Star Wars gibi bilimkurgu türünde yer almış filmlere ilham olan ve Frank Herbert’ın Dune serisinin ilk kitabına dayanan Denis Villeneuve’ün yönettiği 2021 tarihli bu film birçok açıdan geçmişi, şimdiyi ve geleceği birbirine bağlayan bir zincir görevi görür. David Lynch’in “hayatımın en büyük üzüntüsü” dediği Dune filminin Villeneuve versiyonu da herkesi etkilemeyi başaramamıştır. Sinematografik açıdan yeterli bulunsa da lore açısından çokça zayıflıkları olduğu söylenmiştir. Tüm bu tartışmaların arasından sıyrılıp Dune’a bir adım uzakta durup bakmak ve içsel ögelerini incelemek doğru olacaktır. Film şu cümle ile açılır:
Dreams are messages from the deep. (Rüyalar derinlerden gelen mesajlardır.)

Hesiodos’a göre Nyks (Gece) kendi başına Hypnos (Uyku) ve Thanatos (Ölüm) tanrılarını yaratmıştır (Azra Erhat, 2007). Uyku tanrısı Hypnos’un üç bin çocuğundan biri sayılan Morpheus’un adı biçim anlamına gelen “morphe”den (Lat. forma) türemedir. Morpheus insanlara uykuda çeşitli biçimlerde görünen düşleri simgeler (Erhat, 2007). Morpheus’u yaratan Hypnos, Thanatos ile kardeştir. Bu durumda uyku ile ölüm kol koladır. Bu ilişkili halden Morpheus da pek tabii etkilenmektedir. Uykuda ortaya çıkar ve istediği biçimi alabilir. Aldığı biçim bazen geleceği temsil eder. Gelecek olaylarla ilgili görülen rüyalara prekognitif rüya denmektedir. Bir rüyanın prekognitif olup olmadığına ancak rüyada görülenlerin gerçekleşip gerçekleşmediğine göre karar verilebilir.

Paul Atreides’ın gördüğü rüyaların prekognitif olup olmadığı açık değildir. Yalnızca gelecekteki devam filmlerinin konusunu oluşturacak ögelere yer verilmektedir ve bunların ne kadarının gerçekleşeceği şüphelidir. Rüyalarında gördüğü ve Arrakis’te tanıştığı Chani onun için bir nevi sirendir. Sirenler Yunan mitolojisine dayanan ve çeşitli ezgilerle erkekleri büyüleyen efsanevi yaratıklardır. Paul rüyalarında bazen Fremenlerden biri olarak ibad gözleriyle (melanja fazla maruz kalınması sonucu akları ile göz bebekleri koyu maviye dönüşmüş gözler) Chani’nin yanındayken, bazen de Chani tarafından öldürülmektedir. Ölüm ile ilişkilenen uykuda, ölümü bir rüya biçiminde görmektedir.

Açılış cümlesinde duyulan sesin Sardaukarların throat singing’i olduğu açıktır. Bu sesler Moğolların boğazdan (gırtlak) söyledikleri müzik türleri ile benzeşmektedir. Sardaukarların dövüş stilleri de Moğolların dövüş teknikleri düşünülerek tasarlanmıştır. Her ne kadar gelişmiş bir yüzyıldan bahsedilse de o yüzyılın içinde bulundurduğu çeşitli ögelerin geçmişe dönük olduğu görülmektedir. Paul’un büyükbabası Paulus Atreides bir Salusan boğası ile dövüşürken ölmüştür ve bu hikayenin Antik Yunan’daki Herakles’in on iki görevinden biri olan Girit boğası ile dövüşmesine bir gönderme olduğu düşünülebilir. Aynı zamanda yine Antik Yunan mitolojisinden insan bedenli, boğa başlı bir canavar olan Minotauros mitine de bir gönderme olabilir. Paulus Atreides’ı öldüren Salusan boğasının kafası Atreides hanedanlığında karşımıza çıkar. Paulus Atreides’ın oğlu ve Paul Atreides’ın babası olan Leto Atreides ise babası gibi boğalar tarafından öldürülür çünkü Härkönen hanedanlığının ismindeki “härkä” Fince boğa anlamına gelmektedir.

Hala antik zamanlara dayanan hikayeleri gördüğümüz bu kadar gelişmiş bir yüzyılda yüksek teknolojinin ve yapay zekaların olmamasının sebebi ise zamanında robotların insanlar için bir tehdit oluşturması sonucu insanlar ve robotlar arasında gerçekleşen Butlerian Cihadı’dır (Butlerian Jihad). Bundan dolayı Dune evreninde robotlar yerine Mentat adı verilen bilgisayar beyinli insanlar vardır.

Sorgulanan bir diğer mesele ise yine bu kadar gelişmiş bir yüzyılda neden kılıç ve bıçaklarla yakın dövüş yapıldığıdır. Eski İmparatorluk döneminde lasgun denilen lazer silahları kullanılır ancak Holtzman shield’a (Holtzman kalkanı) karşı bu silahları kullanmak tehlikelidir çünkü Holtzman shield ile lasgun ışını etkileşime girdiğinde nükleer bir patlama oluşur. Askeri ve çevresel sorunlara yol açmaması için lasgun yerine kılıçlar ile savaşılır. Aynı zamanda Holtzman shield’ın yakın mesafe dövüşü ile devre dışı bırakılması daha kolaydır.

Yüzyılın oldukça ilerde olmasına karşın habitat son derece geçmişe yönelik bir görüntü vermektedir. Bu durumu Friedrich Nietzsche’nin bengi dönüş kavramı ile açıklamak mümkündür. Bengi dönüş fikri, zamanın döngüsel bir formda olduğu ve olayların bu sonsuz döngüsellikte sonsuza dek yinelenmesi anlamına gelmektedir. Olaylar bu bağlamda yinelenmiş, yinelenen ve yinelenecek olanlardır. Yaşananlar ne zaman olursa olsun ilk yaşanan değildir ve son yaşananlar da olmayacaklardır. Aynı hal sürekli bir döngüsellikte kendini göstermektedir. İlerlemiş gibi görünen zamansalda bu döngüsellik sayesinde geçmiş denileni şimdi olarak ilk kez yaşamak olasıdır.

Arrakis’te varlığını sürdüren ve insanların uğruna savaştıkları melanj (baharat / spice) Orta Doğu’daki petrolü temsil eder. Arrakis’in yerlileri olan Fremenler ise Orta Doğu halkının paralel göstergesidir. Yüzyıl ne olursa olsun Fremenler, Lisan al gaib’a (lisanü’l gayb: dış dünyadan gelen ses), yani Arrakis’e dışarıdan gelecek bir peygambere, mesih efsanesine bel bağlayarak yaşamaktadırlar. Bu ayrıntı, efsanelere ve bir mucizenin kurtuluş getireceğine inanma düzleminde Orta Doğu’da (ve birçok medeniyette) varlık gösteren inanışlarla yakınlık göstermektedir.

Filmin en dikkat çekici sekanslarından ve kitabın da açılışı sayılabilecek bölümü olan Gom Jabbar sınavı Bene Gesseritler tarafından yapılan bir üstinsan ve Kwisatz Haderach arama sınavıdır. Rahibe Gaius Helen Mohiam, Paul’un üzerinde Ses’i kullanır ve onu ayağına kadar getirir. Ses, Bene Gesserit rahibeleri tarafından kullanılan bir çeşit manipülasyon tekniğidir ve Paul’un annesi Jessica da bu tekniği Paul’a öğretmeye çalışmaktadır. Rahibe, Paul’un boynunda gom jabbar zehirli iğnesini tutar ve elini bir kutuya sokmasını söyler. Elini kutudan çıkarırsa Paul ölecektir. Korkuya Karşı Dua’yı içinden tekrarlamaya başlar: “Korkmamalıyım. Korku katilidir aklın. Korku, mutlak yıkımı getiren küçük ölümdür. Korkumla yüzleşeceğim. Onun etrafımdan ve içimden geçip gitmesine izin vereceğim. Ve geçip gittiğinde, onun izlediği yolu görmek için iç gözümü kullanacağım. Korkunun geçtiği yerde hiçbir şey olmayacak. Yalnızca ben kalacağım.”

Kutunun içinde ızdırap vardır ve Paul acı çekmeye başladığında rahibe konuşur: “Hayvanların kapandan kurtulmak için kendi bacaklarını ısırarak kopardıklarını duydun mu hiç? Bu hayvanlara özgü bir numaradır. İnsan kapanda kalmayı seçer, acıya dayanır, tuzağı kuranı öldürerek türdeşlerine yönelik bir tehdidi ortadan kaldırmak için ölü taklidi yapar.”

Bir nevi insanlık sınavı olan bu sınavda Paul’un hayvani içgüdülerine karşı ne kadar söz sahibi olup olmadığı anlaşılmaktadır. Hayvanlık ve insanlık arasındaki farkı ortaya koymak için yapılan sınavda acıdan kaçan hayvanlardan olmadığını, aksine acıyla savaşan ve acıya hükmetmeye çalışan, hayvani içgüdülerine karşı gelen bir insan olduğunu kanıtlar Paul. Bu kanıtlamayı daha sonrasında Arrakis çölünde Şeyh Hulud (kumsolucanı) ile yüz yüze geldiğinde ve Muad’dib (çöl faresi) gibi çöle ayak uydurmaya başladığında, bunun için çabaladığında gerçekleştirir.

Dune, içinde bulundurduğu olguları dünyanın her köşesinden ve insanlığın her türünden örneklerle yarattığı için kendisini yüceltir. Ortaya koyduğu olayların ve hikayelerin zamansızlığı ve döngüsel varlığı ile olguların yer aldığı ortamları sağlam bir zemin olarak hazırlar. Korkunun, ıstırabın ve varoluşsal soru[n]ların odak haline geldiği bu ilk filmde zamanı aşan konuların varlığı görülür. Dune’da öne çıkan bir diğer önemli olgu ise insanlık durumunun ağırlığının, gelişmişliğin üzerine çökmesidir. Bundan dolayı amor fati’yi seçip evetlemek veya hayırlamak insanı hayvanlardan ayıran bir diğer özelliktir.
