THE TRAGEDY of MACBETH: Mistik Figürün Gücül Jesti Onu Kehanete Dönüştürür

William Shakespeare‘in oyunundan uyarlanan The Tragedy of Macbeth (2021), edebi bağlamda samimi, dürüst bir niteliğe sahipken film boyunca yaratılmış olan, bir anlamda gerçekliğe şapka çıkartan atmosfer, (iyi anlamda) rahatsız edici ayrıntılara sahip. Oyunun dili, kompozisyonu gereği filmin her alanına orantılı bir şekilde otururken kederli, bir anlamda trajik ve mistik karakterler ile sadeliğin yanıltıcı olduğunu hatırlatıyor. Daha önce Le fabuleux destin d’Amélie Poulain (2001), Paris, je t’aime (2006), Harry Potter and the Half-Blood Prince (2009) ve Faust (2011) ile Inside Llewyn Davis (2013) gibi filmlerin görüntü yönetmeni koltuğunda gördüğümüz Bruno Delbonnel, bir bakıma izleyiciyle göz temasını hiç kaybetmeyen The Tragedy of Macbeth ile, edebiyat tarihinin en eski anlatılarından birini çerçevenin içine hapsetmek yerine onu tamamen çerçevenin dışına salıyor.

Hançer metaforuna Coen‘in getirdiği yoruma ev sahipliği yapan sahne.

Baştan sona rol çalan mekânların içinde olduğumuz filmde, portre niteliğinde sayılabilecek her figürün yeni bir bağlam yarattığını söyleyebiliriz. Mekânın içine gömülen avlu ve bahçe sahnelerini alışılagelmiş bir şekilde yan araç olarak kullanmaktan kaçınan Delbonnel, gizli kalmasına izin vermediği ayrıntıları katışıksız bir mimari içinde kullanırken figürlerin onun içinde ölmesine bütün doğallığıyla izin vermiştir.

Bir Duygu Birçok Çehrede Aynı Şekilde Canlanır

Yönetmen koltuğundaki Joel Coen, The Tragedy of Macbeth ile görsel olarak başka dünyaların kapısını açarken ziyafetine katıldığımız görsel evrenin klasikleşmiş tablolar ile olan bağını koparmaya çalışır. Öte yandan filmin resimsel yaklaşımının klasik tablolara olan eğilimi kendinizi bir müzede, yerleştirme sanatının (enstalasyon) içinde hissetmenize neden olabilir. Filmdeki mekânların birbiriyle olan bağı neredeyse organik olsa da, Macbeth mitinin içebakışında kendine ait görsel bir tarif de söz konusu. Bu da filmde birçok dilin birbirine değmesine yol açıyor. Bu dillerden birinin kamera olduğunu belirtecek olursak diğerini edebiyat eserinin kendisi, üçüncüsünü de duygu dağarcıklarının yayılımındaki armoni olarak değerlendirebiliriz. Roller, eylemleri benimsemeye sevk ederken diğer yandan hem karakterler hem de mekânların aynı duyguyu birçok kez farklı yüzlerde gezdirdiğini söyleyebiliriz.

Denzel Washington

Ölüm Olarak Otoportre

Ölmenin en estetik ve uzun versiyonunu sunan The Tragedy of Macbeth, özne olarak kullandığı canlı veyahut cansız olan her şeyi simulakrum (kendisi zaten kopya olan bir şeyin kopyası) olmaya teşvik ediyor. Coen, karakterlerin temsil ettiği her duygusal/içsel dışavurumu; temsiliyetlerini gerçekleştirmek üzere fantazmagorisinden çekip çıkarır, onları rahatsız eder. Macbeth karakterini canlandıran, ona orijinal metnin tamamıyla hayat veren ve onun edebi müzikal yapısına ayak uydurmaya sonuna kadar devam eden Denzel Washington, Macbeth’in sayısız mizacına ustalıkla hayat veriyor. Film boyunca özellikle Washington’ın ve tabii ki mekânların son derece aldatıcı, sürekli yer değiştiren yüzleri var.

Frances McDormand

Eğer başlangıçtan beri amaç bütün yüzleri taşıyan yüzün kendisini yerinden söküp atmak ve tüm mekânları boşluklarıyla beraber çıplak bırakmaksa bu yüzün kolay kolay yerinden çıkamadığını, ancak mitin yapısına uygun şekilde yerini bulduğunu ekleyebiliriz. Macbeth’in alter ego’su sayılabilecek Lady Macbeth (Frances McDormand) en yakınımızdaki, en samimi ancak en yırtıcı olan yüzün ta kendisi. Bu anlamda Macbeth’in yer yer dile getiremediklerine onun aracılığıyla ulaşabiliyoruz. Karakterin her bir sekansta mekân ile birleşimi ise sarsılmaz bir çığlık yaratıyor. Yürüyen, canlı bir ölümün yüzü olan Macbeth ise bulunduğu her yere ölümün bulaşıcı hastalıklarını salarken yüzünü hiçbir zaman bizzat söküp atamayacağını biliyordu. Bu yüzden çizdiği otoportresini baştan aşağı parçalamak için başkalarına ihtiyacı vardı. Istırap, kibir, üzüntü onun bir tür toplumsal ölüm anlayışını resmetme biçimiydi. Denzel Washington’ın bu anlamda Macbeth’in yüzünü taşıması, karakteri sadık bir katarsisle de yüzleştirir nitelikte.

Ruhani Bir Panzehir

Tikel bir varlığın fenomeni olan Macbeth’in iyi ve kötü ile olan bağı filmin görsel dilinin geometrik düzeneğe oturmasında en önemli etken. Kuşkusuz Delbonnel’in karakter üzerinden yön vermiş olduğu gri tonun hakimiyeti, Macbeth’in arada kalmışlığına oldukça uygun bir kılıf olmuş. Ayrıca yine aynı karakterin kahraman ve anti – kahraman arasında gidip gelen durumları baskıcı, güçlü, sağlam özellikleri olan görsel bir plan yaratmış. Karakterin deneyiminin mekân kullanımıyla bu denli iç içe geçtiği noktada içerik temelli ilişkiler kolay bir şekilde evrim geçirebiliyor. Böylece gerçek, mekân cansız olsa da tamamen onu canlandırabilecek şekilde bir deneyimin kapısını araladığında atmosferin yanıltıcı yapısı tamamen görmezden gelmeye uygun halde sunuluyor. Film boyunca içinde boğulduğumuz gri atmosfer, Macbeth’in varoluş bunalımını tasvir eder. Bu da mekânın kendisinde bir varoluş bunalımı yaratır ve film bunu kendi içinde formülleştirir. Bu bakımdan birbiriyle tamamen orantısız ve neredeyse izlerken kendimizi rüyanın içinde hissettiğimiz halüsinatif alanlar, kastettiği rüyaların anlamının yitmesini izler ve yeni rüyaların doğmasına izin verir.

Rüyada Kaybolmak ve Geri Dönüş Yolunu Bulamamak

Cadılarla karşılaştığımız ilk an (Kathryn Hunter), rüyada tam anlamıyla kaybolduğumuz noktayı işaret eder. Daha çok Alman Dışavurumcu yapımlarda karşılaştığımız tarzda bir rüya, kapılarını Macbeth’de de açar. Fantastik ya da gerçeğe yakın olmayan her türlü unsuru içine çekip onlardan yeni eşyalar elde eden düşsel aura Macbeth’i içine çektiğinde, ince bir telin üzerinde oynayan gerginlikle baş başa kalıyoruz. Karakterin güç arayışı filmin başından sonuna değin mekânların kendi içinde daralmalarına yol açıyor. Bu bağlamda başlangıçta geniş açıyla seyrini gerçekleştirdiğimiz olaylar sonlara doğru kendini tamamen Macbeth’in bakış açısına, dar açılara bırakır. 1:37 formatında çekilen film, tiyatroya uygun düşen zamansal göndermeleri ara perdeler olarak kullansa da bu çekim formatı onu zamansız yapmak için yeterli. Özellikle mekânların yarattığı rüya ortamı bunu destekleyen en güçlü yan. Formu ve tematik tarzı nedeniyle akıllara yer yer Murnau ve Fritz Lang‘ı getiren Macbeth, Kalvinist yapıların kullanımıyla da harekete geçirdiği estetik anlayışa rasyonel – işlevsel – irrasyonel bir bakış yediriyor.

Sonu gelmeyen merdivenlerin anların boşluklarına açtığı sonsuz his akışı, içerisinde minimum eşyaların olduğu geniş odalar, ucu bucağı olmayan çatısız alanlar karakterlerin mekânlar içindeki psikolojik durumlarını son derece estetik biçimde ortaya çıkaran, filmin en nadide unsurları. The Tragedy of Macbeth bu anlamda klasik yapıtı karşımıza bir kez daha çıkarırken gücünü orijinal anlatının kendisinden değil tamamen bu ek sayılabilecek ana unsurlardan alıyor. Öte yandan Macbeth’in peşinde olduğu gücün de içerik bağlamında anlamını bu unsurlarda bulmak mümkün. Kathryn Hunter’ın hayat verdiği, anlatıdaki en derin yerlerde karşımıza çıkan karakterin çizimi ise Gollum’u hatırlattığından bir yandan kendimizi grotesk olana daha yakın hissediyoruz. Ayrıca bu karakterin Macbeth ile iletişime geçtiği her anda aralarında birbirlerine ulaşamayacak denli bir mesafenin oluşu ise yine Macbeth’in trajik yanına göndermede bulunan en etkili unsur. Filmin set dekoratörü olan Nancy Haigh, yaklaşımıyla cansız olan unsurlar üzerinden adeta bir reenkarnasyon yaratmış.

Kathryn Hunter

Dünyanın Başlangıcıyla Zamandaş Olmak

Klasik bir mitin tekrar dirilmesi olarak da düşünebileceğimiz The Tragedy of Macbeth, sadece William Shakespeare‘in değil aynı zamanda insanoğlunun en klasik mitinin de yeniden doğuşunun temsildir. Joel Coen’in her sahnede yaptığı mitolojik göndermeler evrenselliğini bir noktada korurken labirente dönüşen ortamlarla psikolojik bir derinliğin içinde sarhoşluk yaşarız. Filmin en zengin yanının mekan temelli müdahaleci kurgu olduğu düşünülürse izleyiciyi pek çok açıdan kucakladığı aşikâr. Her koşulda Macbeth’in yüzü her anlatıda defalarca kez düşse de, gösterisini sonsuz bir parodiye dönüştürmesi onun kehanetini önümüzdeki yıllarda da besleyecektir.

Burcu Meltem Tohum

Bir Cevap Yazın