KING RICHARD: Kendi Hayallerine Katlanabilmek

Dünyaca ünlü sporcular Venus ile Serena Williams‘ın babası ve koçu Richard Williams üzerinden Williams kardeşlerin Dünya tenis sahnesine çıkış hikayesini merkezine yerleştiren biyografik yapım King Richard (2021), Reinaldo Marcus Green yönetmenliğinde oldukça yüksek aksiyona sahip bir anlatı ortaya koyuyor. Kendini tekrarlamayan bir ritme sahip olan film, tüm spor alt tabanlı filmlerde olduğu gibi oyununu yüksekten oynuyor. Zach Baylin tarafından yazılmış olan King Richard, günümüze pek uzak olmayan bir yaşanmışlığın perdelerini aralıyor. Bu özelliğiyle birlikte film sadece tarihe belli noktalarda hizmet etmekle kalmıyor, aynı zamanda içinde bulunduğu zamanın tarihini de şekillendiriyor ve spor dallarına olan bakış açımıza tüm çıplaklığıyla yeni bir soluk getiriyor. 2019 yapımı James Mangold’un Ford v Ferrari filmindeki ritme benzer bir dinamiği bulunan King Richard, aslında herşeyin oyunu oynayan bireyle ilgili olduğunu ön plana çıkaran bir yapım. Bir biyografi filmine dair olabilecek tüm ödevlerini yerine getiren ancak onları hiçbir zaman filmin ana taşıyıcısı olarak görmeyen yapım, donanımlı bakış açısıyla hem spor hem de aile kavramına dair tüm deneyimlerini paylaşıyor. 

Ön sırada Aunjanue Ellis, Will Smith, Saniyya Sidney ve Demi Singleton

Defalarca Geçici Yıldız Olmaya Aday Gösterilmek

Her yıl ATP (Association of Tennis Professionals) ve WTA (Women’s Tennis Association) çatısı altında irili ufaklı birçok turnuva gerçekleşiyor. En önemli turnuvalar arasında ise Australian Open (Avustralya Açık), Roland-Garros (Fransa Açık), Wimbledon ve US Open (Amerika Açık) yer alıyor. Kadın tenisçiler arasında başarı ortalamasına göre ilk yirmide yer alan Venus ve Serena Williams, tenis tarihi boyunca WTA kategorisinde en çok konuşulan ikili oldu. Öte yandan ikilinin hayatına dair arka plana her zaman şeffaf bir şekilde yaklaşmak pek mümkün olmadı. King Richard’ın temelini oluşturan hikâyeleriyle seyircilere hem spor dünyasındaki acımasız platformu bir kez daha hatırlatmış; hem de halen spor / tenis gündeminde önemli bir yere sahip üstün başarılı sporcular olarak, sıradan bir Grand Slam izleyicisinin ufkunu sporun perde arkası bağlamında oldukça açmış oldular. 

Demi Singleton & Saniyya Sidney

Temelde bir vizyona sahip olmanın ve o vizyon üzerine ilmik ilmik dikilen kararlılığın önemine de vurgu yapan King Richard, hayata eksilerde başlamak üzerine didaktik bir anlatımı ne küçümsüyor ne de onu kendisinden ileriye taşıyor, onu sadece yanında bulunduruyor. Bu noktada Richard Williams’ın kararlılık kitabında “eksi” diye bir kategori olmadığını da eklemek gerek. Bu anlamda “başarı” teması altında oldukça ilham verici olan King Richard, sadece spor severlere “zor kazanılmış bir adın önemini” açıklamıyor, aynı zamanda zorluk derecesi ne olursa olsun “başarıya” giden yolda “bir adı kazanmak üzere” yola çıkan herkese de selam ediyor. 

Tony Goldwyn

Belki de Hanene Yazılmayacak Bir Başarı İçin Kendini Feda Etmek

King Richard’ı canlandıran usta isim Will Smith, filmin performans bağlamında kemiğini oluşturuyor. Elde edilecek her seviyedeki başarı için kendini feda eden bir karaktere hayat veren Smith için filme aurasını sağlam bir şekilde bırakıyor diyebiliriz. Hayat meşgalesi içinde görmenin ve duymanın önemine eğilen Baba Richard, ortalıkta bir gürültü olmasa dahi sessizliğe doğru dayadığı kulağıyla ötesindeki gürültünün kokusunu alabiliyor. Hatta ortada muhtemel bir gürültü yoksa bile, onu en iyi hangi şekilde çıkarabileceğinin yollarını arıyor. Buradaki “gürültü” kavramı, aslında “başarı”nın rahatsız edilmesine yönelik olumlu bir gönderme barındırıyor. Baba Richard’ın film boyunca tanık olduğumuz hayata bakışı tam anlamıyla bu türden bir arayışın ağırlığını ve gücünü barındırıyor. Film, özellikle büyük çerçevenin görülmesi için uğraşmıyor. Başarıya giden yolda belirli aralıklarla hatırlatılmış olan bu büyük çerçeve, film başlar başlamaz bildik bir duruma dönüşüyor. Dolayısıyla film boyunca Baba Richard’ın spor tarihine adlarını altın harflerle yazmalarında önemli rol oynadığı Venus ve Serena Williams’ın varlıkları bir anlamda takip etmemiz gereken küçük çerçevelere, başka bir deyişle önemli ayrıntıların birleşimine evriliyor. 

Saniyya Sidney & Demi Singleton

Şimdiki Zamanı Sarsan Anıların Koruyucusu

Bir biyografi filmine göre ortalama bir seyir süresi olan King Richard, izledikçe daha fazlasının arzusunu uyandıran bir yapım. Bu anlamda elbette filmde doldurulmayan boşlukların olduğu aşikâr. Buna Williams kardeşlerin sağlık problemleri örnek verilebilir. Her ne kadar film setinde Venus ile Serena Williams ikilisinin “executive producer” (filme müdahale hakkı bulunan, yürütücü yapımcı) olarak tüm ayrıntılarla bizzat ilgilendiğini bilsek de, karakterler kendi gözlerinden ziyade babaları Richard’ın gözünden aktarılıyor. Dolayısıyla ikilinin çekmiş olduğu zorlukları dolaylı bir anlatımla izliyoruz. Baba Richard’ın bakış açısına bağlı olarak filmin ana temasını inşa eden karakterleri izlemek bir anlamda bilgilerin kulaktan kulağa aktarılış eylemi gibi gelebiliyor. Ancak film bu anlamda dahi anlatım gücünü doruklara çıkarıyor. 

Jon Bernthal & Will Smith

Filme ismini veren Baba “King Richard” da bu anlamda beklentileri fazlasıyla karşılıyor. Venus ve Serena Williams’ın anılarına onun aracılığıyla erişmek, karakterlerle duygusal bir bağ kurmamızı kolaylıkla sağlıyor. İkiliyi canlandıran Saniyya Sidney (Venus Williams) ve Demi Singleton (Serena Williams), heyecanla takip edilesi performanslarıyla filmin anlatımını göğe çıkarıyor. Filmin oyuncu seçimlerini gerçekleştiren Rich Delia ve Avy Kaufman bu anlamda tüm karakterler arasında fazlasıyla güçlü bir kimya yakalamış. The Walking Dead serisinden tanıdığımız Jon Bernthal’ın Rick Macci karakteriyle karşımıza çıkışı ise oyuncu seçimleri üzerine ne kadar düşünülmüş olduğunun bir göstergesi. Aunjanue Ellis’in canlandırdığı Oracene ‘Brandy’ Williams karakterinin Richard Williams ile ilişkisinin beyazperdeye yansıması ise klasik anlamdaki aile bağlarının herkes için keskin farklılıklarını dışa vurmakta son derece başarılı. Aunjanue Ellis ile Will Smith’in yakalamış olduğu kimya, etkileyici bir seyir alanı açıyor. 

Aunjanue Ellis

Filmde Christopher Wallinger‘ın Dünya eski bir numarası John McEnroe’yu canlandırmış olması ise yine heyecan verici bir tarihin tanıklığına işaret ediyor. Kendisinin yine Dünya eski bir numarası olan Björn Borg karşısında verdiği dört saatlik mücadelesini (Wimbledon 1980 Final: Borg vs. McEnroe) izlemediyseniz şiddetle öneririz. Filmin kamera arkası görüntülerinde Venus ve Serena Williams ile Saniyya Sidney ve Demi Singleton arasındaki yakınlığa da tanık olmak mümkün. Bu anlamda King Richard, üzerinde oldukça iyi çalışılmış biyografi filmlerinden biri. Richard Williams’ın ne mutlu ki halen aramızda olduğu düşünülünce canlı bir tarihi izliyor olduğumuz gerçeği de azımsanacak türden değil. 

Ön sırada Saniyya Sidney & Demi Singleton

Onlar Bizi, Bizim Birbirimizi Gördüğümüz Gibi Görmüyor

Eğer birbirimizin aynası olamıyorsak dışarıdan birinin kendimizi görebilmemiz için mecazi aynalar tutması veyahut bizzat hayatımıza ayna olması tercih edilebilir bir durum. Eğer ortada “ayna arayan” herhangi biri yoksa da dışarıdan hiç de tahmin edemeyeceğimiz birinin bize söz konusu aynanın varoluşunu öğretebileceğinden kuşkunuz olmasın. Richard Williams işte tam da bu noktada devreye giren biri. Daha önce Maiken Baird ile Michelle Major yönetmenliğinde Venus and Serena (2012) belgeselinin yanı sıra, Terry Jervis yönetmenliğindeki Raising Tennis Aces: The Williams Story (2002) belgesellerine de müdahil olan Richard Williams, hayata bakış açısıyla ulaşabildiği her kitleye ilham vermek için çabalamış. Ortaya çıkarmış olduğu başarının dallarını sulamayı hiçbir zaman ihmal etmeyerek onları beslemeye devam etmiş. King Richard sadece tenis severler için yapılmış bir film olmamakla beraber, tenis sporu dinamiğinin getirmiş olduğu tüm topları oynuyor. Klasik bir aksiyon filminden alınabilecek adrenalin yansımaları, King Richard’ın atmosferinde de rahatlıkla bulunabilir. 

Will Smith, Jon Bernthal, Aunjanue Ellis

Alfred Hitchcock’un 1951 yapımı Strangers on a Train adlı filmi de tenis bağlamında örnek teşkil edebilir. Filmin tamamına yayılmayan bir tenis sahnesi neredeyse tüm filmin ana tedirginlik dinamiğini elinde tutar. Üstelik gerilim ustasının bunu bilinçli olarak yapmasına gerek kalmıyor çünkü tenis sporu kendi içinde yüksek potansiyelde eritilmeyi bekleyen bir güç taşımakta ve bu güç de dinamiğini birbirini takip eden orantısal ve kuralına dayalı eylemlerden alıyor. Dolayısıyla oyun tamamen sonlanmadıkça her sette yüksek oranda enerjiyi muhafaza etmek durumunda kalınıyor. İlk sette oynanan oyunun son setteki oyundan daha fazla aksiyon yaratması muhtemeldir, bazen de bu durum tam tersidir. Bu açıdan karşılıklı olarak bitip tükenmek bilmeyen canlı bir bedenin dönüşümüne tanık oluruz. King Richard tenisin sadece bedensel anlamda dönüştürücü gücüne değil aynı zamanda ruhsal ve zihinsel açıdan da birey üzerindeki etkilerine değinen bir yapım ve özelde sporun, genelde ise hayatın her alanına yayılan başarı hikayelerinin beyazperdedeki en iyi temsilcilerinden biri. 

Burcu Meltem Tohum

Bir Cevap Yazın