JOSEPH KILIAN – Kilian’ı Beklerken

Pavel Juráček ve Jan Schmidt tarafından çekilen Joseph Kilian (Postava k Podpírání, 1963), Çek Yeni Dalgası’na ait bir yapım olarak nitelendirilir. 38 dakikalık filmin konusu kısaca şöyle: Çekoslovakya’da totaliter bir yönetimin gölgesinde izole bir yaşam süren Harold (Karel Vasicek), Joseph Kilian adındaki bir tanıdığını, ölüm haberi vermek üzere aramaya koyulur. Kilian’ı arayan Harold devlet tarafından işletilen bir kedi kiralama dükkanıyla karşılaşır ve aniden kedi kiralamaya karar verir. Ertesi gün, kiraladığı kediyi geri vermeye giden Harold dükkânın ortadan kaybolduğunu görür. Çevresindeki insanlardan dükkânın yerini öğrenmeye çalışsa da işe yarar hiçbir bilgi alamaz. Bundan sonra Harold totaliter yönetimin bürokratik labirentlerinde hem kiralık kedi dükkanını hem de Joseph Kilian’ı aramaya başlayacak ve bu arayışta Harold’a kedisi eşlik edecektir. Kafkaesk bir atmosferde geçen film özellikle totaliter yönetime ve bürokrasiye yönelik ortaya koyduğu eleştirilerle dikkat çeker.

Filmin açılış sahnesinde sokaktan önce birbirlerine iple bağlanmış küçük çocuklar, daha sonra askerler ve en sonunda da bir cenaze alayı geçer. Bu sahne totaliter yönetimlerle militarizm arasındaki güçlü bağı ve bu bağın çocukları geleceğin askerlerine, dolayısıyla gelecekteki savaşların ölülerine çevireceğini gözler önüne serer. Totaliter yönetimlerle militarizm arasındaki ilişki hakkında ortaya koyulan bu eleştiri o kadar isabetlidir ki ne yazık ki söz konusu filmden beş yıl sonra Çekoslovakya’da esen değişim rüzgarlarının etkisiyle başlayan Prag Baharı Sovyetler Birliği’nin başını çektiği Varşova Paktı’nın tankları altında ezilecek ve bu esnada 73 kişi hayatını kaybedecektir.

Karel Vasicek & Consuela Morávková

Sokaktan geçen cenaze alayının içinde yer alan Harold alaydan ayrılır ve bir sanat merkezine girerek bodrum katına iner. Bodrum katı devrimle ilgili afişlerle, pankartlarla, resimlerle doludur. Bu pankartlarda ve propaganda afişlerinde şunlar yazmaktadır: “Modelimiz komsomoldur”, “bir yılda beş yıllık plan”, “Colorado patates böceğini yok et”, “cumhuriyet için daha fazla kömür”, “ellerinizi çekin”, “kolera, veba, sinekler Truman’ın müttefikleri!”, “halkımız”. Devrimle ilgili nesnelerin tozlu bir bodrum katına kapatılarak unutulması devrim heyecanının çoktan yittiğini, devrimci heyecanın yerini totaliter yönetimin ve bürokrasinin aldığını gösterir. Devrimin heyecanını kaybetmesine sebep olan ise bodrumun duvarında resmi bulunan kişidir: Joseph Stalin. Stalin her ne kadar tek ülkede sosyalizm anlayışıyla devrimi parti devletiyle ve devrim ruhunu da bürokratik hantallıkla ikame etse de Saul Newman ve Michel Foucault gibi isimler bütün suçun Stalin’e atılamayacağı konusunda hemfikirdir.

Foucault Sovyetler Birliği’ndeki bürokratik bozulmayı kabul eden fakat Marx’ın metinlerini sorgulamayı reddeden Marksistlere yoğun eleştirilerde bulunur. Foucault’ya göre Marx’ın metinlerinde neyin Gulag’a sebep olduğunun araştırılması gerekir: “[Bürokratik bozulmayı anlamak için Marx’ın metinlerine dönmek] tüm bu metinleri ne kadar eski olsalar da Gulag açısından sorgulamak demektir. Bu, ‘Gulag’ı önceden kınamak için bu metinleri araştırmaktan çok, bu metinlerde neyin Gulag’ı mümkün kıldığını sorma meselesidir” (akt. Newman, 2014, s. 76).  Yine Foucault’ya göre Marx’ın metinleri teori, Stalin’in uygulamaları ise pratik olarak birbirinden ayrılamaz. Öyle ya da böyle Gulag’ın izleri Marx’ın metinlerinde de mevcuttur ve bu metinlere bakmaksızın Stalin’in arkasına saklanarak Stalinizmi özel bir yanlış anlama veya ihanet gibi göstermek büyük bir kolaycılık ve vakit kaybıdır çünkü “[Stalinizm] Marx’ın ve ondan önceki düşünürlerin bütün bir siyasal söyleminin, itiraf etmek gerekirse hakikati, hem de çıplak hakikatiydi… Marx’ın gerçek sakalını Stalin’in sahte burnunun karşısına çıkararak kendilerini kurtarabileceklerini umanlar vakitlerini harcıyorlar” (akt. Newman, 2014, s. 137). Newman da bir noktaya kadar Foucault ile aynı fikirdedir. Newman’a göre Marksizmin Stalinist diktatörlüğe ve bürokrasiye dönüşmesinin sebebi bizzat Marx’ın ekonomik indirgemeciliğidir. Marx’ın ekonomik indirgemeciliği iktidar sorununu görmezden gelerek burjuva devletinin yerine işçi devletini koyar. Oysa bu yalnızca iktidarın “yeniden adlandırılmasıdır”:

Marksizm, ekonomik indirgemeciliği yüzünden iktidarın yerini ihmal eder. Bir iktidar biçimini, burjuva devletini söker fakat onun yerine başka bir iktidar türünü, işçi devletini koyar. Bu yüzden, iktidarın kendisi -mekanizmaları, işleyişi- engellenmeksizin kalır. Gerçekte, iktidar Marksizm tarafından yalnızca yeniden onaylanmış ve sürekli kılınmıştır. (…) Marksizm iktidarı devrimcileştirmekte başarısız olur. İktidarın yerinin üstesinden gelmekte de başarısız olur -yalnızca onu yeniden adlandırmakta başarılı olur. (Newman, 2014, s. 77)

O halde filmin Stalinizm üzerinden Marksizme karşı da anti-otoriteryanist bir söylem geliştirme amacında olduğunu söyleyebiliriz. Harold bodrumu geçtikten sonra sanat merkezindeki insanlara Kilian’ı sorar fakat tatmin edici bir yanıt alamaz. Dışarı çıktığında kiralık kedi dükkanıyla karşılaşır ve bir kedi kiralar. Bu noktada kedi itaatsizliğin ve anti-otoriteryanizmin bir simgesine dönüşür. Anarşist sembolizmde de özellikle kara kedi önemli bir semboldür. Industrial Workers of the World (IWW) grevinin ardından anarko-sendikalizmin sembolü haline gelir. IWW’ün “Beware Sabotage” afişinde saldırıya geçmeye hazırlanan bir kedi bulunmaktadır. Yine anarko-sendikalistler tarafından tasarlanan bir afişte kedinin ağzında bir yılanla durduğu görülür. ABD’de Black Panther örgütünün hem ismi hem de sembolü kedigillerden olan siyah panterdir.

Harold ertesi gün kiralık kediyi geri götürse de dükkânın yerinde olmadığını görür ve kedisiyle birlikte hem dükkânı hem de Kilian’ı aramaya başlar ve bir devlet dairesinden diğerine sürüklenir. Bu büroların yöneticisi olan parti görevlileri Harold’dan şüphelenirler. Kedi istemiyorsa neden bir kedi kiraladığını sorarak Harold’ı suçlarlar. Bu durum totaliter rejimlerdeki liderin yanılmazlığı prensibiyle alakalıdır. Hannah Arendt şöyle yazar: “Böyle bir kitle liderinin temel niteliği, onun sonu gelmez yanılmazlığıdır; kitle lideri asla hata yaptığını kabul etmez” (akt. Direk, 2021, s. 158).  Harold en sonunda labirent şeklinde dizayn edilmiş bir devlet binasına girer ve bir bekleme odasına çıkar. İçerideki insanlar birbirlerinden kuşkulanarak, konuşmadan beklemektedirler. Bekledikleri kapının üzerinde “çağırılmadan girmeyin” yazmaktadır. Söz konusu sessizlik ve korku Arendt’in şu cümlelerini akla getirmektedir: “Malumunuz, korku soruyu öldürür. Bir korku ortamı varsa, zaten insanlar soru sormaya çekinir. Bu yüzden korku, şiddetin anasıdır derler, zira en büyük şiddet, sessizlikte yaşanır. Dil yok edilmeli, çünkü dil ezilmeyi görünür kılar” (akt. Direk, 2021, s. 160).

Korkunun bir diğer sembolü de duvardır. Bekleme odasındaki pipo dumanından rahatsız olan kadın pencereyi açar fakat bir duvarla karşılaşır. Bu duvar Albert Camus’nün deyimiyle “korku çağının” bir sembolüdür. Camus’ye göre 17. Yüzyıl matematiğin, 18. Yüzyıl doğa bilimlerinin, 19. Yüzyıl ise biyolojinin çağıyken 20. Yüzyıl korkunun çağıdır. Camus’ye göre insanlık bir duvarın önünde yaşamaktadır ve bu duvar insanların birbiriyle diyaloğunu ve iletişimini ortadan kaldırmaktadır:

İnsanların önünde duvar örülmüş bir gelecekle yüz yüze yaşamaları elbet ilk kez olmuyor. Ama insanlar daha önce bu duvarları sözün ve çağrının yardımıyla aşarlardı. Umutlarını oluşturan başka değerlere atıfta bulunurlardı. Bugün ise (…) artık kimse konuşmuyor, çünkü dünya bize uyarıları, öğütleri, dilekleri duymayan kör ve sağır güçlerce yönetiliyormuş gibi gözüküyor. Kısa bir geçmişte yaşadığımız yılların sergilediği oyun, içimizde bir şeyleri yıktı. Ve bu şey de insanoğlunun bir başka insanla insanlığın diliyle konuştuğu takdirde, onca insanca tepkiler yaratabileceğine yönelik o sonrasız güven duygusu (…) (akt. Cemal, 2012, s. 13).
Karel Vasicek

Odadakiler beklemelerine rağmen hiç kimse içeriye çağırılmamaktadır. Sonunda bir adam kapıyı açıp içeri girmek için hamle yapar ve odadaki diğer insanlar da içeri girerler. Oda bomboştur. Sadece yerde bir telefon durmaktadır. Telefon çalar ve arayan kişi Kilian’ı sorar. Telefonu açan adam ise burada kimsenin olmadığını söyleyerek telefonu kapatır. Harold bekleme odasından çıkar ve devlet dairesinde dolaşmaya başlar. Bütün kapıların üzerinde Joseph Kilian yazmaktadır. Aslında Kilian herkes ve hiç kimsedir. İmgesel iktidarın, insanların yarattığı bir fantazmanın ürünüdür. Kilian insanlar itaat ettikçe var olan ve var olmadığı için de en çok itaat edilecek olan şeydir. Filmin sonunda Harold’ın Kilian’a benzettiği fakat Kilian olduğunu reddeden adam da arkadaşına insanları hayvanlardan ayıran şeyin itaat olduğunu söyleyecek ve bir kediyle birlikte orayı terk edecektir. Max Stirner’a göre de iktidar kendi içinde hiçbir şey değildir. O yalnızca insanların itaatleriyle sürekli olarak yeniden üretilir. İktidar bir yanılsama, bir fantezidir. Bu iktidarın olmadığı anlamına gelmez. Diğer taraftan insan kendisinden vazgeçtiği anda, iktidarı aramaya başladığı anda iktidar var olur. Bunun dışında bir iktidar yoktur (Newman, 2014 s. 241).

Karel Vasicek

Son olarak filmin Kafka’nın Şato’suyla olan benzerliğine değinelim. Newman, Kafka’nın Şato’suyla ilgili şu saptamalarda bulunur: “Kafka’nın Şato’su (…) iktidarın yapısını -bürokrasiyi- bir ‘yanılsama’ bir fantezi olarak resmeder: başkahraman bürokrasiyle ne kadar temas etmeye çabalarsa, bürokrasi daha fazla fanteziye doğru geri çekilir ve daha ele geçmez hale gelir” (Newman, 2014, s. 241). Kafka’nın Şato anlatısına benzer şekilde iktidar -veya bürokrasi- sürekli olarak Harold’dan kaçmaktadır. Kilian yoktur, dükkân kaybolmuştur ve devlet dairesi bir labirent gibi dizayn edilmiştir. Harold’a kalan ise tüm güzelliğiyle anti otoriteryanizmin simgesi olan bir kedidir.

Mert Tutucu

Yazarın tüm kısa film eleştirileri için: KIS[S]ADAN HİS[SE/TERİ]LER 

KAYNAKÇA

  • Cemal, A. (2012). Kafka, Dava ve Gerçeklik. Dava içinde. Franz Kafka. İstanbul: Can Yayınları.
  • Direk, Z. (2021). Çağdaş Kıta Felsefesi: Bergson’dan Derrida’ya. Ankara: Fol Kitap.
  • Juráček, P. ve Schmidt, J. (Yönetmen). (1963). Joseph Kilian. Çekoslovakya: Filmové studio Barrandov.
  • Newman, S. (2014). Bakunin’den Lacan’a: Anti-otoriteryanizm ve İktidarın Altüst Oluşu. (Çev. Kürşad Kızıltuğ). İstanbul: Ayrıntı Yayınları.

Bir Cevap Yazın