LOGORAMA: McDonald -laştıramadıklarımızdan mısınız?

François Alaux, Hervé de Crécy ve Ludovic Houplain tarafından yazılıp yönetilen ve Autour de Minuit çatısı altında üretilen kısa animasyon Logorama, 2009 Cannes Film Festivali’nde Kodak Ödülü’nü ve 2010 yılında 82. Akademi Ödülleri’nde de En İyi Kısa Animasyon Filmi ödülünü kazanmıştı. Animasyondaki olaylar Los Angeles model alınarak üretilen ve iki binden fazla markadan oluşan bir şehirde geçmektedir. Karakterler ünlü markaların maskotlarından oluşurken söz konusu maskotlar 3D (üç boyutlu) olarak “sıradan insanlar” ise 2D (iki boyutlu) olarak dizayn edilmiştir. 16 dakikalık filmin konusu şöyle özetlenebilir: Polis rolündeki Michelin (lastik firması) maskotları yaklaşık iki bin markadan oluşan Los Angeles’ı terörize etmeye çalışan McDonald’s maskotu Ronald McDonald’ın peşindedir. Michelin polislerinden birisi KFC’den yemek almaya gittiğinde Ronald McDonald’ı görür ve ekip arkadaşıyla birlikte McDonald’ın peşine düşer.

Polisten kaçan McDonald’ın kamyonu kaza yapar. Kamyonun bagajından kısaltması RAF olan “Red Army Faction” (Kızıl Ordu Fraksiyonu) amblemli silahlar ve kimyasal maddeler çıkar. Ronald McDonald o sırada hayvanat bahçesi gezisinden dönen Big Boy maskotunu ve Pizza Hut’ta bulunan Esso Girl ile Pringles maskotlarını rehin alır. Bu esnada büyük bir deprem meydana gelir ve şehri ikiye bölen bir yarık açılır. Ronald McDonald, Michelin polislerinden birini öldürüp Grease 2 motosikletiyle kaçmaya başlasa da Zenith Electronics logosuna çarpar ve deprem sonucunda açılan yarığın içine düşer. Bu yarıktan kurtulmaya çalışırken depremden kaçan Esso Girl ile Big Boy’un arabasının altında ezilir. Esso Girl ve Big Boy depremden kaçarlarken petrol kuyuları patlar ve Los Angeles petrol denizi altında kalır. Sonunda California ana karadan ayrılarak Nike logosu şeklinde bir adaya dönüşür. Filmin son bölümünde tüm evrenin markalardan oluştuğu seyirciye gösterilir. Buraya kadar özeti sunulan bu kısa film, simüle edilmiş yaşama ve olaylara dayanması bakımından Jean Baudrillard’ın simülasyon ve hipergerçeklik; markaları ön plana çıkarması bakımından Guy Debord’un gösteri toplumu; McDonald’s göndermeleri bakımından ise George Ritzer’in McDonaldlaşma kavramlarını akla getirmektedir.

Filmde iki binden fazla markayla temsil edilen kapitalist yapıya isyan bayrağı açan figür, Ronald McDonald’dır. Kapitalist sistemin unsurlarından -hatta en fazla göze çarpan unsurlarından- biri olan McDonald’s’ın maskotunun isyanı imleyen bir figür olarak yeniden inşa edilmesi oldukça önemlidir. Kapitalist yapı içinde emeği sömürülen ve bir palyaçoya dönüştürülen Ronald McDonald Amerikan rüyasından uyandığında devrimci bir anti kahramana dönüştürülür. Ronald McDonald’ın “devrimciliğinin” altını çizen en önemli sahne kamyonundan “RAF” amblemli silahların çıkmasıdır. Sosyalist bir terör örgütü olan RAF 1970’te Andreas Baader, Gudrun Ensslin, Ulrike Meinhof ve Horst Mahler tarafından Batı Almanya’da kurulmuştur (Steiner ve Debray, 2000, s. 19). Örgütün amacı toplumdaki McDonaldlaşmaya “dur” demek ve Batı Almanya’da sosyalist bir devrim gerçekleştirmekti.

Tom Vague, Red Army Faction. Red Brigades, Angry Brigade. The Spectacle of Terror in Post War Europe adlı eserde yer alan “Televisionaries: The Red Army Faction” başlıklı yazısında Batı Avrupa’da kurulan sosyalist gerilla örgütlerinin (Red Army Faction, Action Directe, Brigate Rosse vb.) McDonald’s emperyalizmine, NATO’ya ve silah sanayisine karşı çıktıklarını yazar (Vague, 2015). Ronald McDonald’ın da elinde RAF amblemli bir silah taşıması, bünyesinde yetiştiği McDonald’s emperyalizmine savaş açtığını göstermektedir. Peki animasyonda Ronald McDonald’ı bir RAF militanı gibi silahlı isyana sürükleyen “McDonald’s emperyalizmi” nedir? Douglas Kellner’e göre McDonald’s modernleştirme, rasyonelleştirme, verimlilik ve kültürel homojenlik üzerine temellenir. İnsanların yiyecek tüketimini standartlaştırırken aynı zamanda insanları ideolojik olarak da yönlendirir (akt. Karhan, 2018, s. 407). George Ritzer ise, Weber’in rasyonalizasyon hakkındaki düşüncelerine dayanarak McDonaldlaşma kavramını geliştirir (Karhan, 2018, s. 407):

McDonaldlaşma, hızlı-yiyecek restoranı ilkelerinin, Amerikan toplumunun gitgide daha fazla kesimi üzerinde olduğu kadar dünyanın geri kalanında egemen olmaya başlamasına aracılık eden süreçtir. McDonaldlaşma sürecinin doğası, bu sürecin beş temel boyutu ana hatlarıyla açıklanarak betimlenebilir: Verimlilik, hesaplanabilirlik, öngörülebilirlik, insanların yerine teknolojiyi geçirme yoluyla denetim ve paradoksal olarak rasyonelliğin irrasyonelliği (akt. Karhan, 2018, s. 407).
McDonald’ın silahından çıkan mermilerin “NRA” (National Rifle Association) şeklinde, ABD’de kurulan ve bireysel silahlanmayı destekleyen Ulusal Silah Örgütü’ne gönderme yaparak etrafa saçılması da önemli bir ayrıntı.

O halde McDonald’s, Amerikanlaştırma’nın ve küresel kapitalizmin temsilcisidir. Diğer taraftan filmde yalnızca McDonald’s markası yer almamakta, şehrin hatta evrenin tamamı markalardan oluşmaktadır. Filmin markalara yönelik eleştirisini daha iyi anlayabilmek için Guy Debord’un gösteri toplumu hakkındaki fikirlerine başvurulabilir. Debord’a göre gösterinin ortaya çıkması ürünlerin bollaşmasıyla ilgilidir. Tüketici için artık önemli olan ürünün kullanım değeri değil, gösteride gördüğü değerdir. Gösteride tüm ürünler eşi benzerleri yokmuş gibi sunulurlar (Yibing, 2012, s. 62):

Tüketim sayesinde mutlu bir şekilde birleşmiş toplum imajında, gerçek bölünmeye ancak bir sonraki tüketim başarısızlığına kadar ara verilmiştir. Sonunda vaat edilmiş toplu tüketim topraklarına varan göz alıcı bir kestirme yol olduğuna dair umudu temsil etmek zorunda olan her özel ürün, sırası geldiğinde, törensel bir şekilde kesin eşsizlik olarak tanıtılır. Ama tıpkı aynı yaştaki bireylerin hemen hemen tamamı taşıdığı halde görünüşte aristokrat olan isim modasının birdenbire yayılması gibi, kendisinden eşsiz bir güç beklenen nesne de ancak kitlesel tüketim için yeterince fazla miktarda üretildiği takdirde kitlelerin tapınmasına sunulabilmiştir. Bu alelade ürünün büyüleyici özelliği ancak toplumsal yaşamın merkezine bir an yerleştiğinde ortaya çıkar, tıpkı üretimin nihai amacının açığa çıkan gizemi gibi. Gösteride büyüleyici olan nesne, tüketicisinin ve bütün diğer tüketicilerin evine girer girmez bayağılaşır. Doğal olarak üretiminin sefilliğinden kaynaklanan temel zavallılığını çok geç açığa vurur. Fakat o ana kadar sistemin doğrulanmasını bir başka nesne üstlenmiştir bile ve tanınmayı talep etmektedir. (Debord, 1996, s. 39)

Gösteri metalarının kimliği olan markalar kendilerini eşsiz ve benzersiz olarak sunarlar. Böylece metanın kullanım değerinin yerini bir markaya sahip olarak kazanılan statü ve prestij alır. Gösteri metaları ve onun markaları tarafından tüketicinin nesne ile ilişkisinin değiştirilmesini Baudrillard şöyle açıklar:

Tüketicinin nesneyle ilişkisi değişmiştir. Tüketici, sağladığı özel fayda bağlamında bir nesneye değil, bütünsel anlamı bağlamında nesneler kümesine yönelir. Çamaşır makinesi, buzdolabı, bulaşık makinesi vb. toplu halde, her birinin alet olarak tek tek sahip olduğundan farklı bir anlama sahiptir. Vitrin, reklam, üretici firma ve burada temel bir rol oynayan marka parçalanmaz bir bütün, bir zincir gibi bu anlamın tutarlı, kolektif vizyonunu dayatırlar; sıradan nesneleri değil, gösterenleri birbirine bağlayan bir zincir gibi her nesne daha karmaşık bir üst-nesne olarak diğerlerini gösterir ve tüketiciyi bir dizi daha karmaşık tercihe götürür. (Baudrillard, 2013, s. 17-18)

Kullanım değerinin boşa çıkmasıyla tüketicinin nesnelerle ilişkisinin değişmesi ve markalar vasıtasıyla satın alınan prestijin ve statünün öne çıkması sonucu sahte ihtiyaçların sebep olduğu bir yapaylık ortaya çıkar. Bu yapaylık ise toplumsal yaşamı tahrif eder:

Hiç şüphesiz, modern tüketimin dayattığı sahte ihtiyaca, toplumun ve tarihin şekillendirilmediği hiçbir sahici ihtiyaç ya da istekle karşı konulamaz. Fakat meta bolluğu, toplumsal ihtiyaçların organik gelişmesindeki mutlak kopuş gibidir. Onun mekanik birikimi, karşısında canlı arzunun çaresiz kaldığı sınırsız bir yapaylığı serbest bırakır. Bağımsız yapaylığın yığılma gücü, her yerde, toplumsal yaşamın tahrif edilmesidir. (Debord, 1996, s. 39)

Bütün bu sahte ihtiyaçlar ve markalar tarafından toplumsal yaşamın tahrif edilmesi yeni bir gerçeklik, bir “gibi”ler evreni yaratır. Bu evrene Baudrillard’ın simülasyon ve hiper-gerçeklik hakkındaki tezleri üzerinden yaklaşmak önümüzde yeni kapılar açabilir. Baudrillard’a göre yaşamda hiçbir şeyin aslı yoktur. Yaşanan evren bir “gibi”ler evrenidir. Simülasyon da aslı olmayan gerçekliğin üretilmesi anlamına gelir. Baudrillard, simülasyonu “mış gibi yapmak”tan diğer bir ifadeyle dissimuler’den ayırır. Bu ayrımı somutlaştırmak için de hasta örneğini kullanır. Hastaymış gibi yapan kişi bir yatağa uzanarak bizi hasta olduğuna ikna etmeye çalışır, diğer taraftan bir hastalığı simüle eden kişide hastalığın semptomları görülmeye başlar. Dissimuler esnasında gerçek ile sahte birbirinden ayrıdır; simülasyonda ise gerçek ile sahte arasındaki ayrım ortadan kalkar. Diğer bir ifadeyle simülasyonun gerçekliği bir taklit değildir. Simülasyonda gerçekliğin asıllarının yerine göstergeler konulmuştur ve üretilen bu gerçekliğe hiper-gerçeklik denir (Öker, 2003, s. 221-223): “Bundan böyle her türlü düşsel ve gerçek ayrımından yoksun, yalnızca yinelenebilen bir yörüngeye sahip modeller ve farklılık simülasyonu üretiminden ibaret bir hiper-gerçekten söz edebiliriz” (akt. Öker, 2003, s. 223).

Filmin de bir hiper-gerçeklik sahnesi, bir “gibi”ler evreni olduğunu göstermek için iki örneğe başvurabiliriz. Bunlardan ilki filmde markaların maskotlarının 3D (üç boyutlu), insanların ise 2D (iki boyutlu) olarak üretilmesidir. Baudrillard’a göre 3D simülakrlar gerçeğe 2D simülakrlardan daha fazla benzer (Öker, 2003, s. 228). Bu durumda “gerçek insanların” gerçekliğinin yerini simülakrların üretilmiş hiper-gerçekliği alır. İkinci örnek ise deprem sonucunda California’nın ana karadan kopmasıdır. Baudrillard simülasyon teorisinin en güzel örneklerinden birisinin, bir Borges masalı olduğundan bahseder. Borges’in masalına göre bir imparatorluğun haritacılarının çizdiği harita bir süre sonra imparatorluğun topraklarına eşit bir büyüklüğe erişir fakat imparatorluk çökmeye başladığında insanlar çölde paramparça olmuş harita kalıntılarıyla karşılaşırlar. Baudrillard’a göre haritanın öncesinde de sonrasında da bir toprak yoktur: “Artık harita üzerinde lime lime olmuş toprak parçalarıyla karşılaşılabilir” (Öker, 2003, s. 221-222). Ana karadan Nike logosu şeklinde kopan California da harita üzerinde lime lime olmuş bir toprak parçasıdır.

RAF amblemli silahlara sahip Ronald McDonald aracılığıyla McDonald’s emperyalizmine kafa tutan, iki binden fazla markadan oluşan bir şehir inşa etme ve tüm evreni bir markalar topluluğuna dönüştürme yoluyla simülasyon, hiper-gerçeklik ve gösteri toplumu kavramlarıyla istemli veya istemsiz bir ilişki kuran Logorama, devrimci bir sinema diliyle insanların içinde yaşarken farkında bile olmadıkları kapitalizmin çelişkilerine dikkat çeker. Filmin son sahnesinde Ronald McDonald dişleri, saçları dökülmüş bir şekilde ekrana gelerek McDonald’s’ın meşhur “I’m lovin it” [İşte bunu seviyorum] sloganını söyler, ve tabii ki Ronald McDonald’ın düzen karşıtı bir anti kahraman rolünde bu sloganı söylemesi, en hafif tabiriyle ironiktir.

Mert Tutucu

Yazarın tüm kısa film eleştirileri için: KIS[S]ADAN HİS[SE/TERİ]LER 

KAYNAKÇA

  • Alaux F., Crécy, H. ve Houplain, L. (Yönetmen). (2009). Logorama. [Kısa Film/Animasyon]. Fransa: Autour de Minuit.
  • Baudrillard, J. (2013). Tüketim Toplumu: Söylenceleri Yapıları. (Çev. Hazal Deliceçaylı ve Ferda Keskin). İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
  • Debord, G. (1996). Gösteri Toplumu ve Yorumlar. (Çev. Ayşen Ekmekçi ve Okşan Taşkent). İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
  • Hayden, T. (2010). Long Sixties: From 1960 to Barack Obama. Milton-Park Oxfordshire: Routledge.
  • Karhan, J. (2018). Fast-Food İmparatorluğu’nun Zihniyetini Ritzer’in “McDonaldlaşma” Kavramı Üzerinden Okumak. Bingöl Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 8 (6), 405-432.
  • Öker, Z. (2003). Baudrillard. Kadife Karanlık: 21. Yüzyıl İletişim Çağını Aydınlatan Kuramcılar içinde. (Haz. Nurdoğan Rigel, Gül Batuş, Güleda Yücedoğan, Barış Çoban). İstanbul: Su Yayınları.
  • Steiner, A. ve Debray, L. (2000). Kızıl Ordu Fraksiyonu: Batı Avrupa’da Şehir Gerillası. (Çev. Ruşen Çakır). İstanbul: Metis Yayınları.
  • Vague, T. (2015). Televisionaries: The Red Army Faction. Tom Vague Red Army Faction. Red Brigades, Angry Brigade. The Spectacle of Terror in Post War Europe içinde. (by Gianfranco Sanguinetti, John Barker, Charity Scribner, Tom Wise). Bread and Circuses Publishing.
  • Yibing, Z. (2012). Derrida’nın Marx Hayaletleri Baudrillard ve Debord’un Yeni Toplumu: Postmarksizmin Temel Eserlerinin Analizi Cilt II. (Çev. Aylin Muhaddisoğlu). İstanbul: Kalkedon Yayınevi.

Bir Cevap Yazın