AMANDA KRAMER ve Kısaları: Mizahi Portreler Aynaların Hafızasını Yıkarken [IFFR-06]

Underground müzisyen, yazar ve film yapımcısı olan Amanda Kramer, 51. Uluslararası Rotterdam Film Festivali’nin Focus kategorisinde izleyicinin karşısına çıkıyor. Üçüncü ve dördüncü uzun metraj filmleri, diğer bir deyişle her ikisi de 2022’de gösterime girecek olan Please Baby Please (2022) ile Give Me Pity! (2022) yapımları da aynı kategori içinde yer alan Kramer, ayrıca festivalin Big Talk etkinliklerinde de bir saati aşkın bir sohbet gerçekleştirdi. Festivalde bu şekilde yer almaktan onur duyduğunu dile getiren Kramer’ın ayrıca Please Baby Please’i de festivalin açılış filmi olarak gösterildi. Adeta bir Avrupa hayranı olan Kramer’ın filmlerinin Amerika ve Avrupa karışımı melez bir gruba girdiğini söyleyebiliriz. Bu da her çalışmasına alışılmadık bir atmosfer katıyor. İki zıt kutbun bir şekilde birbirini içten içe erittiği birbirinden farklı hikâyeler, bu zıtlıklarla yıkanıyor diyebiliriz.

Harry Melling & Andrea Riseborough (Please Baby Please)

Tematik olarak değerlendirecek olursak yapımlarının tabanında yatan sorunsalın genel kimlik ve cinsel kimlik arasında gidip geldiğini ekleyebiliriz. Kimliğin her zaman belli bir kırılganlıkta olduğu düşünüldüğünde, onu tanımlamak ve onun çizgilerini belirginleştirmek konusunda takip ettiğimiz gölgeler yolumuza her zaman ışık tutmayacaktır. Kramer, bu zorluğu da filmlerinde etkin bir şekilde işliyor. Oldukça özgür, ikonik ve kendine özgü tarzıyla takıntı haline gelen unsurları kendi içinde mizahi bir role büründürebiliyor.

Give Me Pity! (2022)

BARK – Cinsiyet Standartlarının Kurallarını Kim Koyar?

Toplum içinde çizdiğimiz genel kimliğimizin yanı sıra bu kimliği adeta yanlardan sıkıştıran cinsel kimlik problemi en çok tartışılan ancak her defasında derinlemesine irdelenmeyen bir konu olmuştur. Kramer’ın ilk kısa filmi olan Bark (2016), aynı mekânın içinde iletişim yokluğuna ve iletişimin olanaklarına odaklanırken bireysel kimliği kendi içinde çeşitlendiriyor. Kadrajın içine yerleştirilen karakter görüntüleri, temel birer karaktere sahip olmaksızın, birbirlerine olan zamansal mesafeden oldukça uzak bir noktada, varlıktan kaynaklanan bir yokluğa odaklanmış durumdalar. Bark, öne çıkan unsurları gereği Yorgos Lanthimos’un Dogtooth (2009) filmini andırıyor. Öte yandan ana anlatım olarak temsil edilmek istenen yan anlatım tarafından defalarca kez bölünüyor.

Bu bölünmeler, başat olanın temsilini parçalar halinde üst üste yığarken geriye ondan başka bir şey kalmayana kadar onu kullanıyor. Bu da kimliğin seri olarak tüketilmesine tanıdık bir gönderme yapısı oluşturuyor. Böylece aslında hiç olunmayan bir şeyin mevcut kılımı gerçekleşiyor. Bu da toplamda 11 dakika süren bu kısa filmde, kendisine adını verenden izleyiciyi uzaklaştırıyor. Tek mekânda çekilen filme pastel renkler hâkim olurken, ortamı sunmadaki estetik anlayış, kapana kısılmışlık hissini süslüyor. Evin içinde olduğunuz, aynı zamanda bulunduğunuz yere, kendi bedeninize olduğunuzdan bile daha yakında durduğunuz bu filmi, yazının sonundaki bağlantıdan deneyimlemeniz mümkün. 

Bark (2016)

REQUESTS – Üstlendiğimiz Rollerin Yerlerini Değiştirirsek Ne Olur?

Toplumsal rollerin, tabiri caizse sürekli “kanlı bıçaklı” olduğu, adeta kötü biri gibi hayatını devam ettirdiği bir düzende, oyundaki taşların yerlerini değiştirdiğimizde gerçekten bir deprem ya da sarsıntı ile karşılaşmak her zaman bir soru işareti, bir sorunsal olarak askıda kalıyor. Amanda Kramer’ın filmlerinde sadece karakterler üzerinden kimlik ya da cinsel otoritenin varoluşu sorgulanmıyor, aynı zamanda karakterlerin solumuş olduğu havanın temas ettiği mekânlarda da çatlaklar kendini gösteriyor.

Requests (2017)

Durumu terk etmek kimsenin varlığını değiştirmiyor ancak sarsıntılar o anda etrafındaki herkesi etkileyebilir güçte. Yönetmenin Requests (2017) adlı filmi izleyiciyi zamanda yolculuğa götüren nostaljik bir havaya sahip. Görüntüye eşlik eden yazınsal göndermeler ise 6 dakikalık bu kısa filmde ağır topları elinde tutuyor. Işık, kostüm ve çekim teknikleri açısından geçmiş ile geleceği harmanlayan Retro bir köşede duran film, tüm dertlerini kulaklarına fısıldıyor. Eğer var olmak algılanmak demekse bu filmdeki herkesin bağırmadan en büyük dertlerini söylemeye çalıştığı aşikar. Requests tam anlamıyla acısından utanmıyor, aksine onunla dans etmeyi tercih ediyor.

Requests (2017)

INTERVENE – Gerçek Bir Hayal, Sadece Yapılmış Olanın Düğümlerini Çözmektir

Kalp atışları takip edildiği sürece kırılmıyorsa ya da pembe renk tüm renk algılarımızı değiştirmiyorsa dünün şarkılarını evden dışarıya doğru süpürmekte bir sakınca yok. Yönetmenin üçüncü kısa filmi olan Intervene (2018) bu anlayışla, var olmayan bir ben’liğe uzatılan, uzun bir süre boşlukta kalan bir eli temsil eder. Kuşkusuz Amanda Kramer’ın uzun metrajlarındaki tada varmak için öncesinde kısa filmlerinin mideye indirilmesi gerek. Yönetmenin yaptığı çalışmalardaki sanatsal formlar hem tematik hem de anlatım biçimleri açısından birbirlerini zıt kutuplarla besleyen, bunun yanı sıra teknik olarak da yüksek oranda söz sahibi olan fenomenler.

Intervene (2018)

1970’ler ile 1980’lerin televizyon ve sinema sektörüne takıntılı olan Kramer, Intervene ile öznenin çoğalamayınca nasıl bir biçime dönüşeceğine dair bir bakış açısı sunuyor. Bunu da en ağır ve acı verici şekilde gerçekleştiren bir anlatım biçimiyle, fiziksel mesafenin kişinin kendisine döndüğünde ölüm hissine dayalı bir varoluşa doğru sürüklenişinin örneğini sunuyor. Burada ötekinin tarafı tutulmasa da onun çağrısı yapılıyor. Asıl olan ile ötekinin hiçbir zaman birbirine yabancı olmadığı ancak atmosfere varoluşsal bir karanlık perde indirdiği Intervene, eylem ile anlam arasına tüm bedeniyle giren bir film.

Intervene (2018)

SIN ULTRA – Bir İnsan Fabrikası Açalım!

Özne olarak hiçbir cinsiyetin tam olarak ön plana çıkmaması ve aynı görevi gören bedenlerin başka bedenler üzerinde hak iddia etmesi özelinde izleyiciyi ayrıcalıklı bir mesaiye davet eden Sin Ultra (2019), bir bedenin başka bir bedenle konuşmasını değil, birinin diğerini nasıl yıktığını anlatıyor. Bir bedenin kaç kere kullanılabileceği konusunda mecazi düzlemde ortak bir çalışma alanı kurmuş olan Kramer, mekân dahil alandaki her şeyi sorgulamamız için açık kapı bırakmış. Her şey o kadar düzgün, müthiş ilerliyormuş gibi gözüküyor ki akıştaki ölü bedenlerin hiçbiri görsel olarak rahatsız etmiyor.

Sin Ultra (2019)

Bir nevi insan fabrikası da denilebilecek ortamdaki mesailerin hepsine tanık oluyoruz. Yönetmenin bu filmi, cinsiyet ve kimlik konularının nerede durduğundan ziyade “insan”ın tam olarak nerede durduğuna eğiliyor. Bir insan başka bir insanın veri girişini yapıyor, yani insanın işi bir bakıma farklı bir insanın üzerinde gerçekleşiyor. Bu açıdan konu, tüketim evreninde ve giderek mekanik alanlar yarattığımız bu dünyada, kendini dışlanabilecek bir pozisyondan sıyırıyor. Ölmüş olanların ve onların notlarını tutanların kimlikleri ise her açıdan tartışma yaratacak boyutta. Sin Ultra’da her bir karakter, kendi imgesinde olan bir diğerini öldürüyor.

Sin Ultra (2019)

Amanda Kramer, kendi sitesinde (afilmbyamandakramer.com) kısa filmlerini ücretsiz olarak tüm dünyaya açmış durumda, dolayısıyla buraya tıklayarak Amanda Kramer’ın sitesini ziyaret ettiğinizde, aşağıda isimleri bulunan, yazımızın da konusunu oluşturan dört kısa filmden ilk üçüne vimeo, sonuncuya da talkhouse üzerinden ulaşabilirsiniz.

  • Bark (2016)
  • Requests (2017)
  • Intervene (2018)
  • Sin Ultra (2019)

51. Uluslararası Rotterdam Film Festivali süresince uzun metrajları da gösterilen yönetmenin Paris Window (2018), Ladyworld (2018) ve Please Baby Please (2022) ile Give Me Pity! (2022) filmleri de radarımızda.

Burcu Meltem Tohum

Amanda Kramer

Bir Cevap Yazın