HOTEL CHEVALIER: Bir Paris Fantezisi Üzerine Islak Bornoz Atmak

The Darjeeling Limited (2007) filminin bir nevi kardeşi olarak doğan Wes Anderson’un kısa filmi Hotel Chevalier, klasik bir Paris fantezisi üzerine kurulmuş ancak kendi gözyaşlarından dolayı bir türlü şehrin üzerine örttüğü bornozun sünger görevi göremeden yalnızlığını ilan ettiği, etkisini uzun süre üzerinizde hissedebileceğiniz bir yapım. The Darjeeling Limited filmine önsöz olarak eklenen bu kısa film, uzun vadede içerisindeki dramı ve gerilimi yüksek dozda tutan bir dinamiğe sahip. Başından itibaren görünmez bir tutkuyu bekleyip onun için 50 metre karelik bir odaya sıkışıp tüm Paris’i tek bir pencereye sıkıştırarak klişe olanı sağ cebe atıp sol cepten hiçbir deformasyona uğramamış olan buhranı avcumuzun içine alıp hemen kaçırıyoruz. Başrollerinde Jason Schwartzman (Jack Whitman) ve Natalie Portman’ın (Jack‘in kız arkadaşı) olduğu Hotel Chevalier, birbirinden ayrılması oldukça zor bir tutkuya tül bir perdenin aralığından bakmamızı sağlıyor. Bir nevi tenin ikinci derisi olarak işlev gören otel bornozu, filmin anlamsal olarak en yoğun olduğu noktalarda karakterler arasında hissedilen bağı hayal gücüne bırakan en iyi nesne görevini üstleniyor.

Jason Schwartzman

Derinin Altında Yatan Acıda Arzusal Bir Uyum Var

İşitsel ve görsel olarak yüksek estetik sunan Hotel Chevalier, dile getirmeye çekindiği acıya güzelleme yapıyor. Film boyunca Jack Whitman için var olan, büyüyen ve gelişen duygu durumları hiçbir şekilde kız arkadaşına değmiyor, aksine Jack’in fırlattığı ne varsa aynı şekilde kendisine doğru geri sekiyor. Peter Sarstedt‘in Where Do You Go to My Lovely şarkısının her bir tınısı ise Jack’in otel odasının köşelerini dolduruyor. Her ne kadar filmin adı Hotel Chevalier olsa da filmin çekim yeri Paris’te bulunan Hotel Raphaël’de yapılıyor. Bu anlamda adına uygun bir Fransız fantezisi, film boyunca anlatım içeriğiyle orantılı bir şekilde ilerliyor. Temada kullanılan müzik nedeniyle sürekli olarak çağrışımı yapılan Paris havası sayesinde kimi zaman Saint-Germain-des-Prés kimi zaman Sorbonne civarında dolanabiliyoruz. Otelin asıl geçtiği yerin ise Champs-Élysées ve l’Arc de Triomphe tarafında olması Wes Anderson’un Paris’e açık bir mektubu gibi Hotel Chevalier’de karşımıza çıkıyor. Yine aynı şarkı nedeniyle Zizi Jeanmaire ve Sacha Distel’e de yapılan göndermeler filmdeki Fransız kültürüne dair amblematik birçok kullanımın varlığına işaret ediyor.

Natalie Portman

Her Şey Kaybolur, Geriye Sadece Wes Anderson Renkleri Kalır

Jack’in otel odasına adımımızı attığımızdan itibaren kullanılan dekorun lüks yansıması, öte yandan Paris sokaklarının griliğini içine çekmesi, buna rağmen sarımsı ışık tonunun hâlâ hâkim olması Jack ve kız arkadaşının son kez buluşmasında oldukça dramatik bir renk yakalıyor. Otel odasının içi lüks bir atmosfer ile beslenmiş olsa da Jack’in karakterinin bu oda içerisindeki yansıması tamamen dağınık bir şekilde kendisini gösteriyor. Bornozun renk tonuyla da oldukça uyumlu olan ve odaya son derece hâkim sarı renk tonu karakterler arası melankolik geçişleri temsil ediyor adeta. Ayrılmanın ya da ayrılmış olmanın tam da eşiğine varabilmek için son kez buluşulan bu mekân talihsizliği temsil etme hatırına üzerine tüm sorumluluğu bindiriyor. Henüz olaylar tam akışında gelişmeden önce Billy Wilder’ın Stalag 17 (1953) filmini Anderson’un tam da izin verdiği çerçevede (arka plandaki TV’de) takip edebiliyoruz. Bu şekilde yönetmen, film içinde film ayrıntısı ile Jack’in neredeyse inişli çıkışlı bir hale varabilecek ruhsal durumunu açık etmeye çalışıyor. Bir anlamda bu otel odasıyla kendi kendisinin esiri haline gelen Jack, her ne kadar hepimizi tanıdık bir alana davet etmiş olsa da izleyici olarak bizi de kendi otel odasının esiri haline getiriyor: Öyle ki odasının penceresi sadece Paris’in gri binalarına açılıyor, gökyüzü ise bu binalar etrafında sadece dışarının bir dekoru olarak gözüküyor.

Eskimiş Tutkunun Ayrılık Mektubu

Eğer Jack’in The Darjeeling Limited filmindeki karakterinin içerik bakımından daha da gelişmesini bekliyorsanız o zaman Hotel Chevalier, bu anlamda iyi bir kaynak olacaktır, öte yandan The Darjeeling Limited’ı izlemediyseniz yönetmenin bu kısa filmini tamamen uzun metrajından bağımsız bir şekilde düşünerek de takip etmek mümkün. Bu anlamda Hotel Chevalier, anlatısıyla hem bir arka plan hikâyesine sahip hem de kendisini bağımsız bir şekilde merkeze alabiliyor. Jack‘in kız arkadaşını canlandıran Natalie Portman’ın karakteri (ve tabii ki performansı) Jack‘in ruhsal durumunu net bir şekilde, neredeyse ayna gibi yansıtabilme özelliğine sahip. Bunu özellikle onun otel odasına girdiği andan itibaren Jack‘in ortamına doğrudan dalıp onun eşyalarını karıştırmasında, onun diş fırçasını alıp kendi dişlerini o, tam da banyonun eşiğinde beklerken umarsız bir şekilde fırçalamasındaki rahatlıkta görebiliriz. Bu da bize gösteriyor ki biz seyirci olarak o otel odasında Natalie Portman’ın karakterini değil tam anlamıyla o karakter üzerinden Jack‘i keşfetmek üzere varlık gösterebiliyoruz. Öte yandan Jack‘in kız arkadaşı gizemini her seferinde bir sonraki seviyeye odanın içinden aldığı gizli bir nesneyi kendi çantasına koymasıyla da gösteriyor. Film, bu açılardan bakıldığında teknik bir platforma yönelik bir kapı aralamış gibi gözükse de Hotel Chevalier, özünde tatlı gibi görünse de dramı oldukça yüksek bir kısa film. O kadar ki filmin uzun versiyonunu arattırabiliyor.

Görünüşte Kibar Bir Ayrılışın İlanı

Arka planı hiçbir şekilde tahmin yürütemediğimiz şekilde karmaşıklık barındıran ikilinin ilişkisi henüz tam anlamıyla çözülemeden kendi tarihlerinin sonunu getirmesi tam anlamıyla eski Fransız sinemasına yönelik de bir güzelleme niteliğinde. Natalie Portman’ın vücudunun morluklarla dolu olması, otel odasına getirilen çikolatalı süt, peynirli sandviç ve daha fazlası odanın tüm sarı rengi içerisinde boğulurken ortaya çıkan oldukça zarif ve estetik kompozisyon ikili arasındaki ilişkiyi zaman zaman çocuksu bir boyuta da sokuyor. Natalie Portman’ın tenini kaplayan morluklar çıplak bir bedenin kıyafeti olarak kullanılan Jack aracılığıyla hemen Hotel Chevalier mühürlü sarı bornoz, Natalie Portman’ın üzerinde yeni bir beden yaratır. Film, gizli olanı olabildiğince örtmek adına, bazı kısımlarını açık etmeden tamamı açığa vurulamayacak materyallerin üzerini örterken, içerisinde nefes almaya çalışan kendi mekânına dahi aynı tarifeyi uyguluyor. Bu şekilde otelin manzarası sadece Paris’in meşhur binaları olarak kalıyor. Bu da dışarıda hareketli olan gerçekliğin üzerini tıpkı bornozun Natalie Portman’ın vücudunu sarması gibi örtüyor. Bu şekilde bu kısa filmden ödünç alınan bornozun anlamı tüm The Darjeeling Limited boyunca kendisini hissettiriyor. Çocukluktan hafızalara yerleşmiş olan bir kokuya benzeyen filmler arası bu geçiş, karakterlerin melankolisi altında her sekansta ezilerek Jack’in bu otel odasında geçen her an’ı hatırlaması için kullanılan yeni bir beden olarak Wes Anderson sinemasında yerini alacak.

Burcu Meltem Tohum

Bir Cevap Yazın