Todd Phillips’in JOKER’ine Göstergebilimsel Bir Bakış

Joker filminin gösterime girme sürecinde tüm dünyadaki sinemaseverlerin heyecanlanması için birçok sebep vardı. Joaquin Phoenix gibi sıradışı bir oyuncunun söz konusu rolü üstlenmesi, C. Nolan’ın Batman üçlemesinden bu yana ikinci defa çizgi roman karakterlerine büyük ciddiyetle yaklaşılacağı umudu, filmin daha önceki hiçbir Batman filmine benzemeyeceği hissiyatı ve tabii ki tüm bunların üzerine, yapımın 76. Venedik Film Festivali’nden en iyi film ödülüyle dönmesi.

Bu noktada her izleyici kitlesinin film üzerinden kurduğu beklenti atmosferine koşut olarak, filme yaklaşımlar da inanılmaz farklılık gösterdi. DC Comics hayranları, filmi doğrudan Batman / Gotham evreni içinde değerlendirmek istediği için filme tutarlılık konusunda sayısız eleştiri getirdiler. Batman dünyasından bihaber olan seyirciler ise, filmden “zaten bu kurgusal evrene hâkim olmam da şart değilmiş” duygusuyla sinema salonunu terk ettiler ki çok da haksız sayılmazlar: Öncelikle film bir prequel, dolayısıyla Batman dünyasına yapılan referanslarla dolup taşması gerekmiyor. İkincisi de filmin Nolan-vari bir bakışla, ayakları yere basan bir Joker sunmaya soyunmuş olması. Beklentiler ne derece farklı olursa olsun, şimdilik aşağı yukarı izleyen herkesin aynı fikirde olduğu nokta, Phoenix’in rolü sırtlayarak, filmi sinema tarihi içinde ayrıcalıklı bir noktaya taşıdığı gerçeği.

Göstergebilim / Sémiotique

Hem beklentiler hem de filmin sunduğu okumalar düzleminde bu kadar geniş bir yelpaze olunca, Joker üzerine bir “değerlendirme yazısı” yazmak da, ortaya çıkacak yazıyı “bir başka Joker eleştirisi” sınıfına dahil etmekten öteye gitmeyecektir, en azından film şu anki popülerliğini kaybedene dek. Bu nedenle biz de biraz farklı bir şey yapmak istedik ve bilimsel bakış ile kişisel beğeniyi bir potada eritmek adına, filmdeki bazı noktalara göstergebilimsel bir açılım getirmeye çalıştık.

Göstergebilim, sémiotique veya semiotics, özellikle 1960’lar Fransa edebiyat / eleştiri çevrelerinde müthiş bir popülerlik kazanmış, hatta bir bakıma Fransa’da doğmuş yapısalcı bir çözümleme yöntemi. Kısaca énoncé yani sözce denilen bir bütünceyi (film, roman, paragraf, heykel, tablo, enstalasyon, reklam, yemek, sofra, vs. vs.) sistemli bir şekilde, kural gözeterek parçalara bölmek ve her parçanın analizi sonucunda, o sözceyle ilgili bilimsel bir bakış açısına sahip olmak.

Bu noktada kaleme aldığım yazının Joker filminin göstergebilimsel analizi olmaktan çok uzak olduğunu da hemen eklemeliyim. Böyle bir çalışma büyük ihtimalle onlarca sayfa tutardı (ayrıca filmin DVD’si olmadan imkânsız). Örneğin Fransız göstergebiliminin kurucusu Algirdas Julien Greimas, yazar Guy de Maupassant’ın 5 sayfalık Deux amis öyküsünü göstergebilmsel olarak çözümlediğinde, ortaya 276 sayfalık bir kitap çıkmıştı. Benim bu yazıda yapmaya çalıştığım şey daha çok bir ressamın karalamalarına benzetilebilir, benim bir sanatçı olmadığım gerçeğini denkleme ekledikten sonra tabii. Sözü daha fazla uzatmadan Greimas ve sinemasal göstergebilim üstadı Christian Metz’in kuramları doğrultusunda karaladığım göstergebilimsel egzersizlere geçelim.

Euphorie / Dysphorie / Aphorie

Öncelikle başkahramanımız Arthur Fleck’in duygusal dalgalanmalarına değinmek yerinde olacaktır. Annesinin, kelimenin tam anlamıyla şaka yapar gibi kendisine Happy yani “mutlu” lakabıyla seslenmesi, Arthur’un duygusal hayatındaki tezatı son derece açık bir şekilde gözler önüne sermektedir. Zira filmin sonuna doğru Fleck, annesine “hayatımda bir dakika bile mutlu olmadım ben” diyerek bu karşıtlığı dile getirir. Bu noktada Fransız göstergebilim terminolojisinin önerdiği üç temel duygu durumuna bir göz atalım:

Arthur Fleck karakteri, nadir görülen rahatsızlığı nedeniyle, mutsuz olduğunda veya gerildiğinde, gülmeye benzer sesler çıkarmaktadır, boğazındaki kaslar ve nefes borusu kasılır, kurtulamadığı bir kahkaha silsilesine dönüşür. Ancak bu esnada mutlu değil, tam tersine mutsuz, huzursuzdur. Dolayısıyla filmde gösteren (signifiant) ile gösterilen (signifié) arasında kurulmuş olan bağ, gülme eylemi özelinde tersine dönmüş durumdadır ve toplum-dilbilimsel mutabakatın dışına çıkmıştır. Normalde “gülme” göstereni çoğunlukla “mutluluk, sevinç, keyif” gibi gösterilenlere işaret ederken, filmde durum oldukça farklıdır. Gülme eyleminin gösteren ile gösterilen arasındaki çarpık bağını, denkleme yerdeşlik (isotopie) ve anlambirimcik (sème) bileşenlerini de ekleyerek şu şekilde açıklayabiliriz:

Tabloda /intikam/ yerdeşliğinin yer almaması aklınıza takıldıysa haklısınız, Joker’de elbette şiddet ve intikamı yan yana koyabiliriz ancak “intikam” kavramı, yerdeşliğin dahi sınırlarını aşan bir sonuç, son derece karmaşık bir veri. O nedenle de yukarıdaki tablonun şimdilik pek girift olmayan öğelerden oluşmasını daha uygun gördük.  

Arthur Fleck’in Joker’e Dönüşümü

Göstergebilim bir karakterin (Sujet / S) dönüşümünü “durum değişimi” (changement d’état) olarak açımlar. Dolayısıyla Arthur Fleck’in geçirdiği dönüşüm, kurgusal karakterin üstlendiği PN’lerle (Programme Narratif, yani karakterin yaptığı ve dile getirdiği herşeyin, bir bakıma onun sözcesinin varmaya çalıştığı nokta, izlediği yol) kabaca şu şekilde ifade edilebilir:

Anlatı düzleminde Fleck’in PN’sine paralel ilerleyen bazı kiplikler (modalité) aracılığıyla daha iyi açıklayabiliriz, Greimas göstergebilimi geleneksel olarak dört adet kiplik önerir:

Fleck her PN’de farklı kipliklerle yoluna devam etti, bu noktada adjuvant ile opposant kavramlarından da bahsetmek gerek. Adjuvant, bir anlatıda karakterin PN’sini gerçekleştirmede kendisine yardımcı olan herşeyi ifade eder, bu soyut veya somut bir şey olabilir. Opposant ise ilkinin tam tersidir, yani PN’lerin veya PN d’usage’ların (PN’yi gerçekleştirmek için kullanılan daha küçük, enstrüman / maşa PN’ler) önüne konan, karakterin aşması gereken engellerdir. Hemen bir örnek vermek gerekirse, arkadaşı Randall’ın Arthur’a verdiği tabanca, adjuvant’lar tarihinde baş köşeye oturmayı hak ediyor, çünkü bu tabanca olmadan ne PN3 ne de o yolda ortaya çıkan diğer PN d’usage’lar gerçekleşebilirdi. PN’ler genelinde kiplik (modalité), adjuvant ve opposant dağılımına şöyle bir bakalım:

Yukarıdaki tabloda belki de en dikkat çeken kısım, PN3’de, yani Happy’nin Joker’e dönüşümünün tamamlanması aşamasında baş karakterin tüm kiplikleri sağlam bir şekilde üstlenmiş ve onları ustaca kullanabiliyor olması. Zaten o nedenle PN3 başarıya ulaşıyor, yani sonunda Sanction’dan bahsedebildiğimiz tek programme narratif, PN3. İlk iki PN başarısızlıkla sonuçlanırken, dönüşüm tamamlandığında karşımızda ne yaptığının biraz daha farkında, bilgiyle ve yapabilme kapasitesiyle, kısacası dört kiplikle donanmış, güçlü bir kişi var. Bu kişi artık Happy veya Arthur Fleck değil.

Diğer bir konu da, etkisiz eleman gibi görünen Burke ve Garrity karakterleri. PN3’ün opposant’ları dedektif Burke ve Garrity Fleck’i durdurmaya çalışırlar ancak onların bu eylemleri bile sonuçta yine Joker’in lehine işler: O iki polisin metroda darp edilmesi olayı Arthur’un SF’sini ve PF’sini güçlendiren bir adjuvant’a dönüşüyor muhteşem bir şekilde. Bu açıdan baktığımızda PN3’ün gerçekleşmesi için Arthur’un önünde hiçbir opposant / engel bulunmamakta.

Ve düşündüğümüzde bu, yönetmen Phillips tarafından yapılmış o kadar şairane bir manevra ki, insan sinemaya ve yönetmenlerin zihnine hayran olmadan edemiyor. Çünkü biz filmi izledikten sonra, son aşamada Arthur’un Joker’e dönüşmesi için ortada hiçbir engel kalmadığını, hatta karşısına çıkan her olayın birer adjuvant olduğunu göstergebilimsel bakış açısıyla ortaya koymuş olmamıza rağmen, unutmayalım ki senarist ve yönetmen Todd Phillips, bu önemli noktayı araştırmanın ve yapısalcılığın soğuk maşasıyla değil, sanatçı ruhuyla öngörüp kâğıda dökmüş, ardından da beyazperdede ölümsüzleştirmiştir.

Kahkahanın Evrimi

Son olarak Joker’in kahkahasının geçirdiği dönüşümden de bahsetmek gerek çünkü yakından bakıldığında, karşımızda yine ustalıkla işlenen bir motif, şairane bir sinemasal dışavurum yer almakta. Fleck’in rahatsızlığından kaynaklanan ama aslında son derece varoluşsal bir yapısı olan kahkahası, filmin başından sonuna dek farklı biçimlerde karşımıza çıkıyor.

Filmin açılış sahnesinde Arthur’un kahkahalarının ardından karşısında oturan, Sharon Washington’ın canlandırdığı sosyal görevli, ona “Birisiyle konuşmanın faydası oluyor mu?” diye sorar. Böylelikle film, gülme refleksindeki gösteren / gösterilen çarpıklığını ön plana çıkartır. Arthur, komik bir durum nedeniyle gülüyor değildir. Ardından otobüs sahnesi gelir, önündeki koltukta oturan küçük çocuğu eğlendirmek istediğinde anne tarafından kabaca engellenir ve yine kasılmalar halinde gelen kahkahalar ortaya çıkar. Bir diğer örnek de metro sahnesi elbette, üç Wall Street züppesine güzelce karşılık vermeden önce de kahkaha atar, ancak ortada gülünecek bir şey yoktur.

Bütün bu gülme şekillerini aşağı yukarı aynı sınıfa dahil edebiliriz, ancak Happy, Joker’e dönüştükten sonra, örneğin filmin kapanış sahnesinde, durum değişmiştir. Joker yine filmin başındaki gibi kahkaha krizinde gibidir, ancak güldükten sonra karşısındaki hemşire “Bu kadar komik olan nedir?” diye sorduğunda, Joker kendi rahatsızlığından bahsetmek yerine, “Söylesem de anlamazsın” diyerek, aslında kasılmalarla, rahatsızlığıyla alakasız olarak, gerçekten de ona komik gelen bir duruma güldüğünü itiraf eder. Artık kahkaha attığında gösteren / gösterilen çarpıklığı pek de belirgin değildir:

Bu noktada dönüşüm her açıdan tamamlanmıştır. Belki soruyu soran hemşireyi öldürme fikri Joker’e komik gelmiştir, belki de ayakkabılarının baştan aşağı beyaz olan akıl hastanesinde bırakacağı kırmızı izler. Sebep ne olursa olsun, Arthur artık hastalığıyla barışmış, güçsüzlüklerini geride bırakmış, yepyeni bir karakter olarak sahneye çıkmıştır. Üstelik kahkahası artık kurbanlarına karşı kullandığı kafa karıştırıcı bir silah olarak da kendini gösterir, çünkü seyirci olarak artık Joker’in aklına komik bir şey geldiği için mi, yoksa rahatsızlık duyduğu bir durum karşısında mı kahkaha attığından asla emin olamayız. Bu da doğal olarak Joker’in karakterine çok uygundur, zira onun habitatı, kaosun ta kendisidir.

H. Necmi Öztürk

Bir Cevap Yazın