Daha önceki yazılarımızda da bahsettiğimiz gibi Avrupa’da, özellikle de İngiltere ve Almanya’da ev sineması piyasası son derece hareketli ve üretken. Bunun en iyi kanıtlarından üçünü de bu yazımıza konuk ediyoruz, başlamadan önce piyasaya çıkış tarihlerini hemen paylaşalım:
- Alejandro Jodorowsky: 30 Mart 2020 (Arrow Video)
- Buster Keaton: 30 Mart 2020 (Eureka Video)
- Krzysztof Kieslowski: 20 Nisan 2020 (Arrow Academy)
Jodorowsky: Tuhaflığın Dokunulabilir Doğası
Öncelikle Jodorowsky setinden bahsetmek için o kadar çok sebep var ki. Hatta yönetmenin filmlerinin ev sineması ortamında bulunmasının neredeyse imkânsız oluşu bile tek başına yeterli bir neden. Biz yine de ağır basan nedene ulaşma yolunda, yukarıdaki cümledeki küçük hatayı düzeltmekle başlayalım: Jodorowsky’ye “yönetmen” deyip geçtik. Haşa! Zira Şubat ayında 91. yaşını kutlayacak, aynı zamanda Fransa’da bizzat tanık olduğumuz üzere festivalden festivale koşturacak kadar da dinç olan üstat, çok yönlü bir sanatçı, gerçek bir entelektüel. Çalıştığı alanlara hemen göz atalım: Sinema, tiyatro, edebiyat, çizgi roman (devasa eser Metabarons), müzik (besteci), felsefe, psikoloji, resim, heykel, kukla, pantomim… Daha da var ama duralım artık.

Setteki filmler şöyle (film adlarına tıklayarak fragmanlarına ulaşabilirsiniz, ayrı pencerede açılır):
Jodorowsky’nin üslubunu tanımlamak gerçekten de pek kolay değil ancak genellikle, kafanızda sayısız düşünceyle sinema salonunu terk ederken, gözünüzün önüne yığılan onca tuhaf imgeye rağmen, tüm varlığınızı kaplayan bir sıcaklık hissedebilirsiniz. En başta Terentius‘un, sonrasında Dostoyevski dahil birçok yazarın söylediği “insana ait olan hiçbir şey bana yabancı değildir” cümlesinin yaşayan kanıtıdır Jodorowsky filmleri. Çünkü Santa Sangre‘de kan havuzunda yüzerek Tanrı’ya yaklaşmaya çalışan müritler, başka bir filmde hayvanlara mücevher takan insanlar veya büyük bir filin cenazesine katılan yüzlerce kişi görmenize rağmen, bunların hepsi insanın yapabileceği, psikolojik olarak nedenleri temellendirilebilecek, kısacası insana özgü davranışlar.

Jodorowsky filmleri için, Monty Python dahilerine selam ederek, “daha önce gördüğünüz hiçbir şeye benzemez” diyebiliriz: And now, something completely different! Yeri gelmişken sette bulunmayan Santa Sangre (1989) ile (özellikle DVD’sinin Almanya baskısı) The Rainbow Thief (1990) filmlerini de şiddetle öneririz. Arrow Video‘nun çıkartacağı bu set de yine yazılı ve görsel ekstralarla dolu elbette. Ön siparişte olsa da almanızı öneririz, tükenme ihtimali yüksek.

Buster Keaton: Yıllanmayan, Eskimeyen Komedi Anlayışı
İkinci setimiz ise Eureka Video’dan, Masters of Cinema serisinden. “Sinema üstadı” nitelemesine en çok yakışan isimlerden biri de Buster Keaton olsa gerek. Sessiz sinema komedisinde zamanlama, çekim açıları, şaşırtma kozu, vb. ayrıntılar üzerine kafa yormuş ve bunları ustaca uygulamış, üstüne de ifadesiz ama ifadeli suratını çok başarılı bir şekilde kullanmış olan Keaton, şüphesiz sessiz sinema döneminin devlerinden. Belki tek şanssızlığı hem sessiz sinemanın hem de sonraki dönemin dahisi, üstat Charlie Chaplin ile aynı dönemi paylaşması olabilir, ama herşeye rağmen hayattayken de filmleri inanılmaz derecede beğenilen ve tutulan bir sanatçıydı Keaton. Kendisine sinema tarihinin en pahalı sahnesini borçlu olduğumuzu da unutmayalım.

Sette Keaton’un üç orta / uzun metraj filmi restore edilmiş bir şekilde bizlere sunuluyor, içinde yine tonla ekstra ve bir de kitapçık bulunmakta, önceki sette de yine üç uzun metrajlı film vardı, Eureka Video‘nun çalışmalarının devamını bekliyoruz. Ne de olsa kısa filmleri birçok kez DVD yüzü görmüş olsa da, Keaton’ın uzun metrajları restorasyona son derece aç.
Kieslowski: Üç Renk’in Ötesi
Kieslowski dendiğinde genellikle aklımıza üç şey geliyor: Mavi (1994), Juliette Binoche ve Mavi’nin meşhur müziğini besteleyen Zbigniew Preisner. Arrow Video’nun daha entelektüel kardeşi Arrow Academy şirketi de bu durumu değiştirmek istemiş olacak ki, 1996’da aramızdan ayrılan Polonyalı yönetmenin pek gün yüzüne çıkmamış dört filmini güzel bir sette bir araya getirmiş.
Setteki filmlerin İngilizce isimleri şöyle:
- The Scar (1976)
- Camera Buff (1979)
- No End (1985)
- Blind Chance (1987)

Filmleri izlemeyi sabırsızlıkla bekliyoruz, izlememiş olsak da genel olarak bu dört filmin de Kieslowski filmografisinde önemli bir yere sahip olduklarını ve gerek konuları, gerekse izleyenin kafasında uyandırması muhtemel sayısız sorular nedeniyle bu sete kayıtsız kalınmaması gerektiğini söyleyebiliriz. Arrow Academy’nin ekstralarla dolu bu seti tam anlamıyla bir “Kieslowski Sinemasını Keşfetme Kiti”. Yönetmenin renk üçlemesini beğenenlere tavsiye edilir.

Ve Tuhaflıklar Köşesi
Evet yazıda bu kadar aşağıya indiyseniz sizi küçük bir “guilty pleasures” köşesi bekliyor, VIY (1967) ve The House by The Cemetery (1981) için olmasa da, Tammy and The T-Rex (1993) için kesinlikle şu soruyu sormamız gerek: Yeryüzünde neden böyle bir film var!?

Evet Sovyet döneminden 1967 tarihli underground korku filmi VIY ile başlayalım. Film aslında Mario Bava‘nın da Black Sunday (1960) filmine konu ettiği, Gogol‘ün bir öyküsüne dayanıyor. İki uyarlamayı karşılaştırmak için sabırsızlanıyoruz dersek abartmış olmayız, neyse ki VIY ön siparişte değil, Amazon’un ABD sitesinde satışta. ABD demişken elbette bölgeler akla geliyor, bu film ABD’de satılmasına rağmen bölge kodu “ALL REGIONS”, yani gönül rahatlığıyla satın alabilirsiniz. Tam anlamıyla görsel bir şölen niteliğinde, 1960’ların görsel efekt standartlarının çok üzerinde olan bu film hakkında fazla bilgi vermeyelim, baştan sona keşfedilmeyi bekleyen bir hazine.

İkinci film Mario Fulci‘nin House by The Cemetery klasiği. Bu Blu-ray’in özelliği de yine en başta daha önce böyle güzel ve kapsamlı bir edisyonla yayımlanmamış olması. Yine ABD’de yayınlanmış ama Blue Underground sitesine baktığımızda yine alan kodunun “0” olduğunu görüyoruz, yani Türkiye’de de izlenebilir. Korku ve tabii ki “gore” severler kaçırmasın deriz, tükenmeye gün sayan başka bir set.

Ve geldik “insan neden böyle bir film çeker ki?” konulu köşemize: Tammy and The T-Rex! Yine ABD’den çıkan, ama yine alan kodu “All Regions” olan, tuhaf mı tuhaf bir film. Oyunculara baktınız mı? Denise Richards ve Paul Walker! Gerçekten tam bir “guilty pleasure”. Başrolde animatronik bir T-Rex, bu T-Rex’e aktarılmış olan bir insanın bilinci, o insana (önceden) aşık olan bir karakter ve gelişen hem komik hem de kanlı olaylar. Yani gerçekten de elinizde çok fazla vaktiniz varsa izlenebilecek seviyede bir film, ne diyelim, “o kadar kötü bir film ki izlenmeyi hak ediyor”. Evet son derece kaliteli yapımlarla başlayıp T-Rex’e kadar uzanan roller coaster’ımız burada son buluyor, şimdiden iyi seyirler dileriz.