THE BOOGEYMAN: Karanlığın İstenmeyen Çocuğu

Stephen King‘in aynı adlı kısa öyküsünden uyarlanmış olan The Boogeyman (2023), kulağa fısıldanan, yol gösterici hoş bir melodi gibi başlangıçtan beri var olmuş karanlığın tam orta yerine mum yakıyor. Kötücül olanı zihinsel kavrayışın temsilinden tamamen sıyıran ve onu maddi bir nesne olarak sunan yönetmen Rob Savage, korkunç olanı canı yakılabilen; etten kemikten bir nesne haline getiriyor. Bu şekilde ürkütme gücünü elinde tutanı, ideal olma konumundan çıkartabiliyor. The Boogeyman, hayal gücünün genel yetisini orantılı bir şekilde temsil ederek aşırılıktan uzakta durmaya çalışıyor. Filmin senaryo koltuğunda daha önce A Quiet Place (2018-2020) serisinin yazarlığını üstlenmiş olan Scott Beck ve Bryan Woods yer almakta. Onlara Black Swan (2010) filminin senaryo koltuğunda oturmuş olan Mark Heyman eşlik ediyor. The Boogeyman, fiilen var olmayan kötülük ile fiilen var olanın yerlerini değiştiriyor. Oyunun kurallarını oldukça bilindik bir şekilde tekrar kendi hikâyesi etrafında örerken, sadece hikâyenin ana karakterini bir et duvarı ile şekillendiriyor. Böylelikle klasik bir korku dramasına ifade gücünü sıkıştırıyor.

Sophie Thatcher

Gargantua’yı Uykusunda Boğmaya Çalışmak

Bilindik korku ritüel uygulamasından sıyrılıp kendi dilini yaratmaya çalışan The Boogeyman, kendiliğinden meydana gelen dönüşümlere ayna tutuyor. Bunu yaparken en çok yararlandığı ise ışığın genel kullanımı. Bu anlamda filmin afişlerinin bir tanesinde ön plana çıkan Sphere gece lambası teknik bir dönüşümü, doğal bir kompozisyonun parçası haline getiriyor. Bu bağlamda “kötücül” olanın sınırlarında dolanan bir nesne iken, ışığın varlığıyla soyutluğunu koruyan bir gösterge haline geliyor. Bu anlamda da ışık bir düş yığını olarak ifade edilebilir. Bu durumda korku film türünün doğası gereği öteki olarak kabul gören diğer varlık, karanlığın kapılarından tamamen kazınırken The Boogeyman, aydınlığın içinde olmaya karşı bir tür olarak sunulan biçemi çağrıştırma yöntemiyle ilerliyor. Patrick Jonsson’ın filmin orijinal müziklerini üstlendiği yapım, şaşırtıcı olmayan anlatının dram yapısına derinlik kazandırıyor.

Vivien Lyra Blair

Göğün Ortasında Güneşin Konumunu Bozmak

Yeniden doğan’ın özgürlüğü yasasına bağlı kalan filmin anlatısı formunu, kötücül olarak tanıtılan varlığa yeni bir dünya düzeneği inşa edilmiş gibi sunarken insanın içgüdüsel olarak güncel duyusal durumunu kaybedişinin aşamalarını da anlatıya yediriyor. Bu şekilde bir anlamda karakterlerin yaşadıkları iç bunaltısı hallerinin iç içe geçmesine tanıklık ederken film boyunca yansıtılan gerilim katmanlarıyla bu iç bunaltısının evrildiğini görüyoruz. Karanlık bir atmosfere bağlı kalan aydınlığın savaşı, film boyunca görünen ile görünmeyeni saptama arayışında gidip geliyor. Filmin bu belirgin görsel yönü onu kompozisyonundan farklı bir şekilde ön plana taşıyor. Buna rağmen bilinen korku anlatısının sınırlarını zorlamıyor. Aksine, ışığın teknik olarak kullanımındaki estetik yönteme bağımlı kalıyor. Karanlığın nahoş şekilde çizilen yanı böylece karakterlerin ruh hallerini de temsil ederken diğer yandan film içinde kendi benliğini oluşturuyor.

David Dastmalchian

Gölge İnsanlar

Robert Harmon’ın They (2002) adlı filmi, The Boogeyman ile belli başlı benzerlikleri, nesneler üzerinden paylaşıyor. Her iki film de klasik kâbus görme halinin her korku dolu yanını kullanmaya çalışırken They tamamen soyut olan ile iletişim halinde kalarak, karanlık olanla mesafesini daima koruyor ancak The Boogeyman, bu anlamda farklı yöntemler deniyor. Bunlar her ne kadar pek yenilikçi olmasa da evini kâbusun bir köşesi yapmış olan korku nesnesinin yara alabilme hali, bir anlamda izleyicide tebessüm hissi uyandırabilir. Travma unsurunu bir nevi yeni akım korku modellemesi olarak kullanan Rob Savage, olayların gerçek mi yoksa hayal gücüne bağlı olarak dışarıya sızan bir varlık olup olmadığını sadece birer soru işareti olarak açıkta bırakıyor. Bu anlamda aydınlatılmaya çalışılan her travma bir anlamda kendi “öcüsünü” besliyor. Bu da filmde, hayatta dikkatimizi vermekten yorulduğumuz unsurlara parmak basıyor. Karanlık, gündüzün en uyanık saatinde belli bir köşede dahi zihni yakaladığında, gündüz kendi akışında ilerlese bile zihin karanlığa kapılabiliyor. Bu durumda her kişinin kendi karanlık odaları zihinlerinde yer etmişken oradaki odaların ışıklarını birer birer açmak da yine aynı zihinlere düşüyor.

Sophie Thatcher

Tamamlanmamış Olanı Kendi Rüyasına Hapsetmek

Filmin başrollerinde geçtiğimiz sezonun dikkat çeken dizilerinden biri olan Yellowjackets’in (2021) öne çıkan oyuncusu Sophie Thatcher (Sadie Harper) yer alıyor. Chris Messina (Will Harper), Vivien Lyra Blair (Sawyer Harper) ise filmin başrollerini üstlenen diğer oyuncular. The Boogeyman, çekirdek bir korku filmi yapısını oluşturduğundan ötürü anlatısında “dağılma” efekti kullanmayarak sadece tek bir noktadan besleniyor. Her ne kadar filmin sonlarına doğru başka bir çekirdek aile yapısı ile diğer aile yapısının yolları birbirleriyle keşişse de The Boogeyman, klasik korku filmi anlayışını bozmuyor, kuralları bilindik bir şekilde uyguluyor. Sadece cisimleşmiş olan korkunun duruşuna bir yenilik kazandırarak “yaralanma” ve “yaralama” eylemlerine dikkat çekiyor ancak bu noktada dahi derin bir anlatıya ulaşmak filmin kompozisyonu dahilinde gerçekleşemiyor. Buna rağmen The Boogeyman, korku filmlerinde iyi ışık kullanımına örnek oluşturabilecek bir güce sahip. Bunu son derece estetik bir yapı içinde yansıtarak ışığı kişiselleştiriyor ve korku-gerilim filmlerinde alışık olduğumuz ses yasasının yanına bir arkadaş getiriyor.

Burcu Meltem Tohum

Bir Cevap Yazın