Önceden öğrenilmiş olan ve insan pratiğinin kapsamını daraltan, biçime dayalı bir hazzın ağına kapılan Club Zero (2023), yönetmen Jessica Hausner’ın bir yatılı okulda “alışılmadık” diyet sistemine dayalı yeni bir hayat felsefesine dönük taşlaması olarak karşımıza çıkıyor. Bu yıl ilk kez 76. Cannes Film Festivali’nde izleyicilerle buluşan film, insan bilincini hazları üzerinden kontrol etme noktasını teğet geçerken yemek yeme eylemini doğal haz yasaları temelinde ötekileştirmeye çalışıyor. Kusurlu bir ihtiyaç olarak kimlik kazanan gündelik beslenme biçimi, insanı bir anlamda kendi eylemleri üzerinden bir nesneye dönüştürüyor. Yeniden şekil almaya çalışan yeme olayı, karakterler tarafından yapılan eylemler ile bilginin konumunu değiştiriyor. Bu da hazzın temeldeki işlevini muğlaklığa gömüyor. İnkâr edilemez olan tek unsur ise yemek yemenin çekiciliği ve ulaşılması doğal karşılanmayan yemek ye[me]menin yüksek düzeydeki hasarlı etkisi. Club Zero tarz olarak Mozart’ın Sihirli Flüt’üne (Die Zauberflöte) benzer dinamikler göstermekte; değişken, kaygan zeminli ve şaşırtıcı. Filmin heterojen kompozisyonu ve karakterler aracılığıyla desteklenen anlatımın değişken yapısı ilginç bir şekilde filmde her şeyin bir bütün olarak kalmasını sağlıyor.

Kaybolmuş Toplumsal Formasyon
Novak karakterini canlandıran Mia Wasikowska, Mozart’ın Papageno karakteri gibi kendini bir “kurtarma” operasyonu içerisinde bulur. Her ne kadar Club Zero’da kurtarılmayı bekleyen kesim lirik bir özelliğe sahip olmasa da Novak, Papageno gibi doğanın kaybedilmiş “masumiyeti”ni arar. Ona ulaşmanın yegâne yolu ise insan bedeninin her bir hücresine etki eden yemeklerin denetiminden geçer. Düşünce aracılığıyla eylemin kendi yapısını değiştirebileceğini savunan filmin ana mekanizması, insan ihtiyaçlarının belli bir kontrol sistemine dayalı olarak ehlileştirilebileceğine dikkat çekiyor. Bu noktada insan doğasının en kaçınılmaz ihtiyaçlarından biri olan “yemek yeme durumu” Club Zero’da yeni sosyal statüler inşa ediyor. Bu şekilde ihtiyaçlarını kontrol edebilen ile edemeyen arasında zincirleme bir iletişim kopukluğu ortaya çıkıyor. Doğanın değişmez kanununu geri dönüşlülük paradoksuna çevirmeye çalışan Novak karakteri, sezgi yoluyla insan anatomisini aşındırmaya çalışıyor.

Filmin senaryo koltuğunda Jessica Hausner’ın yanısıra, yönetmenin bir önceki filminin de (Little Joe, 2019) yazınsal aşamasında rol alan Géraldine Bajard’ı görüyoruz. Senaryonun da, görsel ifadenin de taraf tutmayan bir mekanizma üzerinden ilerlediği filmin duruşunu bir anlamda gözlemci olarak niteleyebiliriz. İdealleştirilen sağduyu yapısı ise toplumsal sınıfları özgürlük ile zorunluluk arasında bir yerde buluştururken yemek yeme eylemini bir moda çizgisi dışına çıkarıyor. Bu anlamda film boyunca veganlığın hiçbir rolünün olmadığını görmenin yanısıra, yemek yemenin asla bir etiketlendirilmeye dayanmadığına da şahitlik edebiliyoruz. Paleolitik diyet aracılığıyla öne çıkarılan tüketim anlayışı, endüstriyel çağdan önceki yemek yeme sistemine göndermede bulunur.

Bu şekilde bu sistemi düzenli olarak takip eden bir bireyin vücudunun günlük olarak fiziksel ve zihinsel yeteneklerinin gelişmesi beklenir. Diğer bir deyişle ömür boyu uyulması beklenen bu diyet sisteminin iyi birer fiziksel ve entelektüel performans sergileyeceğine filmde neredeyse kesin gözüyle bakılır. Elbette aktif bir sosyal hayata uygun olmayan bu yeme biçimi, günümüzde moda olan birçok yeme biçimini de gerisinde bırakıyor. Tüketim biçimi olarak “moda” olmaya elverişli olmayan bir yapıya sahip olan Paleo diyeti, Club Zero’nun odağına aldığı bir yaşama biçimi. Avcı-toplayıcı diyeti olarak da adlandıran bu yemek sistemi ile zamanda atlama gerçekleştirirken endüstri dönemine adını yazdıran yiyecek biçimlerini de eleştirmiş oluyoruz. Böylece varlık, oluş ile değil hiçlik ile yoluna başlamış oluyor. Hiçlikten gelen bu yaşama biçimi tüm vücudu kendi yönetim ağına alırken aynı zamanda varlık ve yokluk dışında üçüncü bir yol sunmuyor.

Olumsal Geridönüşüm Sistemi
Kalıpları asla değişmeyen diyet ve tüketim çılgınlığı arasında kendine bir yer bulmaya çalışan Club Zero, yemek yemeden de bir yaşamın var olabileceğine kendisini ikna etmeye çalışan bir film. Her ne kadar filmde ana konu “yemek” üzerine odaklanmış olsa da vücut imajı konusu hiçbir zaman eleştirilen bir olgu olarak kendini göstermiyor. Film boyunca hiçbir karakteri aşırı zayıf / anoreksik olarak görmüyoruz, Hausner bu anlamda bireyin sadece kendini kontrol edebilme felsefesine odaklanmış. Filmin kostüm tasarım tonu her zaman ara renklere eğilmiş olarak yerini bulurken bu durumun, karakterlerin içsel belirsizliğine de işaret ettiği söylenebilir. Özellikle öğrencilerin film boyunca üzerlerinden çıkmayan sarı üniformaları yemek yememenin karakterler üzerinde yarattığı melankolik ruhsal yapısına da uygun bir kurgu oluşturuyor. Farkındalık ve meditasyon aracılığıyla farkında olmadan bir kült yaratma haline bürünen Club Zero, apostolik sosyalizmi anımsatarak ruh ve akılda birliği yaratma istencini ateşliyor. Bu şekilde “yemek” sadece durumu iyi olanlar için bir “moda” aracına dönüşmüyor, aksine herkes için ulaşılabilir hale geliyor.

Herkes İçin Bir Tapınak (?)
Club Zero, insanoğlunun en temel ihtiyacını tamamen başka bir iletişim aracına dönüştürürken akıllara farklı düşünce yapılarına dayandırılmaya çalışılan kültler geliyor. Film o denli karanlık bir yöne sapmasa da, toplu intiharla sonuçlanan ve Jim Jones etrafında şekillenen çarpık düşünce biçimi buna örnek olarak verilebilir. Halkın Tapınağı (Peoples Temple) adını verdiği bu yerde herkesin eşitliğinin korunmasına özen gösteren yeni düşünme biçimlerini yaymaya çalışan Jones, Club Zero’da olduğu gibi temelde “eşitlikçi” anlayış biçimi ile bu tapınağın inşasına başlar. Tapınak mensubu olanların alışıldık ihtiyaçlarını eksiltmeye çalışması ve böylece organik bir birliğe ulaşma çabası, kısıtlanan özgürlük anlatısını da bir nebze dürtüyor. İnsanlık dışı dünyanın koşullarını protesto eden eylemler yapısının ilk etabını filmin anlatısına yediren Hausner, insanlar için başka bir dünya olasılığını irdeliyor. Bulimia ve anoreksiya gibi yeme bozukluklarına değinmeyen ve adlarını dahi anmaktan sakınan Club Zero, yemek yememeyi aç kalmak ile eş tutmuyor. Film, bilinçli yeme düzenin de var olabileceği ihtimalini ele alarak, yememe üzerinden kendini var etme kültünü besliyor.
