Herzog’dan Yeni Dünya Düzenine Bir Güzelleme: AİLE SAADETİ LTD.

Yönetmenliğini ve senaristliğini Alman yönetmen Werner Herzog’un yaptığı Aile Saadeti LTD. / Family Romance LLC. (2019), Japonya’da geçen kurgusal bir belgesel olma özelliğine sahip. Kariyerinin son dönemlerinde belgesel türüne ağırlık veren Herzog, bu sefer karşımıza çoğunlukla kurgusal olan bir hikâyeyle çıkıyor. Yine de tüm bu kurgunun altında gerçek; bir şekilde oradan kafasını uzatarak göz kırpıyor bize. Filmin başrolündeki Yuichi Ishii, filme adını veren Aile Saadeti şirketinin gerçek CEO’su, zira film konusunu Japonya’da gerçekten de hizmet vermekte olan bir şirketten alıyor. Ufak bir ekiple çekilen film yer yer anti-profesyonel görünse de biz izleyiciler olarak bunun bilerek verilmiş bir imge olduğunu çok iyi biliyoruz.

Geçtiğimiz hafta Mubi platformunda gösterime girmesiyle izleme fırsatını bulduğumuz Aile Saadeti, gerilla tarzında çekilmiş bir film. Gerilla tarzını açıklamamız gerekirse, genellikle bağımsız yönetmenlerin başvurduğu, düşük bütçe kullanılan ve mizansende “aşırı” öğelere yer verilmeyen, o sırada görünürde kullanılabilir ne varsa onların kullanıldığı bir tarz olarak özetleyebiliriz. Ayrıca filmde bütünüyle amatör oyuncuların bulunması da filmde kullanılan gerilla tarzını destekliyor. 2018 yılında çekimleri tamamlanan filmde Japonya’nın ilkbaharına ve yazına tanık olabiliyoruz, ki bu daha sonradan bahsedeceğimiz üzere filmin görselliğine büyük katkıda bulunuyor.

Herzog’un dediğine göre, festival üyeleri bile filmi belgesel sanmış. Bu kişiler pek de haksız değil, zira gerek çekim teknikleri yani kameranın kullanım tarzı, gerekse oyunculuklar sebebiyle filmi belgesel sanmak işten bile değil. Japonya’yı insanlarının aşırı seviyede çalıştığı, kültürel olarak birbirlerine çok bağlı ve de insanların geleneklerine çok saygılı olduğu bir toplum olarak düşündüğümüzde, gerektiği zaman sipariş üzerine bir aile üyesi yaratabilmek hem akla çok yatkın hem de imkânsız ve uygunsuz geliyor. Geleneklerine bu kadar bağlı olan bir toplum gerçekten de herhangi bir ilişkiyi (kısa süreli olsa dahi) parayla satın almaya olumlu yaklaşabilir mi ya da aksine bu durum Japon insanının hizmet sektöründeki çığır açan yaratıcılığına ve de hassasiyetlerine ışık mı tutuyor? Fazla çalışmaktan ve de gittikçe gelişen teknolojiden ötürü artık gerçek ilişkiler kurmaya vakti olmayan bir toplumun, çok kolay bir biçimde para karşılığı bu ilişkileri edinebiliyor olması çok makul gelmiyor mu?  

Yönetmenin “Düşün” Dediği

Rol ne zaman rol olmaktan çıkar? Bir şeyin gerçek olduğuna inanmaya başlamak için onu ne kadar tekrar etmeniz gerekir? Aile Saadeti LTD. bu ve bunun gibi pek çok soruyu beraberinde getiriyor. Filmin en çarpıcı noktalarından bir tanesi de, izleyen kişinin bu soruları kendi hayatına uyarlamadan edemiyor olması. İlişkilerimizin kaçı gerçek? Bir insan karşısındakinin ve daha da çarpıcısı, kendisinin duygularından ne kadar emin olabilir? Daimi bir akışta yüzen bir varlık olan insan, hangi noktayı baz almalı? Aile ilişkileri yalnızca birer normdan mı ibaret? X kişisi değil de Y kişisi bu ailede doğsaydı, o da tıpkı X gibi sevilip, kabul edilmeyecek miydi? Ya da ortada bir sevgisizlik varsa bu durum sevgiyi veremeyen kişiden kaynaklanmıyor mu? İnsanın hissettiği şeyler belliyse, geriye kalan şeylerin veya etiketlerin herhangi bir önemi var mı?

Tüm bu soruların çıkış noktası Herzog’un hakkında bir makale okuduğu, para karşılığında istenilen rollere girebilen insanlar sunan bir şirket olan Aile Saadeti. Herzog bu makale üzerine bu şirketi ve “olası” hizmetlerini konu edinmeye karar veriyor ve ortaya bu film çıkıyor. Çeşitli durumlar, özlemler, arzular, kutlamalar veya özel günler için insanların kiralanabildiği bir dünya sunuyor bu şirket. Yukarıdaki soruların tümünü film direkt olarak yöneltmiyor tabii ki seyircisine. Ancak film bir çıkış noktası olarak kabul edilirse, adım adım giderek bu sorulara ulaşmak oldukça kolay.  

Sınırlar Bulanıklaşıyor

Film Mahiro’nun (Mahiro Tanimoto) hikâyesiyle başlıyor. 12 yaşında küçük bir kız çocuğu olan Mahiro babasız büyümüş çünkü babası aileyi çok önceden terk etmiş. Tüm bunların Mahiro’da açtığı yaranın farkında olan annesi (Miki Fujimaki), Aile Saadeti şirketinden bir baba kiralıyor: Yuichi Ishii. Anlaşmaya göre bu baba karakteri Mahiro’yla vakit geçirecek, ona “mesai saatleri” içerisinde babalık yapacak ve kırgın ilişkilerini onaracak. Lakin söz konusu olan bu kadar derin ve de samimi bir bağ olunca, sınırlar belirsizleşiyor ve git gide yok oluyor. Mahiro hafta sonları da “baba”sıyla kalmak, onunla olmak istiyor. Baba kişisinin gerçekten babası olmadığını tabii ki bilmeyen Mahiro, onunla derin bir duygusal bağ kuruyor ve çocukluğunu yaşamak, sırtını babasına yaslamak istiyor.

Bu hislerini belli ettiğindeyse Ishii’nin Mahiro’nun annesine şöyle dediğini duyuyoruz: “Bu şirkette ve hizmette maalesef duygular barınamaz”. Ancak tüm bu dediklerine rağmen görüyoruz ki Mahiro’yla sık sık vakit geçirdikçe onu seven, onunla gülen eğlenen ve de ona gerçekten de babacan bir tavırla yaklaşan bir karakter Ishii. Bu yaklaşımın ne kadarı hizmet dahilindeydi veya Ishii’nin mizacı böyle davranmaya mı uygundu bilemiyoruz. Hisler mi bağa yol açtı yoksa suni olarak kurulmuş bağ mı hislere sebebiyet verdi? Bu da akla gelen diğer sorulardan. Bu şirket kapsamında gerekli hizmeti veren kişi de yine insan olduğu için duyguları işin içine karıştırmadan uzun süreli bir hizmet sağlamak imkânsız gibi görünüyor göze.

Bu olayların akabinde Mahiro’nun annesinin Ishii ile flört etmeye çalıştığını ve bu adamla gerçek bir aile kurmak istediğini görüyoruz. Bu noktada Ishii’nin gerçekten Mahiro’nun babası olup olmadığının ne gibi bir önemi kalıyor? Gerçekten böyle bir aile kurulsaydı, Mahiro’nun bunu herhangi bir şekilde anlama şansı yoktu şüphesiz. Hatta öyle ki, zamanında rol yapmış olan ailenin diğer fertleri bile tüm bunların nasıl başladığını unutabilirdi.

Robotlaşan Dünya ve Ruh Kavramı

Filmin ana hikâyesi Mahiro ve annesi etrafında şekilleniyor olsa da film başka dublörlük örnekleri de sunuyor. Robot oteller ve robot balıklar gerçekliğin yerini neyin aldığı konusunda düşündürüyor. İleride evimizde besleyebileceğimiz robot bir kedinin gerçek bir kediden farkı ne olabilir? Bu kediler aynı şekilde nefes alıp verme, mırıldanma, sürtünme ve de miyavlayabilme özelliklerine sahip olsaydı, biz “sahip”ler olarak herhangi bir şeyin eksikliğini hisseder miydik? Hizmet sektöründe teknolojinin hızla gerçek insanların yerini aldığı bugünlerde özellikle sorulması gereken sorular bunlar. Özellikle COVID-19 döneminde gördük ki birbirimize değer verdiğimiz için birbirimizden uzak kaldığımız sırada teknoloji bazlı hizmetler, uzaktan yapılabilen işler ve insansız araçlar önem kazandı. Böyle bir geleceğin daha sürdürülebilir olduğundan bahsedebilir miyiz öyleyse? Yoksa bütünüyle yapaylığın hissedilebileceği, soğuk bir gelecek mi bekliyor bizi? Herzog düşündürdüğü bu sorularla ileri görüşlü bir yönetmen olduğunu kanıtlıyor.

Werner Herzog

Filmdeki bir diğer kahraman ise ünlü olmak isteyen genç bir kadın. Peşinde pek çok paparazzi varmış gibi görünsün diye Aile Saadeti ekibini tutuyor. Yolda peşinden pek çok “gazetecinin” koştuğunu gören insanlar da bu kadınla fotoğraf çekinmeye çalışıyorlar. 15-20 dakikalığına ünlü olan bu kadın o hissi tattığına ve de mutlu olduğuna göre, gülünç görünüyor olsa dahi bu yaptığını kim eleştirebilir veya bunun sahte takipçi satın almaktan daha yanlış veya gereksiz olduğunu kim iddia edebilir? Öyle görünüyor ki dünya bir illüzyon yeri ve gerek istenilen hisse ulaşmak, gerekse kendi gerçekliğini yaratıp kendini dünyaya istediğin şekilde sunmak bir süredir zaten çoğu kişinin yaptığı bir şey.

Sinema Dünyasından Alıştığımız Dublör Kavramı Neden Gerçek Hayatta da Kullanılamasın?

Filmdeki bir başka olayda ise gelin kendi düğününe katılabilecek bir “baba” arıyor. Babası bir alkolik olduğundan düğüne katılamayacak ya da katılması hoş görülmeyen bir babaya sahip olan gelin, durumu oldukça kanıksamış ve de aldığı hizmetten oldukça hoşnut görünüyor. Bu açıdan bakıldığında, sosyal bağların önemli ve de “ele güne karşı” tipi normların oldukça aktif olduğu bir toplum olan Japonya’da bu tarz günü kurtaran dublörlerin bulunması mantıklı görünüyor. Bir diğer örnekte ise hızlı tren operatörü kendi yerine azar yemesi için birini kiralıyor. Böylelikle hem dublör hata kendisinin olmadığı için azarı daha rahat yiyebiliyor, suçlu rolünü kotarabiliyor hem de suçun gerçekten ait olduğu kişi kendisini kötü ve de yetersiz hissetmeden işten sıyrılabiliyor.

Aile Saadeti LTD.’nin sunduğu örnekler oldukça yenilikçi ve de ufuk açıcı türden. Üzerine düşünüldükçe yepyeni sorular üretiyor, gündelik yaşam, ilişkiler, normlar, alışkanlıklar ve de zorunluluktan yaptığımız şeyler konusunda yeni bir farkındalık kazandırıyor. Pek çok açıdan Herzog bu çalışmasıyla istediğini elde etmiş gibi görünüyor bu yüzden. Bunlara ek olarak film Japonya’ya ve bu ilginç kültüre davet ediyor adeta. Filmin sunduğu Japonya imajı mükemmel. Bu sebepten insanlığa dair sordurduğu sorular bir yana, film Japonya’yı ziyarete gitme maddesinin “yapılacaklar” listesindeki yerini perçinliyor.

Ece Mercan Yüksel

Bir Cevap Yazın