DECISION TO LEAVE: Femme Fatale ve Homme Fragile Dolanıklığının Metafiziksel Ayrılma Kararı

Güney Kore’nin felsefeci yönetmeni Park Chan-wook’un son filmi Decision to Leave (Ayrılma Kararı, 2022) modern bir noir-romantik olarak karşımıza çıkıyor. Film eleştirmeni olarak kariyerine devam etmek isterken Alfred Hitchcock’un Vertigo (1958) filmini izlemesiyle yönetmen olma düşüncesinde kendini bulan Chan-wook son filminde de bu yol değiştirici filmin izlerini kazıyarak bizlere gösterir. Klişe denilebilecek bir dedektiflik hikayesinin kökünü bir aşk hikayesi ile dallandırır ve Vertigo’da olduğu gibi anlatının geçtiği mekanlar -dağlar, çatılar vs.- genellikle yerden oldukça yüksektedir. Bu mekanların hikayenin içerisindeki rolleri de karakterlerin okunması açısından önemli bir yere sahiptir. Neo-noir janrında sayılabilecek bu filmin odağında bir femme fatale karadul ile dedektifin aşk hikayesi yer almaktadır.

Park Hae-il & Tang Wei

Park Chan-wook, Ayrılma Kararı‘nı “’seni seviyorum” sözlerinin dillendirilmediği bir aşk hikayesi tarzında yaptığını, aynı zamanda kanun ve düzen temalı filmlerde sıklıkla görülen sertlikten arınmış bir polis memuru yaratmak istediğini söyler. Dedektif Jang Hae-Joon (Park Hae-il) klasik kahraman toposundan uzaklaşmış bir homme fragile (hassas / kırılgan erkek) karakter olarak karşımıza çıkar. Song Seo-rae (Tang Wei) ise femme fatale tanımına uygundur ve böylece cinsiyet rolleri ozmotik bir şekilde çaprazlanır. Hae-Joon romantik edebiyat temsillerine benzemektedir. Romantizmde kadın sert ve pragmatik ve bazı noktalarda oldukça pratikken -tıpkı Seo-Rae gibi- erkek bir o kadar hassas ve duyguludur. Konfüçyüs’ün “Bilgeler suyu, iyilikseverler dağları sever. Bilge adam suya, nazik adam dağlara hayrandır. Bilge adam hareket eder, nazik adam dinlenir. Akıllı adam mutlu, nazik adam sağlamdır (kararlıdır)” cümleleri duyulur Seo-rae ve Hae-Joon arasında. Tüm bunlar heteronormatif bir bağlamda duyulduğu için de dağ maskülenliği, su ise feminenliği temsil eder. Maskülen yapı sertliği ve hareketsizliği dağlar ile, feminenlik ise akışı, devingenliği ve hareketliliği deniz (su) ile bağıntılı hale getirir.

Filmin ilk 15 dakikası bir prequel gibi adeta. Hikayenin geri kalanı hakkında karakterler aracılığı ile bize çeşitli ipuçları sunar bu prequel. Seo-Rae kocasının ölümünde baş şüpheli olarak görülür, öte yandan dedektif Hae-Joon onun hayatını ve attığı adımları izlerken aslında dedektif kimliği ile değil aşık kimliği ile izler. Seo-Rae’nin hayatının anatomik bir raporunu çıkarıp kendini de daha sonrasında bu rapora, hatta anatomiye dahil eder. Bu dahiliyet yalnızca Seo-Rae’nin izin verdiği ölçüde gerçekleşir ve bu yönden aslında film tamamen olmayanlar üzerinedir. Delil ve ipuçları peşinde olması gerekirken Seo-Rae’nin hayat izlerinin peşinde bulur kendini; sigara içerken uyuyakaldığında kül tablasını ona uzatan, sokak kedisine söylediği şarkıyı yabani bir hayvan gibi uzaktan dinleyen, özünde hiçbir anda olmayan ama olmak için arzusu bulunan bir aşıktır.

Park Hae-il & Go Kyung-Pyo

Hae-Joon, Seo-Rae’nin onu suçlarından sıyrılmak amacıyla mı bir sevgi oyununa kattığı konusunda sürekli olarak düşünür. Aşk sürekli olarak bir kanıt aramaktır ve bu da ilişkilerde sürekli olarak suçlu ve dedektif rollerinin bir döngü içinde yinelendiğini gösterir. Ancak bu ilişkide dedektif ve suçlu rollerinden çok heteronormatif ilişki dinamikleri geçişken haldedir. Hae-Joon ve Seo-Rae ne tam olarak dişil ne de tam olarak erildir. Suyun dalgalarının gücü dağın taşlarını aşındırmakta, bazı zamanlar ise dağdan kopan taşlar ve topraklar suya karışıp onu bulandırmaktadır. Schrödinger’in kedisi gibi Seo-Rae de kapalı bir kutudadır bir bakıma. Kutunun içine bakana kadar Seo-Rae’nin suçlu olup olmadığı kesin değildir. Her iki durum da ihtimal dahilindedir ve Hae-Joon bu kutuyu açmayı reddeder. Seo-Rae hem suçlu hem suçsuz konumundan, suçlu ya da suçsuz konumuna geçse hatta ilerleyen zaman sürecinde suçlu olduğu belli olsa dahi, Hae-Joon kutunun içerisindeki Seo-Rae’yi kabul ederken sahip olduğu durumu kabul etmez.

Tang Wei

Süperpozisyondan çıkan ve femme fatale varlığı kesinleşen kadının karşısında umutsuzca kabule geçen homme fragile görülür. Bu ikilik kuantum dolanıklığına benzer şekilde kendini göstermektedir. Kuantum dolanıklık teorisine göre iki dolanık parça evrenin neresinde aralarında ne kadar mesafe olduğuna bakılmaksızın var olurken birbirlerine zıt şekilde davranış göstermeleri beklenir. Hae-Joon ve Seo-Rae birbirlerinden ayrı olarak hayatlarına devam ettikleri süreçte dahi birbirlerinden bilinç dışı bir şekilde haberdar olup birbirlerine zıt şekilde davranmaya devam ederler. Hae-Joon hala homme fragile olarak karısı ile yaşamakta ve melankolik, duygulu yapısını korumaktadır. Seo-Rae ise aynı şekilde bir femme fatale olarak bambaşka bir ilişki yaşamaktadır ve bir noktada bu birbirine bağlı iki parçacık birbirlerinden ne kadar uzakta olurlarsa olsunlar aynı bağlamda var olup dolanıklıklarını sürdürmeye devam ederler.

Park Hae-il & Tang Wei

Metafizik, felsefe, cinsiyet normları üzerinde yapılanan filmin sinematografik olarak da son derece estetik bir yapısı bulunmakta. Park Chan-wook’un diğer filmlerine kıyasla daha sakin ve sinematik açıdan daha tablovari imgeler içeren Decision to Leave bunlara rağmen anlatı biçimi, zaman sıçramaları, mekan kullanımları bağlamında tam olarak bir Park Chan-Wook filmi. POV (Point of View) çekimleri dikkat çekici bir şekilde karşımıza çıkar. Bu çekim tekniği genellikle korku filmlerinde kullanılır ve izleyici kurbana yaklaşan katil konumuna getirilir. İzleyiciye karakterin perspektifinden bir görüş deneyimi sunulur. Bu çekim tekniğinde bir karakterin iç yaşamına erişim sağlanır. Ancak Decision to Leave’de POV sahneleri ya bir hayvan ya da cansız bir nesneden sağlanır, yani onların bakış açısından Hae-Joon karakterine dönük bir bakış söz konusudur. Bu durumda Hae-Joon’un içselliği filmde açıklıkla gösterilirken dışsallığı bu çekimlerle görmemiz sağlanır, bir bakıma iç dışa aktarılır.

Lee Jung-hyun & Park Hae-il

Ayna, cam ve ekranlar üzerinden yansıyan karakterleri içeren sahneler oldukça yoğun kullanılmış. Böylelikle yansıyan ile gerçek arasındaki ilişki sorgulanır. Aynı zamanda bu yansımalar izleyiciye bir göndermedir çünkü izleyici de film boyunca kendini çeşitli bağlamlarda karakterler ile özdeşleştirirken neyin etik, neyin iyi ya da kötü olduğunu sorgular. Seo-Rae Çinli bir kadındır ve ana dili Çincedir, bu yüzden Korece konuşurken sıklıkla artık Korece’de kullanılmayan kelimeleri ve söz öbeklerini kullanır. Bundan dolayıdır ki dilsel bir duvar ortaya çıkar ikili arasında. Bu duvar belki de en somut ve kalın olan duvardır, zira Seo-Rae ile Hae-Joonlost in translation” idyomatiğinin içerisinde var olurlar.

Park Hae-il

Seo-Rae’nin katil olduğunu gösteren kanıtları bulduğunda Hae-Joon ona tüm kanıtları denize atmasını söyler. Seo-Rae İpo’ya gittiğinde Hae-Joon’a onun çözülmemiş davası olacağını söyler ve kendini kuma gömerek boğulmayı bekler. Kendisini de diğer kanıtlar gibi denize atar. Decision to Leave finali izleyiciyi birçok soru ve metaforla baş başa bırakır. Bir röportajında Park Chan-wook, Seo-Rae‘nin nihai “ayrılma kararı” hakkında şunu söylemişti; “Seyircinin Seo-Rae’nin bir adamın kariyerini veya evliliğini mahvetmesini önlemek için kendini feda ettiğini, adam için ortadan kaybolduğunu düşünmesini istemiyorum. Bunun yerine kendisi için kişisel bir yol seçti ve bu onun özgürleşme ve kendisi için özgürlüğe ulaşma yöntemiydi. Seyircinin sonunu böyle düşünmesini isterim.”

Seo-Rae herhangi bir adam için kendini feda edecek, Virgin Mary stereotipinde yer alacak bir kadın değildir, yalnızca kendi sonunu kendisinin getirmesini istemiştir, en son kararı kendisi için yine kendisi planlayarak vermiştir. Kendisini kumların arasındaki kuyuya koyup ölümünü sudan (denizden) beklemesi ve bu bekleyiş süresinde vazgeçmeye yönelik herhangi bir eylemde bulunmaması Seo-Rae’nin özünün kaynağına zıt olana yani sulara kavuşma arzusunun bir göstergesidir. Kendisi bu zamana kadar su gibi iyiliksever sıfatına uygun düşmemiştir ancak ölümü ve kurtuluşu için suyun iyilikseverliğine sığınmaktadır. Ne Seo-Rae su kadar iyiliksever, ne de Hae-Joon dağlar kadar serttir. İkisi de oldukça geçişken ve cinsiyet rollerinde doğru orantı yerine ters orantılı şekilde var olan karakterlerdir. Ancak aralarındaki ilişki hem kendinden sudur hem de kendinden dağdır. Çünkü ayrılanların hala sevgili olması gibi, hiç ayrılamayacaklar kadar, birleşemeyenler de sevgilidir.

Berfin Tutucu

Bir Cevap Yazın