L’Etrange Festival’in 11. gününde Gaspar Noé’nin son filmi Lux Aeterna “avant-première”ini yaptı. 51 dakikalık orta metraj film 72. Cannes Film Festivali’nin yarışma dışı bölümünde gece yarısı seansında geçen yıl izleyici ile buluşmuştu. 23 Eylül’de Fransa’da beyaz perdede olacak film Arjantin asıllı Fransız yönetmenin Cannes’a seçilen dördüncü işi.
Bu gösterimin ardından uzunca bir süre koronavirüsün de etkisiyle film izleyici ile buluşamadı. Ancak 26. L’Etrange Festival sayesinde, üstelik yönetmen Noé ve filmin oyuncularından Béatrice Dalle‘in de sunumu ile Lux Aeterna’yı görme şansı bulduk.

Latincede “sonsuz ışık” anlamına gelen Lux Aeterna esasen bir Saint Laurent projesi. Ünlü moda markası Saint Laurent’ın sanat direktörü Anthony Vaccarello 2018’de başlattığı “Self” (Kendi) projesi için Noé’ye “eğer bir kısa film yaparsan proje kapsamında desteklerim” diyor. Noé de böylece Self’in; Japon fotoğrafçı Daido Moriyama, Amerikalı sanatçı Vanessa Beecroff ve yazar Bret Easton Ellis’ten sonra dördüncü sanatçısı oluyor.
Noé, Saint Laurent’ın teklifi ardından Béatrice Dalle ve oyuncu Charlotte Gainsbourg (Melancholia) ile bir araya gelerek bir proje yaratmayı deniyor ve derken ortaya 51 dakikalık “sinema denemesi” Lux Aeterna çıkıyor. Dalle ve Gainsbourg’un aralarındaki diyalogların çoğunun doğaçlama olduğu Lux Aeterna’da ilk filmini çekmeye çalışan bir kadın yönetmenin yaşadığı zorluklar ve krizi anlatılıyor.

Dalle, Lux Aeterna’da kadınların cadı oldukları gerekçesi ile yakıldığı bir film çekmeye çalışan yönetmeni canlandırırken Gainsbourg yakılmak üzere olan kadınlardan birisi. İki oyuncu da oldukça iyi bir performans sergilemiş filmde. Dalle histerik ve asi yönetmeni Gainsbourg ise ona göre daha sakin ama yer yer sinirlerine hâkim olamayan oyuncuyu oldukça iyi canlandırmış. Bu arada filmde Dalle ve Gainsbourg, sanki gerçekten bir film setindelermiş gibi kendilerini oynuyorlar.
Lux Aeterna tipik bir Noé filmi. Hikâyeden çok yapısal, formel denemeler hemen ön plana çıkıyor. Noé, yaptığı işlerdeki denemeleri ile sinemanın araçlarını alışıla gelmişin dışında kullanarak yeni bir dil ortaya çıkarmanın peşinde olan Fransız Yeni Dalga sinemasını hatırlatıyor. Ancak elbette Yeni Dalga’nın insana ve topluma dair bir şeyleri anlama ve anlatma çabası Noé’de şiddet ve sekse yaslanan, biçime feda edilmiş derinliksiz içeriklerden ibaret kalıyor.

Bu yeni form ve dil yaratma çabası filmde yönetmenimizin adeta “bir dakika ben buradayım” haykırışına ve bir zekâ gösterişine dönüşüyor. Filme bilerek yerleştirilmiş rahatsız edici ses ve ışık unsurları izleyicinin sınırlarını sonuna kadar zorluyor. O kadar ki gösterimden hemen önce Noé, salonda eğer varsa epilepsi hastalarının en arka sıralara oturmasını istedi. Lux Aeterna, bir noktadan sonra anlamayı bırakıp katlanmaya çalıştığınız sahneler barındırıyor.
Bu arada Noé’nin de esasen bir şey anlatma peşinde olduğunu sanmıyorum. Yönetmen yarattığı kaotik ve karanlık dünya ile bizi provoke etme, rahatımızı kaçırma derdinde. Filmin hikayesi ve görselliği günün sonunda bize bir şey söyleme konusunda o kadar çaresiz ki yer yer araya özlü sözler gibi yazıyla verilen direkt mesajlar giriyor. Bu durum da izleyiciye “aslında yönetmenin söylemek istediği bir şey de var ama zorlasa da bir türlü bunu ortaya çıkaramıyor” dedirtiyor.

Bu yazıyı okuyanların bir kısmı doğal olarak “Bir yönetmen bir şey söylemek zorunda mı? Bir filmin bir sözü olmalı mı?” gibi soruları soracaktır. Konunun o kısmı ontoloji, epistomoloji, estetik, etik ve felsefe, sanat felsefesi ile ilgili sorulara verdiğiniz kişisel yanıtlara bağlı, göreceli bir alan. Dolayısı ile bu noktada ben de naçizane, sadece beni bağlayan, cevabımı vereyim: Elbette!
Filmle ilgili özel olarak bahsetmek istediğim bir yer ise giriş bölümü. Noé bize dış seste “rahatlayın, kaslarınızı gevşetin ve bu sesi unutun” diye telkinde bulunurken diğer taraftan İsa’nın son akşam yemeği ve havarileri ile çarmıha gerilmesini izletiyor. Noé buradan yola çıkarak belki de “İsa adına kadınları cadı diye yakanlar bakın O’nu da sizin gibi bazı cahiller çarmıha germişti, ne çabuk unuttunuz?” minvalinde bir şeyler söyleme peşinde. Fakat neden görüntü, ses ve müzik bu kadar rahatsız edici olmak zorunda? Bu bölüm neden bir hipnotizma seansına dönüşmek zorunda?
En fazla “Noé’nin de tarzı bu” diyerek saygı duyuyorum.

Yazıyı bitirmeden söylemek isterim, Lux Aeterna herşeyin ötesinde Noé’nin en eğlenceli işi olmuş. Özellikle setlerde bulunan, çalışan insanlar yönetmenin bu dünyada karşılaşılan tipleri karikatürize ederek dalga geçtiği anlarda çok eğlenecek. Şahsen ben çok eğlendim. O kadar ki Lux Aeterna bence komedi / gerilim türünde değerlendirilebilir. Şimdiden iyi seyirler.
