SHERLOCK: Final Sezonu İncelemesi

Sherlock dizisinin son sezonuyla karşınızdayız! Bu sezon Game of Thrones‘un (2011-2019) final sezonundan sonra belki de en çok eleştirilen sezonlardan bir tanesi oldu. Tabii izleyicinin bir kısmı uzun zamandır beklemekte olduğu yeni sezonla karşılaşınca, otomatik olarak bu sezona karşı beğeniden başka bir şey hissedemedi. Tıpkı az da olsa karşılığında bir ücret ödediğimiz veya ulaşmak için çok çaba sarf ettiğimiz bir şeye erişince onu aslında beğenmemiş olsak bile beğendiğimizi sanmamız gibi… İzleyicinin bir kısmıysa bu sezonu beğenmeyişini dışa vurmaktan çekinmemiş elbette. Açıkça konuşmak gerekirse sezonun son bölümünden sonra “Evet, izlediklerim güzeldi ancak bunun Sherlock‘la ne ilgisi var?” demekten kendimi alamadım. Dizi özellikle son bölümde adeta bambaşka bir dizi olmuş, karakterler inanılmaz bir değişim geçirmişti, öyle ki tutarsızlıklar havada uçuşuyordu. Neyse ki uzun zamandır dizinin gelmesini bekleyen bir izleyici olmanın ister istemez yarattığı “gözlük buğulanması” handikapını bölümleri üst üste ve kısa zaman içerisinde izleyerek atlatmış olduk. Tüm sezonları art arda izleyince bazı tutarsızlıkların da daha çok göze batması elbette ki kaçınılmaz oluyor.

Bu tutarsızlıklardan bir tanesi doğal olarak Sherlock‘un karakter gelişimi: Sherlock, ilk bölümlerde tanıdığımız kişiden şimdi olduğu kişiye kadar çok fazla yol kat etti ancak bunu acaba çok mu hızlı yaptı? Yüksek işlevli bir sosyopat olduğunu iddia eden ve de bunu pek çok kez kanıtlayan Sherlock bir anda Watson‘ın irrasyonel öfkesine karşı anlayışlı davranmaya çalışıyor, ölümü önemser hâle geliyor ve hatta suçluluk hissi bile gösteriyor. Halbuki Sherlock gibi bir karakterin belki de Mary‘nin ölümüne başka türlü bir tepki vermesi gerekiyordu. Buna ek olarak, The Lying Detective‘de tanıştığımız Culverton Smith (Toby Jones) karakterinin varlığına karşı Sherlock’un verdiği tepki ilginçti. “Hâli hazırda bu kişinin zaten seri katil olduğunu anlamış ve tüm gizemi çözmüş olan Sherlock onu adalete teslim etmek için neden bu kadar uğraşıyor?” benzeri bir soru sormaktan alamadık kendimizi. Kendini ölüme çok yakın bir noktaya getirip John‘un ilgisini çekmek için olabilir elbette bu uğraş ama Sherlock’un Smith‘i yakalamak isterken gösterdiği “dava adamı” tarzındaki hırsını da görmezden gelemiyoruz.

Son Sezonun Problemli Yapısına Genel Bir Bakış

Sezonun “The Final Problem” adlı son bölümündeyse az önce söz ettiğimiz durum pik noktasına çıkıyor. Daha önceki bölümlerde sinyalini aldığımız “Redbeard“ın Sherlock’un çocukken kaybettiği arkadaşı olduğunu öğreniyoruz. Durum belki de “Sherlock bu tarz çocukluk travmalarına sahip olduğu için mi şimdi tüm duygulara karşı şüpheci yaklaşan biri?” tarzı sorgulamalara doğru gidiyor ancak hayatını senelerdir bu şekilde şekillendirmiş bir insanın her özelliğini çocuklukta yaşadığı bir travmaya bağlamak, o travma ne kadar ağır olursa olsun yetersiz kalıyor. Sonunda Holmes kardeşlere (Mycroft ve Sherlock) kök söktürecekmiş gibi görünen “deli kız kardeş” Eurus Holmes (Sian Brooke) vakasıysa Sherlock’un inanılmaz (!) empati yeteneği sayesinde çözülüyor. Zira Sherlock, Eurus‘un tek istediği şeyin kabullenilmek, sarmalanmak ve de anlaşılmak olduğunu anlıyor ve bu şekilde tüm gizemi aydınlatıyor.

Ayrıca geçtiğimiz yazılarda sözünü ettiğimiz, dizide güçlü olan ancak stereotipik olmayan kadın karakter eksikliği tam bu bölümde tamamlandı sanırken yine büyük bir hayal kırıklığına uğramış olduk. Herkesten daha zeki olan Eurus‘un bölümün sonunda aslında azılı bir suçlu değil de içinde hâlen küçük bir kız taşıyan, incinmiş ve akıl sağlığı yerinde olmayan bir kadın olduğunu öğreniyoruz. Azılı suçlu Moriarty‘nin de kendince “delilikleri” var elbet ancak onu hiçbir zaman Eurus‘u gördüğümüz şekilde incinmeye açık ve de savunmasız hâlde görmedik. Tek derdi Sherlock’la oynamak ve vakit geçirmek olan “dişil” bir gücün küçüklükten itibaren verebileceği zararı, ayrıca büyüyüp yetişkin bir kadın olduğunda da zekâsını sadece “duygularını” tatmin etme amaçlı kullandığını görüyoruz. Tüm bunları bir araya getirdiğimizde Eurus da sınıfta kalan, güçsüz ve hatta kendisine “acınılan” bir kadın karakter olarak göze çarpıyor maalesef.

Culverton Smith‘e geri dönecek olursak eğer, kendisiyle alakalı gizem en üst notalardan izleyiciye sunulurken, hikâyenin neredeyse “klasik bir patolojik karakter hikâyesi”ne dönmesi biraz can sıkıyor. Medyayı manipülasyon amaçlı kullanan, inanılmaz kuvvetli Smith kendi en derin arzularını gücünün de yardımıyla yerine getiriyor ve sırf suçunu itiraf edebilme hazzını yaşayabilmek için de itirafta bulunduğu kişilere ilaç veriyor. Bu düzeni kurmuş ve bazı arzularını zamanı gelinceye kadar bastırabilen bir suçlunun becerisi gerçekten de Sherlock‘un yanında yok mu oluyor? Bu kısım pek inandırıcı gelmese de Smith dürtülerini kontrol edemiyor ve Sherlock’un zekâsını küçümseyerek, onun yanında fütursuzca her şeyi itiraf ediyor. Bu derece bir “mastermind” olarak tasvir edilen bir karakterin, hatta aslında Moriarty dışındaki her karakterin, her bölüm sonunda sırf vaka tamamlanmış olsun diye alt edilmesi çok da profesyonel gelmiyor.

Bölüm boyunca geliştirilen ve de yüceltilen her karakter, bir şekilde bölüm sonunda yenilgiye uğruyor ancak bu süreçlerin oranları birbirleriyle uyumlu değil. Suçlunun çöküş süreci hep “oldu-bitti”ye getiriliyor gibi hissetmeden edemiyor izleyici. Dizide sürekli bir gerçeklik teması aradığımız için buradaki bakış açımızın yanlış olduğu söylenebilir elbet. Ancak ana karakterinin sürekli önemine vurgu yaptığı şey “mantık” iken, diziden de aynı tavrı beklemekten kendimizi almak pek kolay değil. Yine de The Lying Detective ile ilgili güzel bir nokta var: Sherlock yoğun miktarda uyuşturucu kullandığı için belli bir süre sonra kendinden ve de hafızasından şüphe etmeye başlıyor. Bu şüphenin yerinde ve de başarılı bir biçimde verildiğini söyleyebiliriz, zira izleyici bile Sherlock‘tan kısa süreliğine de olsa şüphe ediyor.

Mantığın Hâkim Olduğu Bir Yapımdan “Melodram”a Sert Bir Geçiş

Genel olarak dizideki sıkıntı belki de bölümler nadiren geldiği için her bölümde çok ciddi bir olayın beklenmesi (ya da senaristlerin bunun beklendiğini sanması) ve Sherlock‘un düşünce sürecine git gide daha az yer verilmesi. Yani Sherlock daha sık yayınlanan, daha çok bölüme sahip bir dizi olsaydı ve arka planda ilerleyen büyük olaylara ek olarak, her bölümde yalnızca Sherlock‘un çeşitli vakaları çözmesini izleseydik bu dizi bambaşka şekilde ilerleyebilirdi. Buna ek olarak, Mary karakterinin öldükten sonra bile dizideki varlığının John‘la yaşanan diyaloglar aracılığıyla devam ettirilmesi ve Mary‘e Sherlock’la Watson’a göz kulak olan, yetkin bir varlık imajının yapıştırılması maalesef çok alışılagelmiş bir yöntem.

Yaşayan hâliyle dizinin gidişatında çok da fazla etkisi olmayan bir karakterin öldükten sonra, hayatta kalan karakterlerle diyalogunu devam ettirmesi ve bu şekilde izleyicide yoğun bir duygusal reaksiyon yaratılması pek çok yerli ve yabancı yapımdan aşina olduğumuz bir durum. Tam da bu yüzden, Sherlock gibi “kutunun dışına çıkmayı” seven bir dizide böyle bir yaklaşımın olması çok da kabul edilebilecek bir şey değil. Duygular elbette ki hayatın, dolayısıyla da dizilerin ve filmlerin büyük bir parçası, ancak duyguyla alakası olmayan bir karakterin ana karakter olduğu bir yapımda duygular üzerine yapay bir biçimde bu kadar oynanması göze batıyor.

Sherlock‘un beşinci sezonu gelir mi yoksa gelmez mi konusunda farklı görüşler mevcut. Eğer dizi devam ederse, yine araya girmiş olan uzun bekleyişten ötürü izleyiciler muhteşem bir geri dönüş bekleyecektir. Bu yüzden bundan önce uygulanmış ve bize göre hata olan stratejilerin yine tekrarlanması mümkün. Eğer Sherlock devam etmezse de çok farklı ve gerçekten de inanılmaz sürükleyici olabilecek bir diziyi kendisine doyamadan yitirmişiz demektir. Dizi patlamalar, ateşli silahlar ve yıkımlarla dolu aksiyon ögeleri eklenmeden önce entelektüel açıdan oldukça stimüle edici bir diziyken, son zamanlarında maalesef aksiyon aracılığıyla gelen adrenalin hissine odaklandı. Bu da en başta hissettiği entelektüel stimülasyon için bu diziyi ilgiyle takip etmeye başlamış izleyicileri hayal kırıklığına uğrattı tabii ki. Yine de takdire şayan oyunculuklar, kostümler, fikirler ve de vakalar gördüğümüzü söylemeden geçersek haksızlık etmiş oluruz bu diziye. Gelmesini dilediğimiz yeni sezon için bu mecrada yeniden görüşmek dileğiyle!

Ece Mercan Yüksel

SHERLOCK İnceleme Yazıları (Ece Mercan Yüksel)

Bir Cevap Yazın