Yerkürenin merkezine doğru sonsuzluk için kuyu kazmaya inat etmiş bir grup insan ancak kendileri için önceden çizilmiş olan sınıra varıncaya kadar özgürlerdir ve aradıkları sonsuzluğa yakındırlar. Ancak sınıra ulaşınca artık aynı grup ile yeni bir plan yapıp yola devam etme lüksü ellerinde olmaz. Bu da koyunun, uzun zamandır beraber olduğu gruptan ayrılması gerekliliğinin ilk koşuludur. Sınır, koyunu alışılagelmiş yoldan geri çevirir. Hatta gerekirse ulaştığı noktaya kadar olan mesafede ona farklı yönlerden birkaç kez daha tur attırır. William Tell (Oscar Isaac), bir Bruegel karakteri misali başlangıçta tüm kompozisyonun ayrılmaz bir parçasıyken kompozisyonun içinden çıkışıyla diğer karakter ve olaylarla olan mesafesi ayrılmaz bir noktaya taşınıyor. Bu hareketiyle Babil Kulesi’ni arkasında bırakıyor ve kule onun için hiçbir zaman yıkılmıyor. Sadece yer değiştiriyor. William Tell, oradan ayrıldığı andan itibaren içindeki Babil Kulesi’ni sırtında taşıyor. Kalabalıktan kurtuluşu ise hiçbir zaman içindeki kalabalığın sayısını değiştirmiyor. Aksine kendi içindeki kalabalık artarken o da giderek kendi olağan patlayışına doğru yaklaşıyor.

Geçmiş Sana Değil, Sen Geçmişe Musallat Olduğunda
Taxi Driver (1976) ve Raging Bull (1980) gibi sinema klasiklerinin, ayrıca yine Bringing Out The Dead (1999) gibi hazine filmlerin senaryolarını yazmış, kısacası Martin Scorsese ile uzun yıllar beraber çalışmış Paul Schrader’in hem yazıp hem de yönettiği The Card Counter (2021), türünün filmlerinden daha yavaş anlatımda bir kompozisyon çiziyor. Ondaki bu düzenli ritim filmdeki gergin ağırlığı çok dikkatli bir şekilde taşıyor. Filmin anlatımındaki gerginlik seviyesi o denli düşük ancak kendini gösterdiğinde de o denli sert ki; tanıtımı için izleyicilere sunulan fragmanın kompozisyonu filmin kendisinden çok daha fazla klasik bir aksiyona sahip, dolayısıyla filmi de öyleymiş gibi gösteriyor. The Card Counter’ın sahip olduğu dram, kasvetli bir atmosfer yayıyor ve yaratmış olduğu karakter için kimseden acıma beklemiyor. Filmdeki bu ayırt edici atmosfer, kompozisyonu takip ederken endişe eşiğinin yükselmesine sebep oluyor ancak film hiçbir zaman başlangıçtaki ketum ritminden ödün vermiyor. Sakin ve emin adımlarını bariz bir şekilde ilerletmeye devam ediyor ve onları hiçbir zaman arkasına alıp varmak istediği noktaya hınzır adımlarla gitmiyor.

Filmin hemen başlangıcında, koyu yeşil zemin üzerine jenerik sakin ve klasik bir şekilde akarken kendimizi bir anda kumar masasının yeşil çuhasına teslim ediyoruz. Oyun çoktan başlamış, biz ise ona geriden yetişiyoruz. Oyunun geçmiş eylemlerine dair hiçbir fikrimiz yoksa, onun bizim üzerimize yapışması yerine biz ortaya atılan kartların akıbetiyle neler olmuş olabileceğine kendimizi kaptırıyoruz. Maça Kızı hemen bizi yönlendiriyor. Maça grubunun kraliçesi olarak bilinen bu kart bilgeliğe işaret ederken hemen onu takip eden Maça Papazı, otoriter bir karakterin temsili.

Sonradan oyunun içine diğer kartların peşi sıra girişi başlar. Oyunun başına, oyunun karakterlerine dair bilgiden yoksun bir şekilde sadece filmin adına uygun bir şekilde kartların hareketlerini takip ederiz ve ilk dakikada odaklandığımız başka bir şey yoktur. Kamera buna asla izin vermez. Ancak ortaya ilk atılan iki kart, William Tell hakkında birçok şeyi açığa çıkarır niteliktedir. Bu noktada Paul Schrader’in anlatıcılığındaki eşsiz hüner kendini gösterir. Kartların hareketlerini takip etmek onları takip edenin yalnızlığının varoluşuna bir göndermedir. Film boyunca bu yalnızın içinde kavruluruz. Bu anlamda eğer The Card Counter bir tablo olsaydı çerçevesi kesinlikle Film Noir işçiliğinde yapılmış diyebilirdik.

Mutluluğa Ulaşmak için Doğa Uygun Yaşamalı
Oscar Isaac’in canlandırmış olduğu başkarakterin adı da oldukça ilgi çekici: William Tell. Karakterin asıl isminin William Tillich olduğunu da hatırlatalım, ne var ki kendisini heryerde William Tell olarak tanıtıyor. Bilindiği üzere William Tell 14. yüzyılda yaşadığına inanılan İsviçreli bir halk kahramanıdır ve Schiller’in aynı adlı oyunundan (1804) Gioachino Rosssini’nin Guillaume Tell operasına (1829), ayrıca birçok film de dahil olmak üzere sayısız esere konuk olmuştur. Bu bağlamda The Card Counter’ı düşününce “yeşil masaların kahramanının”, diğer bir deyişle Paul Schrader’in dalgın dalgın dolaşan William Tell’inin kafasının, bilindik kahramanlardan daha karışık olduğunu söyleyebiliriz.

Filmin ilk sahnelerinde kendisini, Marcus Aurelius’un Meditations (Τὰ εἰς ἑαυτόν) adlı eserini okurken görüyoruz. Yolunu kaybetmiş olan Tell, anlaşılan o ki hiçbir zaman bulunduğu konumda tam olarak kaybetmediğine inandığı bir yolda değil. Özünün mutluluğunun peşinde olan bu karakter bahtsız bir kahraman gibi oradan oraya sürükleniyor. Schrader’in çizmiş olduğu puslu sekanslar da onu kendi çıkmazının içinden söküp çıkaracak gibi durmuyor. Yine de geçmişte asker olan birinin sonradan kart oyuncusu olması ve bu alanda bir nevi kahraman gibi resmedilmesi, savaşların da bu oyunlara olan benzerliği düzleminde yönetmenin özellikle yaptığı bir gönderme.

Göndermelerden söz açılmışken Schiller’in William Tell oyunundaki karakterlerin 1830’lardan bu yana iskambil kağıtlarında kullanılan en yaygın figürler (Alman Tipi Oyun Kartları) olduğunu, ayrıca William Tell’in “uyuyan kahraman” (uyuduğu zannedilen bir kişinin sergilediği kahramanlık) teması etrafında anlatılan Three Tells öyküsünü de (Isaac’ın karakteri Tiffany Haddish’in canlandırdığı La Linda’ya “beni uyandırdın” der) unutmayalım. Tüm bu yan öykülerle dolu, oğlunun kafasının üzerindeki elmayı tek ok atışıyla vurmakla (evet o meşhur öykü) cezalandırılan William Tell mitolojisini hatırladığımızda, bu isim Oscar Isaac’ın canlandırdığı karaktere fazlasıyla uygun düşüyor.

Tell (Isaac), kendi içinde mutluluğa ulaşabilmek için her şeyi deneyen bir karakter ancak bunu hiçbir zaman onun suratından okumak mümkün değil (örneğin yaşadığı otel odasının içindeki biçimsel dışavuruma bakacak olursak mutlu olmayı ne kadar denediğini görebiliriz). Ne var ki neredeyse onun için özel olarak yaratılmış olan yalnızlık gerçekliğinden bu biçimsellik bile geçemiyor ve sınıfta kalıyor. Öyle ki Tell, otel odasında yaratmış olduğu kendi gerçeklik mekanına yalnızlık kıyafetini ikinci bir kat gibi giydirmiş oluyor. Her ne kadar yalnızlıktan korkan bir karakter olsa da Tell, kendi korktuğu şeyin içine tüm izleyicileri alıp onları da yalnızlıktan korkutmak için elinden geleni yapıyor. Karakterin etrafındaki hiçbir varlık yalnız olmanın karşıt bir durumunu yaratmıyor. Tell’in duvarları o kadar kalın ki ona dokunan, yalnızlık pastasından da payına düşeni alıyor.

Aynadaki Yüzünü Tanımayan Tell’in Öfkesi
Cezaevinde tutuklulara cinsel saldırı, sodomi, uykusuz bırakma, aç bırakma gibi insan haklarını hiçe sayan muameleler yapılması, sayısız işkence ve cinayet suçunun işlenmiş olması Tell’in zihninde hep önemli bir köşede. Paul Schrader’in bu anlar için tercih etmiş olduğu kamera dili oldukça fantastik, sert ve bir anlamda insanı bir rüyanın içine sürükleyen tarzda. Olayların sertliğinin ne denli canlı olduğunu bilsek de kamera diliyle adeta gözlerimiz uyuşuyor. Bu kamera dilinin inceliklerinde ise bize Gordo karakteriyle Willem Dafoe eşlik ediyor. Halüsinatif bir karakter olan Gordo, izleyicinin psikedelik anlara sıkışmasına sebep oluyor. Hayatın, ölüm anında doğrudan ölümün bağlarına sıkı sıkıya sarılması gibi kamera diline bir tül perde indiren Gordo, Dafoe’nun elinde oldukça etkin bir kahraman.

Paul Schrader’in 1992 yapımı Light Sleeper adlı filminin yankıları The Card Counter’da sürüyor. Tell’in sırtındaki I Trust my Life to Providence, I Trust my Soul to Grace [1] şeklindeki dövme Light Sleeper’daki bir şarkıya doğrudan göndermedir. Yönetmenin filmleri arasında yapmış olduğu bu ufak göndermeler (sinemasal intertextualité / metinlerarasılık) kendi geçmişine dair de derisinin altına kazınan bazı noktalara işaret ediyor. Tell’in tam omzunda, kendisinin aynadan bakmadığı sürece, hatta aynadan baksa bile güç bela görebileceği bu dövme onun kendi yüzüne, hayat düsturuna olan yabancılığına dair bir yansıma. Ve bu yabancılık, Tell’de var olan sessiz bir öfkenin doğuşuna gebe olan bir itki.

Bir Gün Rulet Çarkı Bensiz Dönecek
Bir rahatsızlığın dışavurumu olarak The Card Counter’da kullanılan temel mekânlar (cezaevi, otel odası ve oyun kartlarının sayıldığı alan) tıpkı anlatı boyunca Tell’in mimiklerinde, ses tonunda, duruşunda hiç değişim olmamış gibi varlıklarını baştan sona aynı şekilde devam ettiriyorlar. Her anlamda kapalı olan bu mekânlar ana karakterin hiç de aralamak istemediği kapıların kapandığı noktalara hizmet ediyor. Schrader bu anlamda karakterler ile mekanlar arasındaki anlatım bağlılığının tedirginliğine sadık kalmış. Bir açıdan bu minimalist bir kullanım tarzı olsa da, anlatıda makro değerleri var. Tell’in diğer olaylar, mekânlar ve tabii ki kendisiyle olan bağlantı noktaları sadece La Linda (Tiffany Haddish) ve Cirk (Tye Sheridan) karakterleri.

Bu karakterler sayesinde filmin anlatımındaki aksiyon dozu birkaç kez dalgalanma imkanına sahip oluyor. Tell’in dolandığı mekânların hiçbir zaman penceresi olmasa da bu karakterler Tell’in penceresi niteliğinde var olmuşlar. Bu da Schrader’in bu projesindeki karakter çiziminin ne kadar güçlü olduğunun bir göstergesi olarak yorumlanabilir. The Card Counter kesinlikle olay/lar bakımından bir aksiyon değil, karakter özelinde bir aksiyon barındırır. Bu yüzden evin kapıları ve pencereleri hep farklı noktalara yerleştirilmiştir. Filmin müziklerini yapan Robert Levon Been’in filmdeki geçiş sahnelerine yedirilen özellikle Rapture ve Adore parçaları ise yıkıldığı düşünülen Babil Kulesi’nin nasıl yapıldığına değil de kimler tarafından yapıldığına dair sorgulayıcı bir halı seriyor.

[1] Bu önerme, “Providence” sözcüğünün içerdiği karşılık sayısı nedeniyle dilimize çok farklı şekillerde çevrilebilir. Providence ABD’de birçok eyalette (Rhode Island, Utah, New York, Kentucky) var olan bir şehir adı, ancak bu dövmedeki anlamı daha çok ya “ihtiyat / tedbir”, ya da “takdir-i ilahi” şeklinde çevrilebilir. Sonuç olarak cümlenin Türkçe karşılığı şöyle özetlenebilir: “Hayatımı takdir-i ilahiye, ruhumu da Tanrı’nın inayetine emanet ediyorum”. Dediğimiz gibi yukarıdaki cümlede, “takdir-i ilahi” yerine “tedbirli davranmaya” söz kalıbı da getirilebilir.




