Öznenin ne ölçüde kaygı taşıyabileceği ve sınırlarını nereye kadar uzatabileceği her zaman kaygı esnasında duyulan ızdırabın ihtimalini dışarıya gönderir. Kaygının varoluşunda öznenin, yani Ben’in yansıtılması her zaman ön plandadır. Doğup büyümede ısrarcı olan kaygı yapısı, öznenin sahip olduğu fobileri kendi nesnesi haline getirirken öznenin korkularından en büyüğüne ulaşıncaya değin adımlarını olabildiğince büyük tutar. Bu açıdan günün en sıradan anında özne, tam da her zamanki koltuğunda yerini almışken kaygının gölgesine tutulmak çok tatlı gelir. Ev ortamının kaygının bir anlamda yansıması olarak kullanılması huzurun kurban edilmesinde önemli bir araçtır. Ari Aster’in son filmi Beau is Afraid (Korkuyorum, 2023), hikâyesinin ilk kısmında ev uzamını hedef alarak öznenin gündelik kaygı durumunu güvenle kazanında kaynatıyor.

Animasyon öğeleri filmin genel anlatısına girmeden hemen önce kaygının öznel katmanında dolaşan Aster, Beau Wassermann (Joaquin Phoenix) karakteri üzerinden belirsiz olasılıkların acınası umutlarına dair izleyiciyi gözlem yapmaya davet eder. Filmin isminin daha önce Disappointment Blvd. (Hüsran Bulvarı) olduğunu hesaba katacak olursak filmin ilk anlatı evresinde tamamen mekânsal öğelerinin kölesi olduğumuzu söyleyebiliriz. Gündelik yaşamın basit nesneleri ile belli oranda gerilim atmosferi yakalanırken modern yaşantının artık çöküş noktasına varışımızın imzası da Beau karakteri eşliğinde atılıyor. Bu anlamda filmin ilk katmanının, diğer katmanlarına oranla farklı bir yüzeyde ilerlediğini belirtebiliriz. Bu şekilde filmin dili de, her katman da farklı unsurlarla tekrar tekrar yenileniyor. En başta kaygının kendisi doğrudan bir karakter iken filmin ilerleyen katmanlarında kaygının kendisi de yaratıcısı tarafından evcilleştiriliyor.

Gerçekliğin Ayakları Yere Basmadığında
İncelikli bir şekilde hazırlanmış bir tiyatro oyunu gibi sunulan filmin ilk katmanından sonraki kısımlar korku ve travmayı bir nevi pelerin gibi kullanarak onları ikinci plana yerleştiriyor. Beau’nun yaşamındaki gerçeklik film boyunca dalgalı bir şekilde aktarılırken onun aradığı mucize, her zaman aldatıcı bir rol oynuyor. Başlangıçta korkunun altında ezilmenin ağırlığı filmin her yanına sinmişken ilerleyen her sekansta korkunun lirik bir kompozisyona saplanışını izliyoruz. Beau’nun arayışı, hüzün içine hapsolmuş dinginliğin rahatlığı iken elde ettiği her zaman şüpheli gerçekliğin kendisi oluyor. Ana karakterin gerçekliğin karşısında pasif kalışı filmdeki mekân kullanımlarına orantılı bir şekilde sinmiş. Film başlangıçta bize geniş plana yayılmış bir şehri ve o şehrin içine hapsolmuş bir apartman dairesini sunarken film ilerledikçe Beau’nun ziyaret ettiği mekânların darlığı, yer yer onun içsel katmanları gerçekliğin kısır döngüsünde sona doğru bir yolculuk gibi sunuluyor. Onun benliğindeki teslimiyeti ise feragat edilen her şeyin geçiciliğine bağlı. Bu da filmde zaman zaman karşımıza çıkan animasyon yapısını destekliyor. Beau’nun bağımlısı olduğu kaygı kendini zamanla faniliğin hükmüne bırakıyor. Yönetmenin 2011 yapımı Beau adlı kısa filmi de yine bir anne-oğul ilişkisindeki travmatik noktaya değinmesiyle Beau is Afraid filminin arketipini besliyor.

Korkunun Fanatik Bağımlısı Olmak
Kentsel çürümenin her geçen yıl giderek kendini katlaması ve sonucunda ortaya çıkan kültür sıkışmaları, ekonomik güvencesizlik kendi içinde küçük şiddet patlamaları yaşarken büyük şehirlerin ağırlığı şehir insanının kendisine bile bağımlılık oluşturacak derecede korku salıyor. Bu anlamda film, adını Disappointment Blvd. olarak korumuş olsaydı Beau, oldukça estetik bir biçimde şehrin kurbanı olarak sunulabilirdi. Dışarıdaki insanın tanımı Beau is Afraid filminde her zaman en yıpratıcı şekilde sunulurken dışarıdakine benzeme endişesi yoğun bir anksiyete yaratıyor çünkü dışarıdaki yabancı olanın kimliğini taşırken aynı zamanda paranoyak içselliğin kendisine de saldırıyor. Özel alanlar bu şekilde birer birer yok edilirken bu yerler hepimizin olmaktan çıkıyor çünkü dışarısı kimliğini tamamen yitirmişken içerideki kendinin toplumdaki kimliğini de kaybediyor. Beau şehrin içinde korkularıyla beraber kimlik bunalımı içerisine girmişken bir anda fiziksel olarak aldığı darbe ile şehrin bu yanına dair eleştirel bakışını anında ortadan kaldırıyor. Bu da filmi ikiye bölen bir anlatım biçimi olarak izleyicileri karşılıyor. Beau’nun fiziksel olarak iyileşme süreci onu diğer insanların yaşamları içerisine herhangi bir nesne gibi yerleştiriyor. Şehrin iç kaosundaki başkalarının hikâyesi bu noktada kendini bitiriyor ve tam burada ikamet eden korku ise sadece bir araç olarak kullanılmış oluyor.

Sahnenin Kendisi Olmak
Charlie Kaufman’ın 2008 yapımı Synecdoche, New York filmini andıran Beau is Afraid filminin son katmanı düşsel olduğu kadar yıkıcı bir yana da sahip. Beau için var olan, kaygı temalı varoluşsallıktan kopuşun ve “ben” odaklı fantezinin bir perdeye sıkıştırılması pastoral bir manzaranın tam ortasında plastik çiçek koklamaya benziyor. Bu şekilde düşe veyahut fanteziye ait olan sekanslar kendi içinde gerçekliğine kavuşurken filmin en başında yalnız başımıza bırakıldığımız şehrin döküntüsü ise kendi enkazında tamamen plastik bir oyuncak şehri anımsatıyor. Bu anlamda filmin en başında tüketilen Amerikan rüyasının diğer yüzü tamamen anlık bir korku yansıtıcısı olarak varlığını imha ediyor ve eleştirdiği zinciri kırıyor. Amaç her zaman eve dönmek olurken amacın kendisi Beau’nun ayaklarına kadar geldiğinde hayal edilen sığınak kavramı da anlamını yitiriyor. Roy Andersson tarzında mizah yapısına yaklaşan Beau is Afraid, simetrik çekim kompozisyonu ile izleyici için yaratmış olduğu kendi ekranının bir parçası, nesnesi haline geliyor.

Mekânın Biçimini Almak ya da Mekânın Kendisi Olmak
Deneyimlenen tüm korkulara rağmen korkunun yarattığı kaygıyı gerçeküstü bir kosmos yapısına çeviren Beau is Afraid, Beau karakteri ile Roman Polanski’nin 1976 yapımı The Tenant (Le Locataire) filmindeki Trelkovsky (Roman Polanski) karakterini anımsatırken sıkışmışlık hissini bir ritüel haline getiriyor. Ari Aster’in kullandığı her gösterge korkunun bir diğer yüzünü aralarken, ima edilmiş gerçekliğin çağrısı, tamamen Beau’nun üzerinde tüm filmi sırtlıyor. Filmin birinci katmanındaki ev, ana karakter için yabancılaştıkça diğer katmanlardaki mekânlar da bu yabancılaşma hissini giderek genişletiyor. Ancak bu meydana gelirken ana karakter için alan giderek daralıyor. Bu da filmin karakter odaklı olmasındansa mekân odaklı yanına vurgu yapıyor. Bu bağlamda Beau’nun karşılaştığı herkes araç olurken, korkunun kendisi ile tanışmak için ise Beau’nun araçların ana gövdesi olması durumu, absürt bir maceranın kâbusvari atmosferini çürütüyor.
