AMERICAN HORROR STORIES: Sonuna Kadar İzle! (Bölüm 3)

Japon yazar Koji (veya Koci) Suzuki’nin (鈴木 光司) Halka Üçlemesi’nin ilk etabı olan ve 1991’de yayımlanan Ringu (Halka, İthaki Yayınları, 2021), bir video kaset aracılığıyla insanlara bulaşan bir virüsü anlatıyordu. Buna göre gözler ancak gördüğü takdirde ölüm ile olan savaşını başlatabiliyordu. Tabii Japonya dışında Suzuki’nin bu özgün anlatısı, ancak 1998’de, Hideo Nakata’nın aynı adlı film serisi sayesinde geniş kitlelerce tanındı. Virüs kavramına yeni bir bakış açısı getiren usta yazar, hedefine doğrudan teknolojiyi almıştı. Buna göre insan özgürlüğünün özü, kötülüğün gerçekliğini doğrudan ya da dolaylı yoldan ortaya çıkartabiliyordu. Özgürlük ise tamamen olaylara tanık olan gözler ile bağlantılıydı. Bastırılması oldukça güç olan bu özgürlüğün vücut bulmuş hali, American Horror Stories’in, “Drive In” adlı üçüncü bölümünde karşımıza çıkıyor. Coğrafi sınır tanımayan ölümcül bir virüsün taşıyıcılığına tanıklık etmemizi sağlayan bu bölümde kötülük sorununun geleneksel bir tanımı ile ancak Koji Suzuki’nin anlatısı çerçevesinde karşılaşabiliyoruz.

Rabbit Rabbit adlı, izleyenleri öldürme içgüdüsüyle doldurup taşıran bir filmin tekrar gösterime girmesiyle “Sonuna Kadar İzle!” kuralını tamamen bozan American Horror Stories, “artık bir şeyleri sonuna kadar tüketmesek de ondan çok az tatmak virüsü kapmak için yeterlidir” diyor. Tamamen retro bir atmosferin içine hapsolan anlatı, insanın her zaman iyi olan şeyi isteyip onu eylemediğinin çok güzel bir tablosunu çiziyor. Bir yandan zombi mitine de göndermede bulunan serinin bu bölümünde izleyici olarak biz de bölümü sonuna kadar izlemesek bile öldürme arzusunun özgür bir seçim olmasının olanaksızlığını çoktan tatmış oluruz.

Gözlerin Oyunu

Canetti’nin otobiyografik yapıtı değil söz konusu olan. İnsanın kendisi için yaratmış olduğu çöl, etraftaki her şeyin üzerini örtmeye başlayınca öldürme faaliyetleri bile normal karşılanır hale gelebiliyor. Bir grup izleyicinin arabalı sinema için yerlerini aldıkları noktada perdede gösterilecek olan film için gözlerini açtıkları o anda gözlerin oyunundan kaçmak imkansızdır. Felaket düşüncesi ise tam da bu noktada insanlığın son günlerini getirmek için uğraşır haldedir. Drive In, her ne kadar retro bir bölüm olarak bugünün teknolojisinin unsurlarını kendine malzeme yapmaya pek kalkmamış olsa da, görüntü teknolojisinin sağladığı en ilkel yolla günümüz teknolojisine yönelik kendi eleştirisini getirmeyi başarıyor.

Radikal Bir Kötülük

Etrafa bir oksijen gibi varlığının en basit haliyle yayılım gösteren kötülükle karşı karşıya karşılaştığımız bu bölümde Immanuel Kant’ın yatkınlık (Hang) ve eğilim (Neigung) kavramlarına rastlayabiliriz. Belirleyici temel birer insani özellik olarak görülen bu ikili bağlamında, kötülüğü insan doğasına özgü bir olgu olarak görebiliriz. Dolayısıyla kötülüğün boyutu ne olursa olsun ortaya çıkması için herhangi bir duygusal eşik gerekmez, bireysel ilkelerde kendi egemenliğini kurar. Bölümde herkesin birbirini öldürmesine neden olan Rabbit Rabbit filmi de bu doğrultuda zaten var olan içgüdüyü uyandırıyor. Bunun için sadece onu gören gözlere ihtiyacının olması ise, bireyin kendi kendini kaptırdığı bir göz oyunundan başka bir şey değil.

Tüm Dünyaya Duyur, Ben Eve Geliyorum

Önceki bölümlerde olduğu gibi bu bölümde de American Horror Story mirasını oluşturan önemli oyuncuları görüyoruz. Gothika (2003), Shutter Island (2010) ve Zodiac (2007) gibi filmlerde kendini gösteren ve AHS serisinde onu Twisty the Clown, Mr. Jingles, John Wayne Gacy karakterleriyle tanıdığımız John Carroll Lynch bu sefer karşımıza Rabbit Rabbit’in yaratıcısı olarak çıkıyor. Bölümdeki kötülüğün yaratıcısı olan Larry Bitterman’a hayat veren aktörün karakteri önceki kurgu karakterler kadar baskın ve belirgin olarak kendini göstermiyor. Bunun yanı sıra Pepper karakteriyle AHS serisi boyunca gönlümüzü fetheden Naomi Grossman’ı ise Rabid Ruth karakterinde izliyoruz. Bu şekilde American Horror Stories izleyicisini her yeni bölümde evine dönen ve geçmişte hayli sevilen kurgu karakterlerle karşılıyor. Bu da anlatıda, köklü AHS takipçileri için leziz bir alan açıyor.

İnsan Özgürlüğünün Sonu

Larry Bitterman’ın Rabbit Rabbit filminin katledilmesiyle adeta anlatı içinde başka anlatıyı kendi elleriyle boğazlayan dizi, gösteriyor ki yüklem hiçbir zaman kendisine bağlayıcı bir özne aramıyor. Her cismin uzayda yer kapladığını düşünürsek Rabbit Rabbit bu anlamda kendine bir varoluş zemini hazırlıyor. Zorunlu olarak varlık gösteriyor ancak sadece saf görüntü formunda. Bu da onun yer kaplayan cisimler arasında zemin olarak kullanılmasına yol açıyor. Tüm anlatı boyunca nihai olarak bir ölüm sembolünü taşımıyor ancak sahip olduğu özgürlük yıkıcı virüs sayesinde platformdan platforma zıplayarak merkezi bir önemi elinde bulunduruyor. Bu bölümde Rabbit Rabbit eşliğinde iyilik ve kötülüğün yetkinliğinden ziyade özgürlüğün canlı olarak dolaşımına tanık olduk. Bölümün yönetmeni Eduardo Sánchez ise The Blair Witch Project (1999) geleneğinin tozunu üzerinden atmamış kamerasıyla izleyiciye bir korku nostaljisi yaşattı.

Burcu Meltem Tohum

AMERICAN HORROR STORIES Tüm Bölümler (6 inceleme yazısı)

Bir Cevap Yazın