HIGH TENSION: Fallik İşlev Olarak Hakikatin Olumsallığı (PIFFF #2)

Geçtiğimiz Paris International Fantastic Film Festival (PIFFF) kapsamında gösterilen ve yönetmen Alexandre Aja’nın da katılımıyla seansın “gerilimini” yüksek tutan High Tension veya orijinal adıyla Haute Tension (Yüksek Tansiyon, 2003), hakikati özgürlüğüne kavuşturmayan, bilgiyi ise hırsızlık olarak yansıtan kompozisyonuyla bir anlamda karakter yıkıp yeniden yaratma oyununu başlatıyor. Bu anlamda bilincin tamamen geri planda durması ise izleyiciyi öznenin yabancılaşmış hali ile tanıştırıyor. High Tension ile Fransız Korku Sineması’nda tematik bir perde aralayan Aja, filmin senaryosunu The Hills Have Eyes (2006), Mirrors (2008) ve Maniac (2012) gibi birçok filmde beraber çalıştığı Grégory Levasseur ile birlikte geliştirmiş. Luc Besson‘un yapımcılığını üstlendiği, başrollerinde Cécile de France (Marie), Maïwenn (Alex) ve Philippe Nahon’un olduğu film, “hainamoration (nefret ederek sevgi duyma)” durumuna bir örnek oluşturuyor. Bu iskelet etrafında dönen film, karakterlerine de bir bakıma çifte değer kazandırıyor. Yönetmenin ikinci uzun metraj filmi olan High Tension, hayatta kalma arzusuyla, tabiri caizse var gücüyle oynuyor.

İtiraf Edilemez Olanın Mahiyeti

Çift değerliliğe “İkirciklilik (ambivalance)” bağlamında sahip olan Marie karakterinin hakikati, idealize edilmiş bir bilinç arayışında değil. Ondaki daha çok tanıktan ziyade, aranan kişinin kendini yargılamasına bağımlı kalan “temsili” bir hakikat. Olumsuzlanmanın olumsuzlanmasını takiben gelişen Marie karakteri, yansımasını Alex’in suretinde buluyor. Wrong Turn serisinin başlangıcı ile aynı dönemde slasher korku türü kategorisinde yerini alan High Tension, kendisiyle karşılaştırılan The Texas Chain Saw Massacre (1974) filminden çok daha travmatik bir uzamı olduğunu haykırıyor. Richard Ayoade’nin The Double (2013) adlı filmindeki Simon / James (Jesse Eisenberg) karakterinin inşası ile benzerlikler taşıyan ancak çok daha şiddetli bir versiyonun temsili olan Marie karakteri High Tension’da umulmadık olanın anahtarı olarak dikkat çekiyor. Lucio Fulci ve Dario Argento’nun renk paletlerini yansıtan film, sahip olduğu istisnai paradoks yapısıyla 2000’lerin ruhunu çok özel bir şekilde taşıyor. Diğer yandan filmin ritim duygusu, karakterlerin perspektifini daraltmasıyla birlikte şiddeti ekrana sıkıştırıyor. Bu da filmin klasik bir korku filmi anlayışındaki “hayatta kalma” duvarlarını yıkıyor. Uyumsuz ses öğelerinin kullanılması ise klasik anlamda slasher atmosferine sonuna değin sahip çıkan bir unsur oluyor. Bu da “mutlu son”u garantilemeyen ancak onun umudunu tetikleyen bir mekanizmayı beslemiş oluyor.

Cécile de France

Esas Hastalık Egonun Temelinde Yatar

Kompozisyonu tamamıyla Marie karakteri üzerine kurulu olan High Tension, bireyin farklı olanı takip etmesine yönelerek, onu kendisinin bir parçası olarak kabullenmesinin deneyimini betimliyor. Kameranın çoğunlukla karakterlerin yüzüne odaklanması ve hiçbir kompozisyonu özellikle geniş açıda göstermeyi tercih etmemesi ise anlatı hedefini karakterlerin ve durumların öznel haline indirgemiş oluyor. Bir nevi köşe kapmaca tarzında işleyen anlatı hangi karakterin üzerine ne gibi yükümlülükler bırakıldığına dair pek ipucu barındırmıyor ancak filmdeki ses sistemini de bir karakter olarak değerlendirecek olursak “astımlı nefes” kullanımı, gizlenmiş olan tehlikenin kendisini bir kurbana dönüştürüyor.

Tek bedende “mücadele” ile “kendilik” arasında mekik dokuyan durum, suçun kendi alt türünü yaratmasına izin verirken bu noktadan itibaren ortaya çıkan karşıtlıklar, kuşatıcı bir özgürlük alanına göz kırpıyor. High Tension, Xavier Palud ve David Moreau’nun Ils (2006) filmindeki tedirgin havasını solumuş, Pascal Laugier’in Martyrs (2008) filmindeki karanlık rengi kendi anlatısıyla boyamış bir film. Ancak High Tension’daki fiziksel arzunun yapısı Martyrs filmine oranla daha davetkâr olanın işaretini veriyor. Bu sapkınlaşmış duygusal durum, Marie karakteri üzerinde toplanıyor. Filmde belli bir noktadan sonra gerçeklik ile bağın kaybedilmesinde buradaki kişiselleşmiş arzunun rolü büyük.

Maïwenn

Şiddetin Pastoral Tadı

İki karşıtlık ilkesi etrafında ne simetriyi ne de dengeyi yeniden kurmanın imkansızlığını gördüğümüz filmde, iki ögenin birbirinden ayrılmasını sağlayabilecek üçüncü bir ögenin noksanlığı halinde gerilimin tekdüzeliğinin bozulduğuna tanık oluyoruz. Bu karşıtlık ilkesi, suçun kendisini tek tipte bir türe indirgiyor ve Marie karakterinin durumunu bir anlamda denge olarak öne sürüyor. Korkunun bu anlamdaki saf nihai dozu, gergin sekansları doyuruyor. Gizem etkisini tamamen karakterler üzerinde gezdiren ve bunun dışında hiçbir ayrıntıya odaklanmayan kompozisyon, bükülme etkisi doğuran anlatı biçimiyle olay örgüsünde meydana gelebilecek olası boşlukları aksiyonuyla gölgeliyor. Marie karakteri ise her sekansta içinde açılan benzer boşluğu varoluşsal bir şekilde kabul ediyor.

PIFFF 2022’de Burcu Meltem Tohum, yönetmen Alexandre Aja ile birlikte.

Bu anlamda ne iyi ne de kötü olanın Alexandre Aja’nın anlatısında bir değeri var. Bu da didaktik anlatıya bağlı olan etik değerlendirmeyi filmin en başında dışarıda bırakıyor. Fransız kırsalının ortasında tüm güneş ışığımızın önüne perde çeken benlik uzlaşmasıyla gizemini oldukça tatmin edici bir şekilde açığa vuran film, bizi tüm anlatı boyunca nihilist bir ego ile baş başa bırakıyor. Geriye ise soğuk bir gecenin kokusunu üzerine sindiren mısır tarlaları ile gökkuşağı niteliğinde kan banyosu kalıyor. “Kötü olmadan iyi yoktur” anlayışını destekleyen ve çoğunlukla tetikleyen bir film olan High Tension, kendi kendisiyle ilişki halinde olan, gerçekliğin niteliğini inkâr eden ve negatifliği ile yine kendisine doğru hamle yapan bir film.

Burcu Meltem Tohum

Bir Cevap Yazın