THE GREEN KNIGHT: Gawain’in Kendi Mitolojisiyle İmtihanı

The Green Knight (Yeşil Şövalye, 2021), daha çok A Ghost Story (2017) ile tanıdığımız David Lowery’nin altıncı uzun metraj filmi. Her ne kadar konu açısından adı geçen yapımla alakasız gibi görünse de, aslında The Green Knight da zaman konusunu odak noktalarından biri haline getiren ve sinemaya aktarılması zor bir kavramın üstesinden başarıyla gelen bir yapım. Film, Kral Arthur’un Yuvarlak Masa Şövalyeleri’nden Gawain’in (Dev Patel) Yeşil Şövalye (muhteşem bariton sesiyle Ralph Ineson) ile karşılaşmasına odaklanıyor ve yaklaşık 1400 yılında Eski İngilizce olarak yazılmış anonim bir esere (Sir Gawain and The Green Knight) dayanan yapım, sırf yüzlerce Kral Arthur efsanesinden birini beyaz perdeye taşımaya giriştiği için bile alkışlanmalı. Dahası, ortaya çok güzel bir iş çıkmış. Kral Arthur efsanesi ile ilgili daha fazla bilgi için Kral Arthur’u Gerçekçi Olarak Betimlemek başlıklı yazımıza göz atılabilir.

1360-1400 civarında yazıldığı tahmin edilen Sir Gawain and The Green Knight‘ın ilk sayfası ve aynı kitaptan, Yeşil Şövalye’yi tasvir eden çizim.

Çetrefilli Kral Arthur Efsanesi

Yukarıda bahsettiğim yazıda da vurgulamaya çalıştığım gibi, Kral Arthur efsanesi dediğimiz anda, kendimizi müthiş bir anakronizm girdabında buluyoruz. Zira “Kral Arthur” olarak adlandırılan ve tarihte yaşamış olması muhtemel kişi, 5. yüzyılda yaşamış bir dux bellorum, yani muharebe şefi, kral değil. Kral olarak daha çok edebiyat eserlerinde ortaya çıkan Arthur hakkında yazılan en eski metin 12. yüzyıla, Yeşil Şövalye’nin temelini oluşturan metin ise 14. yüzyıla ait. Sonuç olarak 400’lü yıllarda yaşanmış olması muhtemel bir olaylar dizisini 1300’lü yıllarda betimlemiş olan bir metnin 2000’li yıllardaki uyarlamasını izliyoruz. Bu saptama doğal olarak, “gerçeğe uygunluk beklemeyin” diye bağırıyor olsa da, David Lowery kolaya kaçmamış, en azından kıyafetler, konutlar, davranış şekilleri, gelenekler vs. gibi gerçekliğinden / tutarlılığından emin olduğumuz alanlarda çok iyi bir iş çıkartmış. Ayrıca “anlatıyı birebir aktarma” kaygısını biraz ikinci plana iterek, anlatının felsefi boyutuyla ilgilenmeyi tercih etmesi de çok önemli bir artı. Bu konuya biraz ileride daha ayrıntılı değineceğiz.

Kral Arthur (Sean Harris)

Gawain Kimdir?

Kral Arthur efsanesi dendiğinde aklımızda “İngiliz Kral” nitelemesi canlanabiliyor olsa da, ne Arthur’un yaşadığı düşünülen 400’lü yıllarda, ne de efsanenin yayılmaya başladığı 1000’li yıllarda “millet” ve “milliyet” kavramları pek ön planda değildi, daha çok bahsi geçen kişinin nerede doğduğu, hangi coğrafyadan, hangi şehirden geldiği önemliydi ve isimler de ona göre verilirdi çoğunlukla. Dolayısıyla Gawain’den bahsederken, daha çok “Kıta Avrupası” üzerinden ilerlemekte fayda var. Tüm edebiyatlarda ortak olan tek nokta, Gawain’in Kral Arthur’un yeğeni, ayrıca Yuvarlak Masa Şövalyeleri’nin de bir üyesi olduğu. Kelt kültürünün Wales coğrafyasında daha çok Gawain, Gawaine veya Gauwaine şeklinde anılsa da, Fransız edebiyatında adı neredeyse her zaman “Gauvain” [govɛ̃] olarak geçer. Ayrıca İngiliz edebiyatında, çoğunlukla Britanya’nın ilk düzyazı hikayelerinden Mabinogion serisindeki Gwri karakteriyle özdeşleştirilir, söz konusu karakterin takma adı Gwallteuryn’dir, yani “ışıktan saçları olan”. Bu niteleme de Fransa ve İngiltere kraliyet ailelerinin görsel açıdan en ayırt edici özelliğine, “sarı ve uzun saçlar” tanımına uyuyor, zira Ortaçağ’da uzun ve temiz saçlara sahip olmak en büyük lükslerden biriydi ve dahası, Fransa’da sadece kraliyet ailelerine tanınan bir ayrıcalıktı.

Gawain (Dev Patel)

Gawain’in biyografisi ise hayli karışık, zira birçok edebiyatta farklı şekillerde ele alınmış. Arthur Efsanesi’nin yayılmasında belki de en büyük katkıyı sağlamış olan Fransız yazar Chrétien de Troyes, Gauvain’i Cligès adlı eserinde Soredamour’un, Perceval başlıklı eserinde ise Clarissant’ın kardeşi olarak tanıtır. Yukarıda da söylediğimiz gibi Gauvain’in Kral Arthur’un yeğeni (üvey kız kardeşinin oğlu) oluşu dışındaki akrabalık ilişkileri değişkenlik gösteriyor. Örneğin Lowery’nin filminde büyücü La Fée Morgane (Morgan le Fay), Gauvain’in annesi olarak gösteriliyor, bu tutarlı bir uyarlamaya işaret etmekte çünkü temel alındığı 1400 tarihli Yeşil Şövalye yapıtında da durum böyle. Ne var ki 1400 öncesi metinlerde, özellikle de Fransız geleneğinde Morgane, Arthur’un üvey kız kardeşi olsa da, “Gauvain’in annesi” şeklinde betimlenmez hiçbir zaman. Gauvain’in annesi, doğal olarak Arthur’un da annesi olan Kraliçe Ygerne’in kızıdır ancak bu ilişkiler ağında Morgane’dan bahsedilmez. Gauvain’in annesi, oğlunu Roma’daki Papa Grégoire Le Grand’a emanet eder ve Gauvain’i büyütecek olan da yine bu kişidir. Gauvain’in babası ise birçok Kıta Avrupası anlatısında değişmeyecektir: Kral Loth.

Morgan Le Fay (Sarita Choudhury)

Yeşil Şövalye – Kaynak Metin ve Senaryo

İkinci paragrafta David Lowery’nin kaynak metni birebir aktarmaya ağırlık vermediğini söylemiştik ancak bu saptamamız daha çok filmin felsefi duruşuyla ve kapanışıyla ilgiliydi. Yoksa 1360-1400 yılları arasında yazıldığı tahmin edilen Sir Gawain and The Green Knight (Sör Gawain ile Yeşil Şövalye) başlıklı, 2530 mısradan oluşan anlatıdaki olayların büyük çoğunluğu filmde karşılık buluyor; başka bir deyişle kaynak metindeki üç başat olay, kurgusal düzeyde olduğu gibi beyazperdeye aktarılmış. Bu olayları sırasıyla hatırlayalım.

Kelle Uçurma Oyunu

İngilizce’de “Beheading Game”, Fransızca’da ise “L’épreuve du billot” şeklinde adlandırılan bu oyun, bir şövalyenin başka bir şövalyeye meydan okuması ile başlıyor. Meydan okumayı kabul eden kişi diğer şövalyeye bir darbe indirir ve tam bir yıl sonra, aynı darbeyi diğer şövalyeden almayı kabul etmiş sayılır. Her iki şövalye de, alacağı darbeden kaçınmayacaktır. Yeşil Şövalye söz konusu olduğunda bu oyuna bazı kurallar ekleniyor; darbenin mutlaka boyna indirilmesi ve Yeşil Şövalye’nin baltasının bir yıl boyunca karşı tarafta kalması gerekliliği gibi. Filmde Kral Arthur’un Gawain’in kulağına eğilerek “unutma bu sadece bir oyun” demesi de çok hoş bir ayrıntı, çünkü oyun kavramı bu maceranın bağlamından hiçbir zaman uzaklaşmıyor. 

Yeşil Şövalye (Ralph Ineson)

Baştan Çıkartma ve Kazanımların Değiş Tokuşu (İkinci Oyun)

Yaklaşık bir yıl sonra Yeşil Şövalye ile buluşmak üzere yola koyulan Gawain, artık varış noktasına hayli yaklaştığı sırada kendini, Sör Bertilak’ın (Joel Edgerton) şatosunda bulur. Burada çok iyi karşılansa da önce Bertilak’ın karısı tarafından bir baştan çıkartılma testine tabi tutulur, ardından da Sör Bertilak ile bir oyun oynamak durumunda kalır, kurallar basittir: Bertilak ava gittiğinde vurduğu en değerli hayvanı Gawain’e verecek, Gawain de Bertilak’ın şatosunda kaldığı süre boyunca edindiği en değerli şeyi Sör Bertilak’a verecektir. Bu nesne Gawain için elbette Bertilak’ın eşinin kendisine verdiği tılsımlı kuşaktır.

Sör Bertilak (Joel Edgarton)

Yeşil Şövalye ile İkinci Karşılaşma

Bu noktada Gawain’in onurunu korumak adına, ikinci karşılaşma öncesinde kendisine sunulan fırsatları değerlendirip değerlendirmediği ortaya çıkacaktır. Bu da bir testtir ve başlangıçta Kral Arthur’un Gawain’e fısıldadığı gibi oyunun ikinci bölümü, tam anlamıyla oyunun sonudur. Kelle Uçurma Oyunu’nun Noel gecesi gerçekleşmesi, ardından da ertesi yılın sonunda Bertilak’ın Gawain ile oynadığı oyunun temelinde hediye verme eyleminin bulunması, anlatının sonunda da Gawain’in baltayı Yeşil Şövalye’ye iade etmesi gibi etmenler tüm Yeşil Şövalye anlatısını Noel’de hediye verme geleneğinin merkezine oturtuyor.

Essel (Alicia Vikander)

Film – Ortaçağı Betimlemek

David Lowery sadece yukarıda özetlediğimiz üç olayı da eserine başarılı bir şekilde aktarmakla kalmaz, üstüne kanımca çok estetik ve şiirsel bazı eklemeler de yapar ve Ortaçağ edebiyatının olay örgüsü açısından basit ilerleyen yapısını çok daha karmaşık hale getirerek yaklaşık 650 yaşındaki kaynak metni sinemasal bir çığlık, görsel bir şölen halinde beğenimize sunar. Bu noktada Lowery’nin, eski bir sözceyi günümüzde tekrar ele alırken kaynak metne sadakat ile 21. yüzyıl insanının düşünce yapısı arasında bir denge kurma gerekliliğinin farkında olması ve bu dengeyi her daim gözetmesi, filme değer katan en önemli etmenlerden. Burada besteci ve müzisyen Daniel Hart’ı anmadan geçmeyelim, filmin müzikleri de yukarıda bahsettiğimiz dengeye son derece sadık bir şekilde kendini var ediyor. Ne Gregoryen ilahilerin teksesli ağırlığı, ne de günümüz müziğinin çoksesli şatafatı mevcut filmde, bu saydıklarımızın tam ortasında yer alan, seyirciyi tam dozunda (dikkatini dağıtmadan) şaşırtan bir müzikal deneyim söz konusu.

Guenièvre (Kate Dickie)

Ortaçağ atmosferinin de filmde neredeyse başrolde olduğunu hemen hatırlatalım, 2014’te aramızdan ayrılan Fransız tarihçi Jacques Le Goff’un kullandığı “L’homme médiéval” (Ortaçağ insanı) kavramının filmin hemen her katmanına sızdığını söylersek abartmış olmayız. Günümüzden en az bin yıl öncesini beyazperdede canlandıran her filmin belli bir tarihsel auraya sahip olması gerekir elbette ancak iş Ortaçağ’ı betimlemeye geldiğinde, filmler genellikle biçimsel bazı verilere takılıp kalıyorlar ne yazık ki. Kıyafetler ve şatolar, kaleler, şövalye zırhları vs. düşünülüyor ancak bir Ortaçağ insanının zorunda kalmadıkça bilmediği bir ormana asla ve asla adım atmayacağı, hava kararmaya başladığında kesinlikle seyahat etmeyeceği veya yolda karşılaştığı bir yabancıyla nasıl selamlaşması gerektiği gibi bilgiler es geçiliyor mesela. Bunlar ve benzeri birçok örneğin The Green Knight’da çok güzel bir şekilde karşılık bulmuş olması, filmi yine fonuna Ortaçağ’ı alan yapımlar arasında ön plana çıkartıyor. Son olarak kaynak metinde sadece 700. mısrada çok kısa olarak bahsedilen, 7. yüzyılda yaşadığı tahmin edilen Saint Winifred’e (Holyhead veya Holy Hede) filmde uzun sayılabilecek bir yer ayrılması çok hoş bir dokunuş olmuş. Saint Winifred’i başarılı aktris Erin Kellyman canlandırıyor.

Saint Winifred (Erin Kellyman)

Fantastik Öğeler

Filmin IMDb sayfasına baktığımızda tür betimlemeleri arasında “fantasy” etiketinin de  bulunduğunu görüyoruz, dilimizdeki karşılığı “fantastik” sözcüğüne yakın olan bu sıfat, daha çok Lord of The Rings veya The Dark Crystal (1982) gibi filmler için kullanılıyor. Ne var ki The Green Knight söz konusu olduğunda “fantastik” sıfatını daha çok Tzvetan Todorov’un kullandığı anlamda okumak isterim; yani izleyicinin veya kahramanın, doğaüstü bir olayın gerçekleşip gerçekleşmediğinden tam olarak emin olmaması durumu. Filmde doğaüstü olduğu kesin olan tek olay elbette Yeşil Şövalye’nin başı kesildikten sonra yuvarlanan kafasını eline alıp at üstünde oradan uzaklaşması. Bu da hikayenin ana iskeletini oluşturuyor, ne var ki sadece bu olay nedeniyle bütün filme fantastik yaftası yapıştırılmamalı bence, çünkü bu durumda Vittorio De Sica’nın Milano Mucizesi filmi de fantastik olurdu, ama değil.

Filmdeki diğer doğaüstü olaylar arasında Wagner’in The March of the Valkyries’ini anımsatan devler sahnesi, tilkinin konuşması ve şatoda, Bertilak’ın eşinin, tıpatıp Gawain’in sevdiği kadına benzemesi sayılabilir. Devler ve tilki konusu, Gawain zehirli mantar yedikten sonra gerçekleşiyor, üstelik hikaye akışına elle tutulur bir katkı da sağlamıyorlar, dolayısıyla bu iki fenomen daha çok Todorov’un teorisi bağlamındaki fantastik’e örnek gibi. İki kadının benzerliği, daha doğrusu her ikisinin de Alicia Vikander tarafından canlandırılması ise farklı bir olay, birazdan açıklayacağız. Yeşil Şövalye (rengi Arthur mitolojisinde doğa ile, dolayısıyla yaşam ve ölümün gerçekleştiği bir mekan ile özdeşleştiriliyor, bunlara Mahşer’in Dört Atlısı’ndan Ölüm’ü taşıyan atın renginin de açık yeşil olduğunu ekleyelim) dışındaki bu tür fantastik öğeler kanımca Lowery tarafından tam dozunda kullanılarak kaynak metne uygun hale getirilmiş. Çünkü gerek Ortaçağ sembolizmine, gerekse Ortaçağ metinlerindeki abartı dozuna baktığımızda, baştan aşağı fantastik metinlerden, perilerin ve doğaüstü canlıların etrafta dolaşıp durduğu anlatılardan bahsedemeyiz.

Ortaçağ metinlerindeki abartı, karşı karşıya gelen iki ordunun asker sayılarını gerçekdışı bir şekilde şişirmekten, bir şövalyenin yüzlerce kişiyi kısa sürede öldürmesinden veya alakasız bir coğrafyada fillerin, develerin ortaya çıkmasından ibaret. Yoksa bir Chanson’da ya da Chrétien de Troyes’nın romanlarında “ardından ejderhalar uçarak geldiler ve tüm orduyu güvenli bir yere taşıdılar” gibi gerçeklikle en ufak bir bağlantısı olmayan cümlelere rastlamayız, ejderhanın Kral Arthur ile özdeşleştirilen yaratıklardan biri olmasına rağmen. O nedenle David Lowery’nin fantastik kullanımını ortaçağ aurası ile birebir uyumlu buldum, beyazperdede böyle bir öz denetime şahit olmak büyük keyif. Alicia Vikander konusu ise kesinlikle dahiyane, zira kaynak metindeki “baştan çıkartma oyunu”na denk gelen bu kısımda Gawain’in kafası, hem bunun bir oyun olması hem de artık haftalardır yürüdüğü yolun yorgunluğunu iyice hissetmeye başlaması nedeniyle karışık olmalıydı. Kafa karışıklığını ve Todorov-vari fantastik dışavurumunu destekleyebilecek en iyi sinemasal numaralardan biri de elbette bu soylu kadının, Gawain’in sevdiği kadına tıpatıp benziyor olmasıydı. Lowery’nin böyle bir fırsatı kaçırmamış olması harika. Baştan çıkarma oyununda Gawain, “bu sevdiğim kadın mı yoksa başka biri mi, bu oyunu kaybedersem sevdiğimi aldatmış olacak mıyım?” gibi tuhaf düşüncelerle mücadele ederken Gawain’in gerçeklik algısı temelden sarsılır.

Sör Bertilak’ın eşi (Alicia Vikander)

Mitoloji – İnsan Faktörü

Yazımızın başlığında ima etmeye çalıştığımız insan faktöründen bahsetmeden geçmeyelim, The Green Knight için “macera filmi”, “tarihsel film”, “fantastik film” vs. hangi tabir kullanılırsa kullanılsın, Lowery’nin filmi benim için öncelikle Homeros çapındaki devasa mitolojik kahramanların bile öncelikle insan olduğunu hatırlatma görevini üstlenen bir yapım. Bunu da elbette gözümüze sokarak yapmıyor, ne var ki dikkatle izlendiğinde Kral Arthur efsanesinde en önemli şövalyelerden biri olan Gawain’in, insanüstü güçlere sahip, gözü hiçbir şeyden korkmayan efsanevi bir kahramandan ziyade, insani özelliklerinin ön planda olduğu bir karakter olduğunu görmek hiç zor değil. Gawain bu tür klişeleşmiş kahramanlık özellikleri veya kas gücüyle değil, ahlaki sorumluluklarını hayatı pahasına yerine getirince gerçek bir kahraman olduğunu kanıtlıyor.

Burada doğal olarak Gawain’in beline doladığı tılsımlı yeşil kumaştan bahsediyoruz, ölümü göze alarak onu çıkartması, kısacası dürüstlüğü sayesinde bu kelle uçurma oyununda hak ettiği ödülü alacaktır. Beyazperdede izlediğimiz herşeyin kurgusal olarak çok eski bir zaman diliminde, yaklaşık bin yıl önce yaşanmış olması da Gawain’in aldığı her kararda nefesimizi tutmamızı sağlıyor, ne de olsa hipotetik olarak, edebiyat sınırları içinde bile, Gawain’in o an (sinemanın yarattığı gerçeklik algısı sayesinde) yapacağı her hareket, gelecek bin yılı değiştirecek güce sahip bir anlamda. Gawain’in kendi mitolojisiyle imtihanı da baştan sona bu düzlemde yaşanıyor. Tüm bu tarihsel atmosferi Ortaçağ üzerinden filmine başarıyla yediren Lowery, sıradanlıktan çok uzak, seyirciyi her zaman düşünmeye iten bir yapım ortaya koymuş.

Bitirirken The Green Knight’ın en tutarlı, en yenilikçi ve aynı zamanda da en etkileyici okült ayinlerden birine ev sahipliği yaptığını da eklemek gerek, La Fée Morgane’ın diğer büyücü ve cadılarla beraber yaptığı büyü sahnesi çok iyi araştırılmış ve düzenlenmiş. Kral Arthur’u canlandıran Sean Harris, Guenièvre’e hayat veren, Eggers’ın The Witch’inden hatırladığımız Kate Dickie ve tabii ki Morgan Le Fay rolündeki Sarita Choudhury harika performanslar sergilemişler. Başroldeki Dev Patel de Gawain’e Ortaçağ metinlerinde her zaman atfedilen “centilmenlik timsali şövalye” unvanını beyazperdeye çok iyi yansıtmış. Filmin müziklerini borçlu olduğumuz Daniel Hart’ın adını bir kez daha andıktan sonra, şimdiden keyifli seyirler dileyelim.

H. Necmi Öztürk

İlgili Okuma:

Kral Arthur’u Gerçekçi Olarak Betimlemek: Peki Ama, Hangi Arthur?

Bir Cevap Yazın