LAMB: İzlanda’dan Bir Hermenötik Cenneti

Görsel efekt uzmanı, kamera teknisyeni ve yönetmen Valdimar Jóhannsson’un ilk uzun metraj filmi olan Lamb (Kuzu, 2021), yoruma son derece açık bir yapım. Doğal olarak her film veya her sanat eseri yoruma açıktır ancak Lamb’de durum hayli farklı, zira yapımın temelinde yer alan kuzu kavramı, neredeyse beş bin yıldır mitolojik, dinsel ve sanatsal düzlemde kullanılagelen, artık arketip haline gelmiş bir sembol. Hem kadim, hem de her zaman güncel. Filmi bu sembolün dini ve mitolojik düzlemleri üzerinden okumak mümkünken, bir de filmde kısa süreliğine karşımıza çıkan Bulgakov’un “Köpek Kalbi” adlı yapıtı sayesinde, filmi öjenik bağlamda, hatta Thomas Mann’ın “Değişen Kafalar” yapıtı üzerinden bile okumak olası.  

İkonoloji

Kuzunun ikonolojideki yansımasına kısaca baktığımızda, karşımıza çıkan ilk sıfat “masumiyet”. Bu bağlantı elbette söz konusu hayvanın yavru olması nedeniyle mantıklı gibi gelse de, aslında doğrudan Hristiyan inancındaki algılama ve tasvirle, İncil’deki “kuzu” kavramıyla ilgili bir durum söz konusu. Ian Harrison, Sally Regan ve daha birçok araştırmacı yazar tarafından ortak yazılan Signs and Symbols (2008) kitabına göz attığımızda kuzu için “Masumiyetin, nezaketin ve uysallığın evrensel sembolü. Hristiyanlıkla güçlü bir bağı olan kuzu hem İsa Mesih hem de fedakarlık anlamlarında kullanılır” deniyor. Lucia Impelluso ile Matilde Battistini’nin kaleme aldığı Le Livre d’or des symboles başlıklı kitabında ise kuzu doğrudan şu sıfatlarla yan yana getiriliyor: “masumiyet, nezaket, uysallık, sabır, alçakgönüllülük”.

Hristiyan İnancında Kuzu (Agnus Dei)

Hristiyan sembolizminde son derece önemli bir konumda bulunan motif, özellikle Yuhanna İncili’nde geçen “Agnus Dei / Lamb of God” (Tanrı’nın Kuzusu) tabiriyle ağırlık kazanmıştır. Vahiy Kitabı’nda da (Book of Revelations) “aslan görünümlü bir kuzu”dan yaklaşık otuz farklı yerde bahsedilir. Bu motifler doğrudan İsa Mesih ile özdeşleştirilir çünkü hem İncil’in birçok kısmında Agnus Dei “yaralanmış ama ayakta” tasvir edilir hem de Yuhanna İncili’nde “boğazlanmış gibi duran” ve “yedi boynuzu, yedi gözü” bulunan bu kuzunun, “Tanrı’nın bütün dünyaya gönderilmiş yedi ruhunu” taşıdığı, dahası “12 havarisi bulunduğu” söylenir. Yine kuzunun popüler kültürde “Agnus Dei” kadar yaygınlaşan bir diğer tasviri de Mühürlü Tomar ve Kuzu başlıklı 5. Vahiy ve devamındaki vahiylerde bulunan, kuzunun tek tek açarak Kıyamet’i getirdiği yedi mühür anlatısıdır. Ingmar Bergman’ın meşhur filmi de adını 8. Vahiy’de geçen bu cümleden alır: “Kuzu yedinci mührü açınca, gökte yarım saat kadar sessizlik oldu”. Yine, kuzunun ilk dört mührü açarak çağırdığı Mahşer’in Dört Atlısı’nın da Hristiyan inancındaki ve popüler kültürdeki etkisi azımsanmayacak düzeydedir.

PAN Mitosu ve Filmin 180 Derecelik Dönüşü

Mitoloji alanında ise kuzudan ziyade ikonolojideki daha eski bir varlıktan, kendi yorumuma göre filmde de temsil edilen Pan’dan bahsetmek yerinde olacaktır. Başlıkta da belirttiğim gibi Lamb tam bir hermenötik (yorumbilim) cenneti, zira filmde kısa bir süre gördüğümüz yaratığın Pan olma ihtimali hem yüksek, hem de tamamen öznel bir yorum. Bu kadim yaratığı genel hatlarıyla tanımak için Pierre Grimal’in Mitoloji Sözlüğü’ndeki “Pan” maddesine, bu “çobanların ve sürülerin tanrısına” göz atalım:

Pan, yarı insan yarı hayvan şeklinde bir daimon olarak tasvir edilir. Sakallı, kırışıklıklar içinde ve sipsivri çeneli suratında hayvani bir kurnazlık ifadesi yer alır. Alnında iki boynuz vardır. Vücudu kıllı, bacakları teke bacağıdır; çatal tırnaklı ayakları, kuru ve sinirlidir. Fevkalade çeviktir, hızlı koşar, kayalıklara rahatça tırmanır, çalılıklarda gizlenmeyi pek bilir, buralarda sinerek nymphaları gözler ya da öğle sıcaklarında uyur. Bu sırada, onu rahatsız etmek tehlikelidir.

Kabalcı Yayınları (2012) – Çeviri: Sevgi Tamgüç

Filmdeki Pan (ya da kuzunun babası olan gizemli yaratık) yukarıdaki tasvire hemen hemen harfiyen uyuyor ancak belki daha da önemlisi sonda yer alan “rahatsız edilmesi tehlikelidir” ibaresi. Pan’ın yarı koyun yarı insan olan çocuğunu çalmak, üstüne bir de çocuğun annesini öldürmek, en hafif tabiriyle “rahatsız etmek” eylemini (!) misliyle aşan bir durum. Filmin tamamen yön değiştirmesinden kastımız ise, Hristiyan inancı ve hatta İslam (Hz. İbrahim) doğrultusunda yorumlanabilecek şekilde ilerlerken, Pan’ın müdahalesiyle filmin birden pagan bir yapıya bürünmesi. Diyanet İşleri Başkanlığı, internet sitesinde paylaştığı Kur’an-ı Kerim tefsirinde Saffat Suresi’nin 107. Ayeti’nin mealini “Biz, (oğlunun canına) bedel olarak ona iri bir kurbanlık verdik” şeklinde açıklar. Dolayısıyla İbrahim Peygamber’in oğlunu kurban ettiği sırada gökyüzünden inen koç anlatısı, Lamb ile oldukça uyuşan bir yapıya sahip.

Kızlarını bir kaza sonucu küçük yaşta kaybeden Maria (Noomi Rapace) ve Ingvar (Hilmir Snaer Gudnason) çifti, çiftliklerinde onlara sunulan bu gizemli misafiri doğal olarak kaybettikleri çocukları Ada’nın yerine koyar (hatta ona da “Ada” şeklinde seslenirler), ona Tanrı’nın bir lütfu gözüyle bakarlar. Her zaman yakınlarda olan ancak aileye doğrudan hiç müdahale etmemiş olan Pan’ın sert bir şekilde ortaya çıkışı ise, Hristiyan inancında kuzu kavramı üzerinden yansımasını bulan masumiyet, nezaket, uysallık benzeri tüm sembolleri yerle bir ederek, filme dini açıdan bakıldığında kurulabilecek olan her türden doğrusallığı veya öngörülebilirliği temelden sarsıyor. Filmin afişinde de ters olarak yazılmış olan “Mother / Nature” aracılığıyla birbirinden ayrılan “Tabiat” ve “Ana” kavramlarını göstergebilimsel açıdan ele aldığımızda “anne” rolünü (yani /culture/ yerdeşliğini) üstlenenin Maria, “tabiat” (yani /nature/ yerdeşliğini) üstlenenin ise Pan olduğunu görüyoruz, ki bu iki gerçeklik anlamsal evrende tamamen birbirine zıttır. Maria ile Ingvar, tabiata ait olan bir canlıyı insanların dünyasına dahil etmeye, bu gizemli canlıyı kendi dünyalarında “meşrulaştırmaya” çalışmışlardır ve bunun da hiç küçümsenmeyecek, ağır sonuçları vardır.

Bulgakov, “Köpek Kalbi” ve Öjeni

Evet bütün bu dini altyapı yetmiyormuş gibi, bir de Noomi Rapace’ın canlandırdığı Maria karakterinin bir sahnede uzanmış kitap okuduğu sahne, işleri daha da karmaşık hale getiriyor. Zira Maria’nın okuduğu kitap; Usta ve Margarita’dan hatırlayacağınız Rus yazar (ve doktor) Mikhail Bulgakov’a ait: Köpek Kalbi. 1925’te SSCB’de yayımlandığı anda yasaklanan roman (novella), uzun yıllar boyunca el altından (samizdat) dağıtılarak okundu ve 1968’de İngilizce’ye çevrilince daha geniş kitlelere ulaştı. Yasaklanmasından da anlaşılacağı üzere Sovyet rejimini ve Bolşevik hareketini sert bir dille, metaforik olarak eleştiren yapıtın Lamb ile alakası ise, kahramanının bir ameliyat sonrası yavaş yavaş insana dönüşen bir köpek olması. Sharik adlı köpeğin kafatası açılarak ona insana ait bir hipofiz bezi nakledilir, genel anlamda gelişme, üreme, süt salgılama gibi birçok fiziksel işlevi yöneten bu bezle beraber Sharik’e bir de merhum hırsız Klim Chugunkin’e ait bir çift testis nakledilir ve insani gelişimi takip edilir. Dolayısıyla Lamb’de bu kitabın usulca anlatının içine dahil edilmesi hoş bir ayrıntı olmuş.

Hem Bulgakov hem de Lamb özelinde öjeni (eugenics) kavramından da bahsetmek gerek. “Sağlıksız doğan bebekleri elimine ederek sağlıklı nesiller yaratmak” fikri, Platon’dan beri konuşulagelen faşizan ve akıldışı bir uygulama. Yapısı gereği birçok hukuki ve felsefi soru işareti doğuran öjeni, Köpek Kalbi’nde olduğu gibi Lamb’de de, “odadaki fil” konumunda aslında; ima edilmeye çalışılan ancak hiç dillendirilmeyen rahatsız edici öğe. Tabii bu öğenin varlığına da yine okur veya seyirci karar vermek durumunda çünkü öjeninin bilim olarak görülmemesindeki en büyük sebep, öznellik. Bir bebeğin “yaşamayı hak etmeyecek kadar sağlıksız” olduğuna kim, neye dayanarak, en önemlisi de niçin karar verecek? Böyle bir ihtiyaç mı var? Filmdeki kuzuya bakıp “ne kadar da tatlı” dememiz daha kabul edilebilir bir davranış doğal olarak, öte yandan bakar bakmaz midesi bulananlar da olacaktır, her iki tepki de ne yazık ki “insanî”. Dolayısıyla filmi izlerken odadaki fili yok saymak pekala elinizde, örneğin filmi Bulgakov üzerinden okuyana dek benim aklıma bile gelmemişti kuzunun bir lanet, bir “abomination” şeklinde algılanma ihtimali.

İnsan Nerede Biter, Hayvan Nerede Başlar?

Tüm bu yorum silsilesi içinde benim özellikle dikkatimi çekmesi açısından da şu “yarı insan yarı hayvan” kavramına biraz daha eğilmek gerek sanırım, çünkü Lamb’de sadece kafası ve vücudunun bir kısmı koyun olan bir karakter konu edinildiği için, öjeni kavramı biraz daha ön planda gibi algılanabilir, öte yandan esas karakterin sadece iki ayağı koyunlara özgü bir yapıda olsa ve geri kalan heryeri (özellikle de kafası) insani özellikler barındırsa, belki de tüm anlatıya bambaşka bir şekilde bakacaktık. Belki de insanı hayvandan ayıran konuşma, gülme, düşünme gibi özelliklerdir, bunları yapabilmek için de “insan kafası” şarttır denebilir ancak gülme ve düşünme özelliklerinin bir hayvana ithaf edilmesinin kolaylığı bir yana, özellikle mitolojide durum göründüğü kadar net değil, zira konuşma yetisi bulunan ancak hayvan kafasına sahip birçok canlı mevcut. Dolayısıyla burada konu daha çok görselliğe dayanıyor, eğer hayvan kafasına sahipse hayvana, insan kafasına sahipse neredeyse süper kahramana dönüşen canlıların çağındayız algısal anlamda.

Terminolojide Centaur (yarı insan yarı at) gibi insan kafasına sahip, vücudunun geri kalanı veya belden aşağısı hayvansal özellikler barındıran efsanevi canlılar Theriothyrsus kavramıyla, Minotaur (boğa), Horus (şahin), Anubis (çakal), Ganesha (fil) veya Lamb’deki Ada gibi sadece kafaları ile bedenlerinin bir kısmı hayvani özellikler barındıran canlılar ise Theriocephaly terimiyle anılmakta. Daha önce bahsettiğimiz Pan’ı ise hangi sınıfa dahil edebiliriz pek emin değilim çünkü insan ve hayvan (teke) özellikleri bedeninin her alanında iç içe geçmiş durumda, örneğin yüzü insan yüzüne benzese de kafasında iki boynuz bulunması, bedeni yine insan bedenini andırsa da bacaklarının teke bacağı olması gibi. Asıl önemli olan ise, insanların bu iki türü (Theriothyrsus ile Theriocephaly) görsellik üzerinden ayırmaları ve sınıflandırmayı inceleme ve araştırmayla, onları tanımayla değil de, “başlarının görünüşüne göre” yapıyor olmaları.

Bu noktada kısaca Thomas Mann’ın harika eseri Değişen Kafalar’a değinebiliriz, Mann’ın anlatısında iki insan söz konusudur, birisi biraz kilolu, tüm dünyası kitaplar ve çalışmak olan bir entelektüel, diğeri ise sağlıklı, kaslı ve fit bir vücuda sahip ancak okuma eylemiyle pek alakası olmayan bir adamdır. Hikayeye göre bu iki insanın kafaları değiştirilir, hedef kaslı vücuda nakledilen entelektüel kafa ile, mükemmel insana ulaşmaktır. Ne var ki beyin ile bağlı olduğu vücudun her zaman belli bir uyum içinde olmaya meyil ettiği, hedefe ulaşmanın bu anlamda pek de mümkün olmadığı anlaşılır. Dolayısıyla bu öjeni kabusu sonlandığında, doğal gelişime müdahale etmemek gerektiği ve kafanın belirleyici olmaya daha yakın olduğu vurgulanmış olur. Tüm bu yazınsal, mitolojik ve felsefi yorumlamalar sonrasında bile elbette insanın veya hayvanın bu tür efsanevi canlılarda nerede başlayıp nerede bittiğini söylemek çok zor. Herşey yine algılayan öznenin sübjektif bakışına emanet.

Sonuç

Yazımızı sonlandırmadan önce Lamb’in prodüksiyon kalitesinin çok yüksek olduğunu ve görsel efektlerinin (yönetmenin uzmanlık alanlarından biri) çok başarılı kotarıldığını belirtelim. Oyunculuklar ise kesinlikle harika, bu kadar tepki çekmeye meyilli bir konuyu, kendini son derece ciddiye alan bir filmde sırtlayıp götürmek her oyuncunun altından kalkabileceği bir yük değil. Ingvar rolünde Hilmir Snaer Gudnason, onun kardeşi Petur rolünde Björn Hlynur Haraldsson çok iyi bir iş çıkartmış, Maria karakterine hayat veren başroldeki Noomi Rapace için ise ne söylenebilir, her zamanki gibi sadece sahnedeki varlığıyla bile izleyiciyi farklı dünyalara davet eden, dahası seyirciyi daha önce hiç deneyimlemediği bir evrene kolayca götürebilen bir performans sergilemiş. Çekim mekanı olarak İzlanda’nın insan varlığını umursamayan mitolojik doğasını çok iyi değerlendiren yapım, salondan çıktıktan sonra üzerine düşünülmeyi kesinlikle hak ediyor. Dediğimiz gibi adeta çok farklı şekillerde yorumlanabilecek bir hermenötik pınarı olan Lamb, hiçbir alt metni dikkate almasanız bile düşündürücü bir film.

H. Necmi Öztürk

Bir Cevap Yazın