Destroying Angel: Gerçeklerin Sürrealist Dışavurumu

Paris’te tüm hızıyla devam eden L’Etrange festival, 25. yılını sinemacılara ve komşu sektörlerde emek vermiş önemli isimlere seçtirdiği 25 filmle kutluyor. Festivalin Dünya sinemasının nabzını tutan güncel filmlerinin yanı sıra, eski-yeni 25 filmden oluşan bu seçki de sinemaseverlerin beğenisine sunulmuş. Festival yönetimi bu eski / klasik filmlere de o kadar büyük önem veriyor ki, (her film öncesinde filmi seçen kişi gelip 15 – 20 dakikalık bir konuşma yapıyor mesela) festival seyircisi de aynı coşkuyla karşılık veriyor, şimdiye kadar gittiğimiz tüm filmlerde salonlar neredeyse tamamen doluydu.

Efsanevi İspanyol yönetmen Luis Buñuel’in 1962 tarihli El Angel Exterminador (Yok Edici Melek) filmi de bu 25 filmlik seçkinin bir parçasıydı ve yaklaşık 60 yıl önce çekilmiş olmasına rağmen filmle ilk karşılaşmam, bu gösterim oldu. Film son derece normal görüntülerle başlıyor, normal derken elbette Buñuel’in alıştığımız sürrealist duruşuyla karşılaştırma yapıyorum. Ancak bu sıradanlık yanılsaması daha filmin üçüncü dakikasına girilmeden bozuluyor, çünkü büyük malikaneye giriş yapmış olan burjuva kafilesi, malikaneye giriş yapıyor, tekrar. Sinema tarihinin bu oldukça meşhur yinelemesiyle, bir Buñuel filminde olduğumuzdan artık eminiz.

Filmin konusundan kısaca bahsedebiliriz çünkü gerçekten de ana hatlarıyla oldukça kısa bir öykü: Bir opera sanatçısının verdiği başarılı performansın ardından, sanatçının arkadaşlarından biri kendi evinde sanatçı onuruna bir parti düzenler ve yaklaşık 20 kişiyi de davet eder. Davetlilerin tamamı son derece varlıklı burjuva ailelerine mensupturlar. Söz konusu malikaneye girer, yemek yemeye başlarlar ancak saat gece yarısını geçtikten sonra, artık yavaş yavaş evlerine dönmeleri gerekirken, bulundukları malikaneden çıkamadıklarını fark ederler.

Konukların giriş an’ı.

Buñuel’in kullandığı bu basit hatta çocukça görünen “evden çıkamama” metaforunun temeli, aslında 1960’lar İspanyası’nda da sıklıkla karşılık bulan, katı bir burjuvazi eleştirisinde yatıyor. Burjuvaziye yöneltilen bu eleştiri okları Buñuel’in sürrealist evreninde yeni değil elbette ancak getirdiği farklı bakış açısı, filmin üzerinden uzun zaman geçmiş olmasına karşın hala taze. Üzerine biraz düşünüldüğünde İspanya’daki (ve tüm Dünyadaki) zengin kesimin halktan kopuk olması, halk içinde bulunmaktan çekinmesi, dahası kendilerini halktan saymaması gibi absürt anlayışa yöneltilen bir eleştiri söz konusu.

Burjuvanın kendi köşesinden, bir anlamda kalesinden çıkamaması metaforu, filmde insan içine çıkmaya cesaret edilememesi, burjuvanın halktan korkması gibi düzlemlerde karşılık buluyor ancak filmin büyüleyici atmosferinde çok daha derin, üstelik film tarafından da cevaplanmayan sorunsallar yatıyor. Belki tam da cevapsız bırakıldıkları için etkileyiciler. Öncelikle bu insanların evden çıkmasını engelleyen hiçbir fiziksel bariyerin bulunmadığı aşikâr. Engeli oluşturan, kendi zihinleri ve tabii ki kapıldıkları sürü psikolojisi. İkinci bir düzlem ise, malikanede artık birkaç gün geçirildikten sonra, polisin ve halkın da malikane önüne toplanması, ancak onların da, yine görünürde bir engel olmamasına rağmen, malikaneye girmek için hiçbir çaba harcamaması. Bu noktada halk tarafında biraz da umursamazlık olduğunu ekleyelim. Zira Buñuel bir röportajında, içeridekilerin burjuva değil de halktan insanlar olmasının imkânsız olduğunu söylemişti: “Emekçiler bir yolunu bulup dışarı çıkardı mutlaka” der usta yönetmen.

Film elbette sahip olduğu bu tuhaf atmosferiyle bile yeterince sürrealist bir yapıda ilerlerken, Buñuel fazlalaştırdığı yinelemeler, eklediği tuhaf diyaloglar ve muhteşem sonuyla filmini neredeyse gerçeküstücü bir manifestoya dönüştürür. Filmin gösterime girmesinden yıllar sonra “tekrar çekseydim işleri yamyamlığa kadar götürürdüm” diyerek filmini beğenmediğini söylese de Yok Edici Melek, bu haliyle bile son derece doyurucu bir sürreel deneyim.

Buñuel’in yamyamlıktan bahsetme sebebi doğal olarak malikanede günler geçiren burjuvaların “yüksek sosyetik” yapılarından, kısa sürede mağara dönemine geçiş yapmaları. Bir sahnede salonun ortasında ateş yakmış, giysileri yıpranmış, açlıktan kıvranan burjuvaların sürekli olarak birbirlerine sözlü olarak saldırmalarına, yemek için kavga etmelerine vs. tanık oluruz örneğin. Halkı hor gören, “onların acı eşiğinin çok düşük olduğu” gibi saçmalıklara inanan burjuvalar, kısa sürede “yüksek klaslarını” terk etmiş, birer hayvana dönüşmüşlerdir adeta. Üstelik bu durumun, bu değişimin proletaryanın başına gelmeyeceğinin, onların sükunetlerini koruyarak bir çıkış yolu bulacaklarının da işaretini verir Buñuel, ya da en azından hissettirir diyelim, malikaneden çıkmayı seçmeyen tek uşak üzerinden.

Filmi seçen ve festivalde filmden önce konuşma yapan yönetmen Antony Hickling’in de dediği gibi, Buñuel eserine yirmi civarında yineleme yerleştirmiştir. Hatta çekim ekibinin başındaki kişinin filmin son halini görüp telaş içinde Buñuel’i arayarak “filmde tekrarlar var, bunun acilen düzeltilmesi gerek!” dediği de bilinmektedir. Aldığı cevap elbette Buñuel’in, filmlerinin montajını bizzat kendisinin yaptığı ve bu tekrarların son derece bilinçli olduğudur. Bu noktada filmin adını da kısaca açıklayalım, elbette gerçeküstücü bir filmden beklendiği üzere, İncil’de de geçen “Yok Edici Melek” kavramının filmle herhangi bir bağlantısı veya filme katkısı yok. Daha uzun olan birkaç seçeneği eleyen Buñuel, bir röportajında Yok Edici Melek adını seçmesiyle ilgili esprili bir şekilde “ben bu isimde bir film görseydim mutlaka izlemek isterdim, o nedenle de filme bu adı uygun gördüm” diye cevap verir.

Son aşamada filmin kapanışından kesinlikle bahsetmek isterim çünkü eserdeki metaforik düzlemi anlamlandıran, daha keskin bir eleştirinin kapılarını açan bir karaktere sahip, sürpriz ama tuhaf bir şekilde de kaçınılmaz bir sondur bu. Konuklar bir şekilde malikaneden çıkarlar, hayat normale dönmüş gibidir ve toplumun her kesiminden insan, bizim burjuvalar da dahil, Pazar Ayini için büyük bir kilisede toplanmış, dua ediyorlardır. Ayinin bitiminde, rahip ve yardımcıları birbirlerine yol vermeye başlarlar; “buyurun önce siz çıkın, hayır hayır önce siz…”. Ve anlaşılan o ki, şimdi de rahipler ve tüm cemaat, bulundukları kiliseden çıkamazlar. Tokat gibi bir son. Kurumların insanı hapsetmesi, düşünmesini engellemesi, hayattan kopartması, bu mecazi son üzerine sayısız yorum getirilebilir, düşünme kısmını size bırakıyor ve henüz yapmadıysanız en kısa zamanda izlemenizi tavsiye ediyoruz. Bol filmli günler.

H. Necmi Öztürk

Bir Cevap Yazın