Ruth Handler’ın doğurduğu, kapitalizmin ve patriyarkanın yaralayıp yararlandığı belki de ilk feminist idollerden biri olan Barbara Millicent Roberts’ı yani nam-ı değer Barbie’yi Greta Gerwig ve Noah Baumbach sarıp sarmalar. Pembe renginden ve femmephobia’dan muzdarip herkesin korkulu rüyası olan bu film sanılanın aksine tipik bir “chick flick” değil aksine zeitgeist yapıda kendini parlatan ve kendinden çokça söz ettiren bir yapımdır. Kırılgan erkeklerin yanında radikal feministlerden de oldukça eleştiri alsa da Barbie (2023) yalnızca her şey olmaya ve bunu hep birlikte yapmaya odaklıdır.

Barbie’nin doğumu “We can do anything.” (Biz her şeyi yapabiliriz.) sloganı üzerine olsa da zamanla patriyarkanın her şeyi değiştirip, dönüştürüp, kendine uygun hale getirme girişimleri altında özünü kaybetmiştir. 90’larda herhangi bir kadın henüz oy pusulasında görünmeden önce Barbie başkanlık için yarışır. 200’den fazla meslekte kendini gösterir. Stereotipik Barbie’nin yanına farklı ırklardan ve görünüşlerden Barbie’ler eklenir. Patriyarkanın bir sonucu olarak ortaya çıkan “male gaze” (erkek bakışı) ile Barbie’nin kadınları güçlendirici yönleri görmezden gelinerek hatta üzerleri çizilerek yalnızca dişiliği ile var olan bir bimbo’ya (güzel ama aptal kadın) dönüştürülür. Kadınların çalışma hayatında ciddiye alınmaları için cinselliklerinden vazgeçmeleri gerektiğine inanılır ve böylece kadına iki kesin ve keskin yol sunulur: kadınlığından vazgeçip iş hayatında erkeklerle eşit olmak, kadınlığından vazgeçmeyip iş hayatında ciddiye alınmamak. Greta Gerwig’in Barbie’si kadınlara ve özellikle erkeklere kadınların hem feminen hem de ciddi bir iş sahibi olabileceklerini gösteriyor.

Brittany Tokasey, Sarah B. Banchefsky, Joshua Correll ve Tiffany Ito’nun beraberce kaleme aldıkları Do Scientists Wear Makeup? The Effect of Performed Femininity on Perceptions of Women’s Scientificness (Bilim İnsanları Makyaj Yapar mı? Uygulanan Bir Eylem Olarak Kadın(sı)lığın, Kadınların Bilimselliğine Dönük Algı Üzerindeki Etkisi) başlıklı makalesindeki deneylerin sonuçlarına göre makyaj yapan ve saçlarını feminen bir şekilde şekillendiren kadınların daha az bilimsel olarak algılandıkların gösterilmiştir. Daha az feminen olan kadınlarla, daha feminen kadınların gösterdikleri performans aynı olsa da daha feminen görünen kadınlar daha az bilimsel sayılmıştır. Bunun yanında cinsel bir objeye dönen Barbie’den hoşlanan ve yararlanmak isteyen kapitalizm ve pazar alanı da Barbie’yi kadınların cinsiyet rollerine bağlı olan en temel idol haline getirir ve sosyal açıdan da “Barbie” kelimesi bir aşağılama olarak kullanılmaya başlanır. Barbie’nin cis heteroseksüel bir kadın olduğunu kanıtlamak istercesine yanına bir de himbo (yakışıklı ama aptal erkek) olan Ken getirilir. Ken’in tek işi Barbie’nin erkek arkadaşı olmaktır. Patriyarka Barbie’nin üzerine düştüğü kadar Ken’in üzerine düşmez. Gerwig’in her zamandan farklı yaptığı da tam olarak budur. Ken’in kırılgan sarışınlığı üzerinden de bir anlatım kurar.

Greta Gerwig temel olarak otantik biçimde yapay mizansenlere sahip filmlerden ilham alır Barbie için. Wizard of Oz’un (1939) Emerald City arka planı ilhamıyla pembenin birçok farklı tonunun kullanıldığı Barbie Land’i yaratır. Pembenin tonlarının kullanımı için ise referans olarak Les parapluies de Cherbourg (1964) filmini alır. Her şey son derece resimsel görünmektedir. Görüntü yönetmeni Rodrigo Prieto ile Greta Gerwig Barbie Land için kullandıkları ışık ve fotoğraf stilini tanımlamak adına TeknoBarbie terimini üretir. Barbie’nin dans partisinin koreografı Gerwig’in en sevdiği filmlerden biri olan Gold Diggers’dan belirli dans adımlarını bu sekansa dahil eder. Barbie’nin hem teatral hem de sinematik filmlerden temelini sağlam oluşturduğu oldukça açıktır. Barbie (Margot Robbie) ve Ken’in (Ryan Gosling) Los Angeles’a vardığında oraya ait olmadıklarını göstermek amacıyla Geceyarısı Kovboyu (1969) filminden Jon Voight’un New York’ta yürüdüğü sekansı ve elbette üzerindeki kovboy kostümlerini ödünçler. Açılış sahnesi ise tamamen Stanley Kubrick’in 2001: A Space Odyssey (1968) filmine bir göndermedir. Aslında her şey de buradaki dış sesin o ikonik cümlesiyle başlar: In the beginning, there was Barbie. (Başlangıçta Barbie vardı.)

Greta Gerwig bir röportajında “Barbie önce yaratıldı. Ken, Barbie’den sonra, Barbie’nin bizim gözümüzdeki ve dünyadaki konumunu parlatmak için yaratıldı. Bu tür bir yaratılış miti, Tekvin‘deki [Genesis] yaratılış mitosunun tam tersidir” açıklamalarında bulunur. Yaratılış mitine göre önce Adem daha sonrasında onun kaburga kemiğinden Havva yaratılır. İkisinin de iyilik ve kötülüğü bilme ağacından meyve yemeleri Tanrı tarafından yasaklanmıştır. Havva, yılanın fısıldamalarına uyarak meyveden yer ve böylece Havva ile Adem cennetten kovulurlar. Bunun sonucu olarak insanlar bu ilk günah ile dünyaya gelirler. Bu günahın cezası olarak da kadınlara doğum acısı, erkeklere ise toprağı işlemek zorunda kalmaları Tanrı tarafından verilir. Bu bağlamda labor kelimesinin iki anlamı vardır, birisi doğum sancısı, diğeri ise iş ve emektir. Yalnızca Adem ve Havva’nın değil Adem’ler ve Havva’ların olduğu düşüncesi de tartışma konusu olmuştur zaman içerisinde. Barbie Land’de de Barbie’ler ve Ken’ler sonsuz ve kusursuz ve düz çizgide ilerleyen bir yaşam sürmektedirler.

Barbie yasak meyveyi yer: Ölümü düşünür. Meyvenin sembolize ettiği üstbilişin (meta-cognition) kendisidir. Üstbiliş ise kişinin kendi düşünme süreçlerinin farkında olmasıdır. Barbie ölümü düşünmeden önce bir üstbiliş sahibi değildir. Barbie Land’de uyandığında kendinin farkında olmadan ve düşünme eyleminden habersiz olarak sonsuz hayatını geçirir. Bu durumda Barbie Land, Cennet’in bir replikasıdır. Bu replika klasik mitin patriyarkal düzenini altüst etmiş ve matriyarkanın hüküm sürdüğü bir alandır. Barbie yasaklı eylemi gerçekleştirdiğinde Tanrı’dan bağımsız bir birey olduğunu keşfeder. Bu keşfiyle beraber Barbie Land’den kovularak Real World’e (Gerçek Dünya) düşer. Gerçek dünyaya varıp Venice Beach’de Ken ile birlikte paten kayarken utanç duygusunu tadar Barbie. Yasak elmadan sonra çıplaklıklarından utanan Adem, Venice Beach’de saygınlık ve hayranlıkla karşılanırken Havva kadın yaradılışı “yüzünden” (!) fiziksel ve sözlü tacizlere uğrar. Barbie Land’de tek işi “plaj” olan Ken, gerçek dünyadaki gücünü ve salt biyolojik cinsiyetinin getirdiği ayrıcalıkları keşfeder. Barbie ise Barbie Land’de kurulan matriyarka ütopyasının tersi olan gerçek dünyada erkekler tarafından nasıl sömürüldüğü, kadınlar tarafından ise ne kadar nefret edildiği gerçeğiyle yüzleşir. Feminist dünya düzenini kuran ve her dünyada bu düzenin sürdüğünü sanan Barbie’nin aslında hayal eden kişi değil hayal edilen nesne olduğunu anlaması uzun sürmez. Stereotipik Barbie olmasından dolayı herhangi bir yeteneği veya işi olmayan Barbie varoluş amacını sorgulayarak amansız görülen bir varoluş sancısına girer.

Jean Baudrillard’ın hipergerçeklik kavramı anlamın içinin boşaldığı, özünü kaybettiği, gerçek ile kopyanın birbirinden ayrılamayacak bir hale geldiği süreci açıklar. Kitle kültürünün etkisiyle yeniden yaratılan nesne orijinalinin yerini alır ve böylece simülasyonlar oluşur. Barbie Land bir simülasyon örneğidir. Barbie’ler için gerçek dünyanın yerini almıştır ve gerçek dünyadaki insanların -mış gibi yapmaları bu dünyadaki gerçeklik haline gelmiştir. Barbie bu simülasyondan çıkıp öze döndüğünde ve özle karşılaştığında duyduğu boşluk ve ümitsizlik hissi simülasyonun ne kadar tehlikeli olduğunu gösterir. Simülasyon aslında yalan söylemez, gerçek olmadığını kendisi de bilir fakat onun gerçek ve orijinal olduğuna yaşanılan yüce ve güçlü duygular ile inanılır. Zaman durdurulur ve gerçek, öz unutturulur. Barbie gerçek dünyada soru sormaya, sorgulamaya, acı çekmeye, üzülmeye başlar. Sıkı sıkıya bağlı hale getirildiği rutinden, güvenli bölgesinden çıkar. Tüm bu özellikleri bakımından Greta Gerwig’in The Truman Show (1998) filmiyle ne kadar yakından ilgilendiği anlaşılır.

Gerçek dünyada patriyarkayı ve male gaze’i yalayıp yutan Ken, Barbie Land’e dönüp diğer Ken’ler ile bu bilgilerini paylaştıktan sonra Kendom’u kurar. Barbie’nin Rüya Evi ise Ken’in Mojo Dojo Casa Evi’ne dönüşür. Tüm Ken’ler Barbie’leri male gaze yardımıyla objeleştirirken bir taraftan mansplaining yaparak kendilerine güvenmeyen, erkeklere bağlı, hizmet meraklısı, hiçbir konuda yetenekli veya usta olmayan kadınlara çevirirler. Barbie’yi bir insana dönüştürmeye başlayan Gloria (America Ferrera) ve kızı Sasha (Ariana Greenblatt) ile Barbie Land’i patriyarkanın kadınları ikinci plana atan düzenini kırmaya çalışan Barbie ve Ken karşı karşıya geldiklerinde Ken’lerin Barbie Land’de uzun süredir oldukları konumun ne derece aşağılayıcı olduğunu kırılgan bir erkek tavrıyla açıklar. Ken olmadan Barbie var olabilir ancak Ken’in var olması için Barbie’ye ihtiyacı vardır. Barbie her şey olabilirken, Ken yalnızca Ken’dir. Ken ve Ken’ler de her şey olmak istemektedir. Aslında bunda hiçbir sakınca da yoktur.

#NotAllMen hareketine bir gönderme olarak Barbielerin yanında Kendom’u düşürmeye yardımcı Alan (Michael Cera) ile Barbie’ler Barbie Land’i daha eşitlikçi bir konumda var etmek adına Ken’ler ile beraber birbirlerine söz verirler fakat şunu da gösterirler ki bu tek bir gecede olamaz. Ken’ler direkt yargıç olarak mahkemelerde görev alamazlar mesela. Daha küçük alanlarda kendilerini var ederek başlamaları gerekmektedir. Yıkıcı “k-energy” Ken olmak için Barbie’ye ihtiyacı olmadığını, kendini gerçekleştirmesinin asıl varoluş amacı olduğunu, yönetme işinin oldukça zor ve sıkıntılı olduğunu, Ken’lerin de ağlayabileceğini kabullenip kendi kendisine yeten ve istediği her şey olabilecek “k-enough” rolüne geçer. Çözülemeyen tek sorun Barbie’nin artık kendisini Barbie gibi hissetmediğidir.

Bu sırada Barbie Land’de Barbie’nin yaratıcısı Ruth Handler görünür. İnsan olma yolunda olan Barbie bu oluşun getirisi olan ölümü de kabullenmiştir. Gerçek dünyada yaşayıp hayatını hayal edilen bir nesne değil, hayal eden ve hayallerini sonsuz olması adına paylaşan bir kadın olmayı diler. Ruth ona bir ruh ve atan bir kalp verir. Stereotipik Barbie varoluş amacını, yaratılış nedenini bulmuş sayılır böylece. Mutlu olmak için yaratılmıştır. Mutlu olması için de kendi eylemlerinden sorumlu, üstbilişe sahip bir insan olması gerekmektedir. Sıradan güçlü kadın imajına uyup bir iş görüşmesine gittiğini düşündüğümüz Barbie jinekoloğuna yaptığı ziyaret ile bebek pembesi bir gülüş kondurur yüzümüze. İlk günah sonrası cennetten kovulduktan sonra tüm kadınların acı içinde yaptığı doğuma bir atıfta bulunulurken aynı zamanda artık Barbara olarak Barbie’nin kendi bedeni üzerindeki hakları ile Tanrısı Ruth’dan ayrılıp bireyselliğe geçtiğini anlarız.

Barbie, Barbie Land’de her şeyken, gerçek dünyada sadece insan olmayı seçerek sonu olan bir varlık olarak hiçbir şey konumuna geçmiştir. Hiçbir şey olması da Barbie’nin olabileceği her şeyi kapsamaktadır. Gerçek dünyada hayatta kalması için Barbie Land fantezisinden uzaklaşmaması gerekmektedir çünkü insanın gerçekliğe dayanmasını sağlayan hayalleri ve fantezileridir. Bazen de onlardan kaçıp gerçek dünyaya sığınır. Bu dikotomi ozmotik bir biçimde birbirini besler. Barbie bir kadın ya da erkek filminden öte bir insan filmi olarak karşımıza çıkar. Plastikten bir hayli uzak, fantastiğe ve hakikate ise bir o kadar yakındır.
