PARALLEL MOTHERS: Boşluktaki Aritmik Tıkırtılar

Kesişme motiflerinin ve tesadüf unsurlarının yoğunlukta olduğu Parallel Mothers (Paralel Anneler, 2021), “doğum”u trajik olaylar silsilesinin temeli haline getiriyor. Birbirini tanımayan kişilerle kimseye ait olmayan nesneleri aynı masanın etrafında topladıktan sonra birinin alması için söz konusu masanın tam ortasına bir halet-i ruhiye bırakıyor denebilir. Bu da filmin atmosferini tedirgin edici bir düzlemde tutmak için yeterli oluyor. Arzunun farklı boyutlarda ehlileştirilmesinden güç alarak dallarını saçan Parallel Mothers kaderci yanını her zaman beslerken, bedenin de taşıyıcı olarak kendinden önceki ve sonraki zamanına yöneliyor. Miras kavramına şekil veren doğum olayını uzunca anlatılan bir yan hikâye olarak sunan filmin yönetmen koltuğundaki Pedro Almodóvar, ortak mezarımız olan dünyanın da fiziki karakterini somutlaştırıyor. 

Penélope Cruz

Tanımadığına Bile Tanıdık Olmak

Almodóvar’ın Penélope Cruz ile yedinci filmi olan Parallel Mothers, sürekli hareket halinde olmasına rağmen başladığı yere dönmeyen bir film. Bu da onun hikâyesini, çeşitli katmanlara yayılsa bile ritimsel olarak önemli bir noktaya yerleştiren bir özellik. Temelde iki farklı anne karakterini gözlemlediğimiz filmde, Janis (Penélope Cruz) ve Ana’nın (Milena Smit) hangi koşullar altında nasıl bir hayatı kendilerine çatı yapacaklarını gözlemliyoruz. Bu bir nevi onların “annelik” kimlikleri altında “görünmez” olan temel kimliklerine de göndermeler barındırıyor. Filmin senaryosuna göre iki farklı koşulda iki ayrı karakteri tanıyoruz ancak her koşul altında karakterleri aynı kimlikler yansıtıyor. Dolayısıyla karakterleri somutlaştıranın bu şartlar ve şartların hakikatleri olduğunu görüyoruz. 

Milena Smit

Bu da kompozisyondaki yan ve ana hikâyenin yanısıra, kendi içlerinde de hikâyecikler doğuruyor. Bu anlamda Parallel Mothers model göstermek yerine başkalarının göstereceği modeller inşa ediyor. Olayların ne olduğuna dair doğrudan işaret etmiyor ancak olayları parmakla işaret edecek birilerini arıyor. Yönetmenin diğer filmlerine göre temposu daha sakin olan film, fiziksel çekim haline girdiği olaylardan semboller çıkarıyor. Buna örnek olarak “annelik” kavramı üzerinden “anavatana” olan yolculuğun takibini gösterebiliriz. Yönetmenin karakterler ve kompozisyon üzerinden kurduğu bağlar basit bir tabana dayansa da, arayışı içinde olduğu duraklar temel bir yansımaya dayanıyor: Kimliğin evrensel tanımı.

Rossy de Palma, Israel Elejalde, Penélope Cruz, Milena Smit

Gömlekteki Delikleri Hangi Düğmelere Denk Getireceğimizi Unuttuk

78. Uluslararası Venedik Film Festivali’nde (Mostra Internazionale d’Arte Cinematografica), Altın Aslan’a (Lion d’or) aday olan Parallel Mothers, Penélope Cruz’un canlandırmış olduğu Janis karakteriyle En İyi Kadın Oyuncu ödülünü aldı. Alıştığımız “vintage” Almodovar üslubundan uzak olan film, İspanya İç Savaşı’na yaptığı göndermelerle de kompozisyonunu besliyor. Ancak bu konu filmin temasına oldukça dolaylı bir yoldan dahil oluyor. Kalıntıları, unutulmuş olanları ve toplu mezarları belgesel tarzına yarı yakın bir şekilde resmediyor. Bu yansıma filmin çok küçük bir kısmını aydınlatmış olsa da Almodovar’ın dolaylı anlatımı yine baki. Maiwenn’in 2020 yapımı ADN filminin temasıyla yakın noktalar yakalayan Parallel Mothers, insanın özünün ne olduğuna dair felsefi tabanlı sorular yöneltmiyor, sadece arayışın peşinden gidiyor. Atalardan, köklerden söz edilmesi, ayrıca DNA test kitlerinin kullanımı; unutulabilir olan geçmişin gerçekliğini, uğraşmamız gereken bir olgu haline getiriyor. Arturo (Israel Elejalde) ve Elena (Rossy de Palma) karakterleriyle hikâyenin ağırlığını hafifleten bir kompozisyonu bulunan film, politik mesajlarıyla olay örgüsünde izler bırakıyor.  

Milena Smit & Penélope Cruz

Kamusal Mahremiyet 

Parallel Mothers engebeli bir anlatım çizmiş olsa da kompozisyonunun taşınma görevini tamamen karakterlerin üzerine yüklüyor. Bu açıdan hikâyedeki atmosfer duygusal bağlamda göğe tırmanmadan, karakterler ve oyunculuklar sayesinde belli bir aksiyon yakalanmış oluyor. Sonuç olarak filmin kompozisyonunu besleyen böyle bir aksiyonu yine oldukça ketum bir şekilde gerçekleştiren Pedro Almodóvar, dram anlayışını olabildiğince geniş bir yelpazeye yayıyor. Karakterler özelinde oynanan kavramsal kibrin dışavurumu ve bu durumun mekânsal olanla buluşması, filmin melodram yönünü ağırlaştıran bir detay. Her ne kadar filmin zenginliği tamamen senaryo ve hikâyenin kompozisyonuna dayanmamış olsa da filmin mekân tasarımı, sinematografi gibi özellikleri de Almodóvar’ın önceki yapımları kadar şaha kalkmıyor. Filmdeki tüm unsurlar eşit miktarda zengin, hiçbiri bir diğerinin değerini geçebilecek kadar dikkat çekici oranda yükseliş göstermiyor. 

Penélope Cruz

Karanlık bir İspanya tarihinin gündelik olayların içine sızışı ve “doğum” gibi metafora uygun bir eylemle birleşmesi Parallel Mothers’ın kullanmış olduğu hayalet bir anlatıma dönüşüyor. Tıpkı filmde gerçekleşen doğumların başıboşluğu gibi filmin kompozisyon haritası da aynı başıboşlukta ve keşfedilmeyi de beklemiyor. Bu anlamda filmdeki akışın olağan bir çizgide ilerlediğini söyleyebiliriz. Genlerimizin geçmişin gölgelerini taşıması konusu ise yıkıcı olduğu kadar dolambaçlı eylemler doğuruyor. Bu durum doğum konusunun altını zenginleştirirken ölüme de selam ediyor, diğer bir deyişle film yeni hayatın müjdecisini değerli bir konuma yerleştirirken ölüm kavramını da yüceltmekten geri kalmıyor. Dolayısıyla Parallel Mothers, doğum ile ilgili konuşulacak çok malzeme sunsa da asıl aktarmak istediği ölüm konusunu bir anlamda kendine saklıyor ve ona doğuma yaptığı kadar değinmiyor. Ölümü, geçmişi, tarihi hissettirmek istiyor ve bu yolda kullandığı dil ise eylemin tam zıt mevkiinde. 

Burcu Meltem Tohum

Bir Cevap Yazın