Yaşamdaki Yerini Bulmak: GENCO

Joseph Campbell, Kahramanın Sonsuz Yolculuğu adlı kitabında kahramanların bir çağrı üzerine – bu, kimi anlatılarda bir iç ses de olabilir – yola çıktıklarını söyler. Selçuk Metin’in Genco (2021) belgeseli, Beyoğlu’nun günlük, rutin keşmekeşinin henüz başlamadığı saatlerde, “cadde-i kebir”de Genco Erkal’ın tek başına yürüyüşüyle açılır. Caddeleri, sokakları, mekânları birbirine koşut iki yürüyüşü izlemek üzereyizdir bu filmde: Biri, usta sanatçının “Ben geçmişimi arıyorum” diyerek özetlediği, diğeri de “yaşamdaki yerimi buldum” dediği tiyatro sahnesine adımını attığı günden bu yana devam eden yolculuğu. Onu çağıran iki iç ses… İki yolculuğa tanıklık eden ama zaman içinde başka başka yüzler edindirilen İstanbul, belgeselin temel mekânı. Kimi filmlerde, romanlarda olayların geçtiği kentler öyle bir önem kazanır ki anlatının kahramanlarından biri durumuna gelir. Genco belgeselinde de İstanbul, kahramanlardan biridir. Genco Erkal’ın sahneye ilk kez çıktığı, sanat yaşamı boyunca belleklere kazınmış, izleyicilerin ilgisine yıllarca mazhar olmuş oyunlarını sahnelediği ama ne yazık ki ya yıkılıp yıkılıp yeniden yapılmış ya da yerini bir otelin, iş hanının aldığı tiyatro salonlarının bulunduğu kent, altmış yıldır süren meslek yaşamında Erkal’la beraber yol almış gibidir.  

Genco Erkal

1960’lardan beri süren yolculukta Genco Erkal ve İstanbul, tiyatro binalarının yıkılmasına da tanıklık etmiştir, oyunların sansürlenmesine de. 1976’nın 1 Mayıs’ı da vardır sanatçının ve kentin belleğinde, 12 Mart ve 12 Eylül’ün izleri de. Mesleğe başladığında tiyatro, Genco Erkal için kendini ifade ettiği bir alandır; fakat hem ülkedeki siyasal gelişmeler hem tiyatro üzerine okumaları, tiyatrocunun aynı zamanda topluma karşı bir sorumluluğunun da olduğunu fark etmesini sağlar. Genco Erkal’ın bir süre sonra aynı sanat anlayışına sahip meslektaşlarıyla kuracağı Dostlar Tiyatrosu’nun politik tiyatro yolculuğu da böylece başlar. Campbell’ın modelini doğrular biçimde bu yolculukta önlerine yabana atılmayacak engeller çıkar. Suya sabuna dokunmayan bir yolu da seçme olanağı varken oyunların yasaklandığı, sansürlendiği yıllarda politik tiyatro yapmaya başlayıp devam etmek kolay değildir. Belgesel, tam söz konusu yıllardaki siyasi atmosferi ve tiyatroların durumunu aktarırken başka kentlere yapılmış kısa süreli yolculuklar dâhil olur bu uzun soluklu serüvene. Milano, Berlin, Varşova, Prag, Paris ve Londra, Erkal’ın oyun izlediği, tiyatro okullarını incelediği kentlerdir. İstanbul ve genel olarak ülkenin koşullarıyla bu kentlerde gördüğü tablolar arasındaki farklılıklar, bir yandan çağdaş tiyatro anlayışıyla geleneksel tiyatromuzu harmanlayan yeni bir tiyatro ekolünün doğuşuna nasıl zemin hazırladığını ortaya koyar, bir yandan da yalnızca Genco Erkal ve Dostlar Tiyatrosu’nun değil, Türkiye’de tiyatronun hangi sınavlardan geçtiğini görmemizi sağlar.

Kenter Tiyatrosu

Her Şeye Rağmen Yola Devam Etmek

12 Mart, 12 Eylül, baskılar, sansürler, ekonomik zorluklar… Hiçbiri, Genco Erkal’ı tiyatrodan vazgeçiremez. Daha başında tiyatrocu olmak istediğini babasına açıkladığında karşılaştığı ilk engelden itibaren bunları aşmak için çözümler mutlaka bulur ve yoluna devam eder. Belgesel, Erkal’ın tiyatroyla bağını anlatırken kendini bir şeye adamakla hırslar arasındaki farkı açıkça verir. Kendimizi bir şeye adadığımızda onu en iyi biçimde yerine getirme isteği vardır, her defasında daha iyisini yapmak için kendimizle yarışırız ve asıl olan, elde etme arzusu değil, düşlediğimiz yere varma isteğidir. Seçtiği yolun bugünün değer yargılarını benimseyenlerce romantik, modası geçmiş, hatta çağ dışı değerlendirilebileceğinin farkındadır Genco Erkal ama yaşamını her şeye rağmen tiyatroya adamıştır. Hırslarla, özellikle maddî beklentilerle yapılamayacak bir seçimdir bu. Altmış yıldan bugüne her dönemin geçer akçesi çürüyüp değişmiştir ama geriye Brecht nasıl kaldıysa Genco Erkal ve sanat yaşamı boyunca ürettikleri de öyle kalmıştır.

Politik, devrimci, ilerici tiyatro, ele aldığı meselelerin evrenselliği ve ne yazık ki zaman içinde çözülememiş / çözmeye yanaşılmamış olması nedeniyle eskimez. Sömürü hep vardır, sınıf ayrımı hep vardır. Sadece dönemsel birtakım hilelerle gizlemeye çalışılmıştır. Politik tiyatro, işte o gizleneni açığa çıkarır. Genco Erkal’ın Dostlar Tiyatrosu’ndan önce ve sonra rol aldığı, yönettiği, uyarladığı, çevirdiği bütün oyunların da söyleyecek bir sözü olmuştur her zaman ve belgesel boyunca adları anılan birçok oyun, sözlerinin geçerliğini koruması nedeniyle on yıllardır sahnelenmektedir. Film – bu bağlamda da – önemli bir belge bırakır, Asaf Çiyiltepe’nin kurduğu Arena Tiyatrosu’ndan başlayarak hem Türkiye’de politik tiyatronun yolculuğunu, önemli oyunları hem de başka ülkelerin oyun yazarlarının kaleme aldığı ve ülkemizde de sahnelenen oyunları kronolojik olarak kayda geçirir. Öte yandan Dostlar Tiyatrosu’nda önemli yeri olan belgesel tiyatrolara da dikkat çekilir. 1970’de sahnelenen ilk belgesel oyunu takip eden oyunlar ve bir süre sonra ilk yerli belgesel oyun olan Alpagut Olayı ile Dostlar Tiyatrosu devrimci tavrını devam ettirirken Türk tiyatrosuna izleyicinin o zamana kadar pek alışık olmadığı bir türü kazandırır. İlerleyen yıllarda sahnelenen belgesel oyunlara yönelik ilgiyi düşündüğümüzde topluluğun anlattıkları, meramı izleyicilerde bir kez daha karşılığını bulur.

Arka sıra: Yıldız Kenter, Muhsin Ertuğrul, Müşfik Kenter, Genco Erkal, Şükran Güngör. Ön sıra: Kamuran Yücel, Ergun Köknar (dekor) ve İbrahim Turgut (ışık). (Kaynak)

Muhsin Ertuğrul, Yıldız Kenter, Haldun Taner, Engin Cezzar, Gülriz Sururi, Mehmet Ulusoy, Karaca Tiyatrosu, Kenter Tiyatrosu, Ses Tiyatrosu, Ankara Sanat Tiyatrosu, Ümit Tiyatrosu… Belgeselde adlarını sıklıkla duyduğumuz tiyatrocular ve tiyatroların yalnızca Genco Erkal’ın sanat yaşamında değil, Türk tiyatrosunun tarihindeki yerleri de tartışılmaz. Selçuk Metin, önceki belgesellerinde olduğu gibi Genco’da bir kez daha bu gerçeğin altını çizerken yıkılan ya da korunması gereken tiyatro salonlarına dikkat çekilen sahnelerle beraber Türk tiyatrosunun neden kurumsallaşamadığı gibi yanıtı bilinen bir soruyu yinelemek yerine var olanların korunması ve yenilerinin inşa edilmesi için yetkililerin üzerine düşeni yapması gerektiğini hatırlatır. Kenter Tiyatrosu için atılan adım, iyi bir başlangıç olarak kabul edilip devamı getirilmelidir. Ses Tiyatrosu’nu yıllarca ayakta tutan Ferhan Şensoy’un tek başına başardığını elinde daha fazla olanağı bulunan kişi ve kurumların başarması hiç de zor değildir.

Ses Tiyatrosu

Genco Erkal ve Sinema

Belgeseli izlemeden önce Erkal’ın sinema kariyerine ne kadar yer verildiğini merak ediyordum; çünkü rol aldığı filmler, önemli yapımlardı ve Genco Erkal’dan bu filmlere dair birkaç söz duymak istiyordum. Bu nedenle filmler üzerine anekdotları dinlemek beni mutlu etti. 1982’den bugüne Ali Özgentürk’ün At, Erden Kıral’ın Ferit Edgü’nün aynı adı taşıyan romanından uyarladığı Hakkari’de Bir Mevsim, Zeki Ökten’in toplumcu çizgisini en iyi yansıtan filmlerinden olan Faize Hücum, Fehmi Yaşar’ın 10. Uluslararası İstanbul Film Festivali’nde “en iyi Türk filmi” ödülünü alan Camdan Kalp, Ben Hopkins’in Pazar: Bir Ticaret Masalı ve Çağan Irmak’ın Prensesin Uykusu filmleriyle dijital platformlarda yayınlanan dizilerin öncüsü ve en nitelikli işlerden biri olan, Tunç Şahin imzalı 7 Yüz dizisinin “Refakatçiler” bölümüne baktığımızda da tıpkı tiyatrodaki gibi Genco Erkal’ın hep bir meselesi olan işlerde yer aldığını görürüz. Altın Portakal getiren At ve Faize Hücum, Türkiye’de yedi yıl yasaklı olan ama 1983’te Berlin Film Festivali’nde Gümüş Ayı Ödülü’nü alan Hakkari’de Bir Mevsim’in aldığı ödüller gibi Kıral’ın filminin yasaklanması da bu gerçeğin göstergeleridir elbette.

Erkal, Hakkari’de Bir Mevsim’in bir sahnesinde.

Genco Erkal’ın Yolculuğunda Önemli Bir Yazar: Bertolt Brecht

Genco’da usta sanatçının yaşamını, düşüncelerini, mesleğe bakışını derinden etkileyen iki kişinin adı sıklıkla anılır: Bertolt Brecht ve Nâzım Hikmet. Brecht’ten “Beni en çok etkileyen yazarlardan biri” diye bahseder Erkal. Politik tiyatroyu ondan öğrenmiştir. Türkiye’de geleneksel tiyatromuzla Brechtçi tiyatroyu sentezleyerek çağdaş bir tiyatro anlayışına ulaşılmasına Brecht okumaları zemin hazırlamıştır. Brecht, belgeselin belirli bir bölümünde değil, her yerinde karşımıza çıkar. Söz dönüp dolaşıp Brecht’e geldiğinde Erkal’ın bir sözü, yorumu, tiyatro başta olmak üzere pek çok sanat dalındaki üretimi etkileyen bu önemli yazarın kuramına dair bir pencere açar ve aynı zamanda Genco Erkal ile Dostlar Tiyatrosu’nun elli ve altmış yıllık tiyatro yolculuğunda sahnelenen oyunlar üzerine yapılacak bir inceleme, akademik çalışma için de yol gösterici bazı bilgiler edinilebilir. Brecht, Genco Erkal’ı hangi yönleriyle etkilemiş; onun geliştirdiği kuram, burada sahnelenen oyunları nasıl biçimlendirmiş? Belgesel, daha birçok soruya, yanıta ve araştırmaya olanak tanır. Bununla birlikte Brecht’ten bahsederken önemli bir şeyin daha altını çizer Genco Erkal: “Ben hiçbir zaman bağnaz bir Brechtçi olmadım. Onu kendi koşullarımıza göre uyarladım” der. Birçok meslekte etkilenilen, başta belki model alınan kişiler olur ama Erkal, kendi yolumuzu çizerken etkilendiğimiz kişilerin birebir kopyasına dönüşüp onun yoluna geçmenin değil, ondan öğrendiklerimizi başka bilgi ve deneyimlerle de sentezleyip kendi sesimizi bulmanın değerli olduğunu söyler bize sanki. Bu da herkesin kulağına küpedir, belgesel boyunca duyduğumuz birçok söz gibi.

Bertolt Brecht & Nâzım Hikmet

Hayatında Ayrı Bir Fasıl: Nâzım Hikmet

Genco Erkal’ın meslek yaşamı boyunca sıklıkla “işlediği bir suç” vardır: Toplantılarda Nâzım Hikmet’ten şiirler okumak. Bu eylem başını birçok defa ağrıtsa da sahnede ve sahne dışında Nâzım okumaktan vazgeçmemiştir. Filmin sonunda özel olarak teşekkür edilen Nâzım Hikmet, Brecht gibi Genco Erkal’ın yaşamının pek çok anında ve dolayısıyla belgeselde yerini almıştır. Erkal’ın oyunlarını yakından takip eden izleyiciler için bu yol arkadaşlığı tanıdıktır ama belgeselin en keyifli bölümlerinden biri de usta sanatçının Nâzım Hikmet’in şiirlerinden yola çıkarak hazırladığı oyunları anlattığı anlardır. Bu sahnelerden birine on yedinci yüzyıla ait Çorlulu Ali Paşa Hanı da eşlik eder. Genco Erkal’ın altmış yıldır nasıl aynı heyecanla ürettiğinin göstergesidir bu bölümler aynı zamanda. Yasaklı Nâzım şiirlerini okuduktan sonra derlediği oyunlar, örneğin ilk kez 1975 yılında sahnelenen Kerem Gibi, sonrasında gelen Sevdalı Bulut, İnsanlarım, Yaşamaya Dair: Bursa Cezaevi’nden Mektuplar, başka yazınsal türlerle kendini ve tiyatroyu nasıl beslediğini, varsıllaştırdığını da gösterir. Yaşamını tiyatroya adadığı gibi onu daha ilk okuyuşunda muazzam biçimde etkileyen şair de yaşamında “ayrı bir fasıl” olmuştur. Bu güçlü bağ, bizim de “Nâzım Hikmet şiirlerini en iyi okuyan kişi” denildiğinde aklımıza ilk olarak Genco Erkal’ın gelmesine neden olur. Farklı tarihlerde üreten ve birbirini temel anlamda hiç tanımamış bu iki sanatçının yol arkadaşlığı, yalnızca Erkal’ı ve sanat yaşamını değil, kuşkusuz izleyiciyi de etkiler.

Çorlulu Ali Paşa Hanı

Belgeselde Genco Erkal’ın yaşamında Nâzım Hikmet’in yerinin anlatıldığı bölümlerde Çorlulu Ali Paşa Hanı’yla birlikte tiyatro ve mekânlara dair bir başka kapı daha açılır karşımızda. Dostlar Tiyatrosu olarak hep göçebe olduklarından bahseden Erkal, mevcut sahnelerin dışında kendilerine yeni sahneler üretir. Bir han, oyun sahnelenecek bir yere dönüştürülür. Tarihi mekânlarsa usta sanatçının bu konuda ilgisini en çok çeken yerlerdir. Antik tiyatrolardan bahsederken duyduğu heyecanı paylaşmamak olanaksızdır. Tiyatroda oyuncu, yönetmen, yazar ya da çevirmen olarak üretirken, Dostlar Tiyatrosu’nun en güzel dönemi olarak andığı yıllarda izleyicilere oyunların yanı sıra konserler, sergiler ve film gösterimleriyle tam teşekküllü bir kültür merkezi sunarken koruduğu coşku, yazının başında Campbell’a atıfla bahsettiğim, yolculuktaki engelleri bir biçimde bertaraf edecek gücü kendinde bulmasına neden olmuştur hep. Bu adanmışlıkla sanat yaşamındaki yolculuk devam ederken belgeseldeki yolculuk da aslında bu yolun hiç bitmeyeceğini hatırlatırcasına sürer.

Pazar – Bir Ticaret Masalı

Filmler, romanlar, oyunlar üzerine yazarken “akıcıydı, şöyle heyecanlandım, sürükleyiciydi” gibi tümceler kurmaktan kaçınırım ama Genco belgeselini izlerken film bitmeye yakın “Keşke biraz daha uzun olsa, Genco Erkal’ın anlattıklarını biraz daha dinlesem” diye düşündüm; çünkü onun tiyatroya, sanatın diğer dallarına, toplumsal meselelere, siyasete baktığı yer, bize çok önemli şeyler söyledi bugüne kadar. Bu yüzden hiç şikâyet etmeden, saatlerce dinleyebilirdik. Tiyatroya gitmenin bir lüks ya da boş vakit uğraşı değil, bir gereklilik olduğunu; “Düşünmenin, eleştirmenin, sorgulamanın tadını alsınlar… Yalnız olmadıklarını, birlikte daha güçlü olduğumuzu görsünler” sözleriyle açıklar Genco Erkal. Onun izleyicisi, dün olduğu gibi bugün de bu düşüncelerle tiyatro salonlarını dolduruyor.  Ne mutlu ki Erkal’ın belirttiği gibi bu bir maraton, daha gidilecek çok yol var ve hepimizin malumu, bu yolculukta Genco Erkal’ın yıldızı da tüm alçakgönüllülüğüyle parlamaya devam edecek.

Baran Barış

Bir Cevap Yazın