Yönetmen koltuğunda William Eubank’in oturduğu, başrollerinde Kristen Stewart ve Vincent Cassel’in yer aldığı Underwater, 2020 yılı bilimkurgu dağarcığının ilk üyesi olarak kendini gösteriyor. Yönetmen, 2014 yılında hem yazıp hem de yönetmiş olduğu The Signal adlı film ile türün takipçilerinin dikkatini çekmeyi başarmıştı. Şimdi ise Underwater ile bizi vıcık vıcık bir halde okyanusun derinliklerine çağırıyor.

Kurgusal Kusurları Olan Bir Hikâye
Yönetmen jenerikte filmin genel hikayesini izleyici ile paylaşmaktan kaçınmıyor; beyazperdede oyuncuların isimlerinin yazıları akarken diğer yandan okyanusun 11 km derinliğinde gizemli kayıpların olduğunu öğreniyoruz. Yönetmenin verdiği bu ipuçları, doğal olarak izleyicide bir beklenti yaratıyor. Filmin açılış sahnesi ise bizi Norah’ın (Kristen Stewart) sessizliğe gömülmüş bir mekân içinde bir yandan diş fırçalarken diğer yandan kendi varoluşsallığını sorgulama anına götürüyor. Jenerikte dikkatimizi çeken, yaşama dair her şeyin yok olduğu bu kapalı mekânda Norah’ı bir an bir örümcek ile yakın mercekte görüyoruz.

Ariadne’nin İpi
Bu sahne ve film boyunca akıp giden anlatıyla Norah’ın tıpkı mitolojideki Ariadne gibi ipi sayesinde labirentte sıkışmış, yolunu kaybedenlere öncülük ederek yol gösterdiğini söyleyebiliriz. Film boyunca su altını ucu bucağı olmayan bir mağara gibi düşünürsek bu kompozisyon filmin anlatı evrenine rahatlıkla oturacaktır.

Eubank’in Underwater’da kullandığı en büyük kart gerginlik üzerine kurulu; Norah’ı ilk gördüğümüz sahnede, kamera geniş plana geçmeden önce, bir evde, kapana kısılmış halde bir odada ya da bir denizaltının içinde olduğunu hayal edebiliriz. Ana karakterimiz her nerede olursa olsun hikayesinin arka planındaki gerilim her zaman dinamik bir şekilde kendini hissettirir.


Bugün birçok bilim kurgu filminin hala Ridley Scott’ın Alien (1979) mirasından beslendiğini rahatlıkla görebiliriz. Anlaşılan o ki bu miras ileri yıllarda da sıklıkla karşımıza çıkacak. Underwater’da gerginliğin tavan yaptığı sahneler deniz altında varlığına dair hiçbir şey bilmediğimiz yaratıkların ortaya çıktığı sahneler. Filmde ana karakterlerden rol çalan (dikkatimizin yön değiştirmesi anlamında) bu yaratıklar bize ilk bakışta Alien’ın karakteristik mekanizmasını hatırlatır.

Keza filmin açılış sahnesinde sualtı tesisi içinde, boş mekanları çekerek süzülen kamera hareketi, iç çeperler boyunca görünen, Weyland-Yutani’yi anımsatan şirket logosu ve şirket tanıtım filmleri… Bu anlamda William Eubank, Alien destanının kodlarına sadık kalarak deniz altında yeni bir tür Alien yaratmaya çalışmış dersek çok da abartmış sayılmayız. Alien dışında yönetmenin yarattığı yaratık biçim olarak Lovecraft serisindeki yaratığı da anımsatır. Bu açıdan Underwater’daki yaratıklar bir nevi biçimsel olarak tanıdığımız farklı yaratıkların birleşimi olarak görülebilir.


Amerikan Gişe Filmlerinde Rekor Kıran Stereotipler
Underwater’ı izlediğimizde ilk gözümüze çarpan kendinden önceki diğer bilim kurgu türündeki filmlerle olan etkileşimleri olsa da filmde Daniel Espinosa yönetmenliğindeki 2017 yapımı Life ve popüler video serisi Dead Space’den de izler görebiliriz. Ancak tüm bu izlerin ışığında dikkatimizi en çok çeken unsur, oyuncuların filmin hikayesine kattığı karakterlerdi.


Filmin afişinde bizi Kristen Stewart karşılıyordu; filmin hemen giriş sahnesinde de hayat verdiği karakteri, tıpkı Alien’daki Ripley’nin (Sigourney Weaver) filmin final sahnesinde yaptığı gibi, mücadelesine iç çamaşırlarıyla devam ettiğini görüyoruz. Ancak tek farkla, Norah karakteri burada Ripley’e kıyasla daha aseksüel bir şekilde çizilmiş. Vincent Cassel’i bu tür filmlerde pek görmediğimizden, Underwater’daki performansı hayli merak uyandırıyor.
Denizaltında Coğrafi Dengesizlik
Underwater, baştan sona klostrofobik bir atmosferde karakterleri sanki bir labirentin içine zar misali atarak onları oradan oraya sürüklüyor. Filmin tedirgin edici unsurları ağır basmasına rağmen karakterler sürekli aynı mekanların içinde psikolojik – ve fiziksel olarak da – dibe düşüş yaşayıp duruyorlar. Bu da kaçınılmaz olarak mekân tekrarlamasına sebep oluyor.

A Noktasından B Noktasına Gitmek
Her ne kadar filmde diğer filmlerle benzerlikler yakalayıp birtakım kusurlara denk gelsek de William Eubank’in Love (2011) ve The Signal (2014) gibi önceki filmlerine baktığımızda, bilim kurgu türüne belli bir saplantısı olduğunu görebiliriz. Onun kendi sinema evreninde bilim kurgu türündeki bu gelişimine yıllar süresince tanık olmak açısından Underwater izlemeye değer bir görsel dünya sunuyor ancak filmin bilim kurgu türüne büyük bir katkı yaptığı söylenemez.