BORDER: “Ötekiler” Üzerine Bir Fabl

Geçtiğimiz aylarda Kutsal Örümcek (Holy Spider, 2022) ile ismini geniş kitlelere yayan Ali Abbasi’nin 2018 yapımı filmi Border (Sınır), John Ajvide Lindqvist’in “Gräns” adlı kısa hikayesine dayanıyor. Ali Abbasi ve Isabella Eklöf tarafından senaryo haline getirilen filmin az önce adı geçen Kutsal Örümcek ile aynı yönetmene ait olduğunu anlamak aslında oldukça güç. Zira bu iki filmin tarzı birbirinden çok farklıymış gibi geliyor izleyiciye. Yine de tüm bu farklılıklarına rağmen, yazımızda daha sonra sözünü edeceğimiz çeşitli benzerlikler elbette ki mevcut. Oscar ödüllerinde En İyi Makyaj dalında adaylık kazanan film, Cannes’da Un Certain Regard (Belirli Bir Bakış) ödülünü almaya hak kazandı.

Eero Milonoff & Eva Melander

Filmin konusundan kısaca bahsedecek olursak, İsveç’te havaalanında güvenlik görevlisi olan Tina’nın (Eva Melander) işi, (ki aktris, Tina’nın sahip olduğu görünümü verebilmek için film boyunca oldukça ağır protezler kullanmış) uçaktan inen yolcuların üzerinde şüpheli bir paket veya madde taşıyıp taşımadığını anlamaktır. Neandertal-vari görünüşüyle inanılmaz gelişkin bir koku alma yetisine sahip olan Tina, özellikle korku ve suçluluk gibi “kötücül” duyguların varlığını hissedebilmektedir. Bu durum Tina’nın işinde herkesten çok daha başarılı birisi olmasına yardım etmektedir. “Normalde” dışlanma riski yaşayabileceği bu ortamda, işinde kimsenin olmadığı kadar iyi olması sebebiyle tutulmaktadır belki de. Toplumun dışlama kültürünün varlığını ve kendi “çirkinliğini” yine olağandışı duyuları ve işindeki başarısıyla telafi etmektedir. Lâkin, bir gün üzerinde çocuk pornosu videoları taşıyan birisini yakalamasıyla, bildiği şekliyle hayatı değişmeye başlar Tina’nın. Hele de dünyada tek olduğunu sanırken kendisi gibi “farklı” olan Vore (Eero Milonoff) ile tanışmasıyla tüm düzeni alt üst olur. O güne kadar, toplum tarafından normal kabul edilen ancak aslında pek de “normal” olmayan, köpek yetiştiricisi Roland (Jörgen Thorsson) ile yaşayan Tina, Roland ile ayrı yataklarda uyumakta ve onunla seks yapmak istememektedir. Dolayısıyla işi dışında hiçbir şeyi ya da kimseyle bağı yoktur Tina’nın.

Yönetmen Ali Abbasi

Göz Kamaştırıcı Ancak Bir O Kadar da Aldatıcı: Aidiyet Hissi

Tina’nın babası (Sten Ljunggren), Roland’ın Tina’yı kullandığını söylemekte ve Tina da aslında bunu bilmektedir, ancak toplum tarafından sırf görünüşü sebebiyle böyle dışlanan birisi olarak, muhtemelen evde kendisinden başka birilerinin olması biraz olsun güven vermektedir Tina’ya. Tina’nın kendisi gibi olmayan birisiyle yaşıyor olmasına rağmen aslında şehirden oldukça uzakta ve masalsı bir yerde yaşadığına dikkati çekmek gerek. İskandinav mimarisinin donuk, minimal ve soğuk yapısına karşılık oldukça canlı bir renk paletiyle bezeli olan, masal kitaplarından fırlamışçasına yoğun bir örtüye sahip bir orman vardır filmde. Bu tezatlık modern insanın duyularından tamamen kopmuş olmasıyla, Tina’nın beş duyusunun önemini sonsuz kavrayışının arasındaki tezatlığın bir izdüşümüdür adeta. Vore ve Tina karakterlerinin fiziksel olarak herkesten farklı oluşları ve sözünü ettiğimiz üzere akla Neandertal insanı getiriyor olmaları izleyicide filmle alakalı farklı beklentiler oluşturuyor. Koku alma duyularındaki o kuvvet, o “çiğlik” yani modern dünyanın getirileriyle yontulmamışlık hâli ve av köpeklerininkini andıran burun hareketi, kesinlikle bir yabanilik hissi veriyor.

Eero Milonoff & Eva Melander

Daha önce bahsettiğimiz üzere, Tina biraz olsun modern dünyaya ayak uydurabilmişken Vore kendisinin tamamen vahşi kaldığından emin olmak için her şeyi yapıyor ve diğerleriyle olan farklılığıyla gurur duyuyor. Bu yüzden de onun toplumdan aforoz edildiğini ve insanların bu konuda kendilerini suçlu hissetmediklerini söyleyebilir miyiz? Dolayısıyla filmin adının Border yani “sınır” olmasına şaşmamalı, zira sınırlar aslında sadece haritada görünenlerden ibaret değil.  

Dışlamak Bir Şeyleri Dahil Etmektir

Filmde bizim standartlarımıza göre “güzel” olmayan ve standart insandan oldukça farklı görünen iki ana karakterin estetik açıdan bizde uyandırdığı farklılık hissi pek çok soru üretiyor aslında kendi içerisinde. Her ne kadar çoğu şeye karşı objektif olmamız gerekse ve bunu kalben istesek dahi, yapımız gereği inanılmaz sübjektif canlılarız. Yapısı gereği estetik addettiğimiz şeylere çekilen bizler, görünüş konusunda pek de diğerleri kadar “şanslı” olmayan kişi ve nesnelere karşı ayrımcı olmamaya çalışırız ama bu imkânsıza neredeyse yakındır. Hâl böyleyken, bu doğamızdan ötürü kendimizi suçlayabilir miyiz? Veya zihinleri bu kadar gelişmiş modern insanlar olarak gerçekten temel bazı içgüdülerimizin üstesinden gelebileceğimizi sanma kibrini gösterebilir miyiz?  

Matti Boustedt, Eva Melander, Eero Milonoff

Aslında bu tarz “yargılama” ve “sınıflandırmalar” çok uzun zamandan beri, tabiri caizse insanoğlunun “işine yaramakta”. Kim “bizden”, kim değil, kim “sınırlarımızın” içine, kim dışına ait anlamak için oldukça rahat bir yöntem. Bu oldukça kavimsel bir davranış biçimi olmakla beraber, Tina da kendi “kavminden” birisi olan Vore’yi görünce inanılmaz bir çekim duyuyor ve hayatı boyunca “normal” insanların içindeki tuhaf “yaratık” olan Tina, sonunda kendisi gibi olan birisiyle var olabilmenin hafifliğini deneyimliyor. Tüm kurtuluşu, dışlanmışlıklarının tüm affını bu tek kişide bulabileceğini düşünen ve kendini kabullenme yolunda önemli adımlar atan Tina, dışarıdan çok iyi görünen ve çok hızlı gelişen her durumda olduğu gibi, Vore ile olan ilişkisinde hayal kırıklığına uğrar. Yıllardır içinde yaşadığı ancak onu bir o kadar tatminsiz kılan dünyasına sadık mı kalmalı yoksa yeni yeni keşfettiği bu vahşi yaşam biçimine ortak olup Vore’nin kötücül dürtülerini de benimsemeli midir?  

Eva Melander & Eero Milonoff

Filmde karakter dramı, bir aşk hikâyesi ve sosyopolitik bir eleştiri body-horror janrasıyla beraber verilmiş. Buna bir de aksiyon içeren bir suç öyküsü eklenmiş. Tam olarak nereye doğru gittiği çok fazla belli olmayan pek çok hikâye ve anlatı iç içe geçmiş sonuç olarak. Tek başlarına değerlendirildiğinde oldukça zengin olan pek çok güzel fikir mevcut arka planda ancak manalı ve izleyiciyi yormayan bir sentez yaratılamamış filmde maalesef. Bazen “kill your darlings” durumundan kaçınmamak yani belli parçaları çok sevsek dahi eğer bütüne uymuyorlarsa onları eserimize katmamayı göze alabilmek gerekiyor belki de. Kutsal Örümcek ile bu filmin arasındaki temel fark Kutsal Örümcek’in gerçek olaylara dayanıp katili yakalama heyecanının merkeze oturmasıydı. Bu yüzden hikâyede belli bir sürükleyicilik mevcuttu ancak Border, Abbasi’nin diğer filmine göre çok daha serbest bir stil içeriyor. Dolayısıyla Border’ı belli bir yere varan sistematik bir anlatı gibi değil de dallanıp budaklanan bir düşünce bulutu gibi düşünmek gerek. Tam da bu yüzden bu hikâye kimileri için ilham verici bir fabl iken, kimileri için oldukça sıkıcı ve belirsiz bir anlatı olmaktan öteye gidemiyor. Yine de hepimizin zaman zaman Tina gibi hissettiğini varsayarsak eğer, herkesin biraz olsun kendinden bir şeyler bulabileceğini düşünüyorum bu filmde. Keyifli seyirler!

Ece Mercan Yüksel

Bir Cevap Yazın