlü ayrıntıya dikkat eden iki usta senarist, filmi kapatırken biraz da “film formatı” gerekliliklerine boyun eğmiş gibiler. Genel hatlarıyla kara mizahı sonuna kadar kullanan, hem kahkaha attırabilen hem de bazı sahnelerle çok karanlık yerlere gitmenizi sağlayabilen, aksiyon dozu çok yüksek, Mads Mikkelsen başta olmak üzere çok kaliteli oyunculuklara sahip, kayıtsız kalınması çok zor bir yapım, Riders of Justice. Umarız ülkemizde de fiziksel ortamda veya çevrimiçi platformlarda izleme şansına kavuşuruz.
