İlki 1957 yılında gerçekleşen ve neredeyse her geçen yıl kapsamını daha da genişleten BFI Londra Film Festivali (LFF), bu yıl 6 – 17 Ekim tarihleri arasında 65. kez izleyicilerle buluşacak. Bu sene festival hem Londra sinema salonlarında hem de çevrimiçi olarak İngiltere’nin tamamında izlenebilecek olsa da, “online / çevrimiçi” uygulamalar yapan çoğu uluslararası festival gibi, İngiltere dışından takip edilemiyor. Ancak hem festivalin ev sahipliği yaptığı filmler, hem de zamanlaması açısından, LFF’nin haber değeri büyük. Zira Ekim ayından sonra tüm Dünya’da festival sezonu sona eriyor dersek abartmış olmayız. Takip eden yılın Ocak ayına dek elbette. Bu arada festivalde gala yapacak olan bazı filmlerin MUBI ve Netflix gibi platformlarda gösterime gireceğini de hatırlatalım.

LFF ile Pordenone Sessiz Film Festivali (İtalya, 2 – 9 Ekim 2021) ardından Ekim ayının son haftasında kapılarını 62. kez açacak olan Viyana Film Festivali, bir de elbette bu yıl 8 – 17 Ekim tarihlerinde İstanbul’da gerçekleşecek olan FilmEkimi’nin ardından, Kasım ve Aralık aylarında başka “önemli” festival yok. Bu sıfatı tırnak içine aldım çünkü her festival önemlidir ve yine her festival, özellikle gerçekleştiği şehrin sakinleri için birer okul niteliğindedir, geleceğin sinemacılarını yetiştirmede çok önemli bir rol üstlenir. Burada “önemli” sıfatını daha çok “tanınmış” veya “meşhur” anlamlarında kullandım. Bu arada paragrafın başında adı geçen Pordenone Sessiz Film Festivali’nin çevrimiçi versiyonunun tüm Dünya’ya açık olduğunu da hatırlatalım.

Sözü daha fazla uzatmadan Londra Film Festivali’nin 65. edisyonundaki filmlerden bahsedelim. Her ne kadar yılın başından itibaren Sundance, Rotterdam, Berlin, Cannes ve Venedik film festivalleri birçok filmi konuk etseler de, Londra Film Festivali’nin de bu konuda söyleyecek birkaç sözü var. Ayrıca önceki festivallerde gösterilen filmlerin de yine Londra’da boy göstermesi İngilizler için büyük şans. Önemli bulduğumuz veya her sinefilin radarında bulunması gerektiğini düşündüğümüz, daha çok festivalin “Galalar” ve “Özel Gösterimler” kategorilerini temel alarak derlediğimiz filmleri liste halinde aşağıda bulabilirsiniz.

Listedeki ilk film için söylenecek pek bir şey yok çünkü bizlere Piano (1993) gibi olağanüstü filmler hediye etmiş olan Jane Campion’ın 12 yıl aradan sonra (Bright Star, 2009) beyazperdeye dönüşünü müjdeleyen bir yapımdan bahsediyoruz: The Power of the Dog. Mutlaka izlenmeli. İkinci sırada yer alan King Richard, listemizdeki sonraki filmin de (Macbeth) katkısıyla bir Shakespeare trajedisi (Richard II & Richard III) olarak algılanabilir, ancak burada söz konusu olan bir trajediden ziyade, bir zafer öyküsü: Tenis efsaneleri Serena ile Venus Williams kardeşlerin hikayesi, üstelik başrol de Will Smith’e emanet edilmiş. Tenis sporuyla ilgilenenler veya genel anlamda spor meraklıları kaçırmasın diyoruz. İlham verici bir zafer öyküsü izlemek isteyen herkese tavsiye edilir.

Joel Coen’in ilk yönetmenlik denemesi (!) olan The Tragedy of Macbeth yine kaçırılmaması gerekenler arasında. Joel Coen elbette yaklaşık kırk yıldır film çekiyor ancak ilk kez karşımızdaki bir “Coen Kardeşler” filmi değil. Yapımda Joel Coen’in eşi efsanevi oyuncu Frances McDormand’a yine başka bir efsane olan Denzel Washington eşlik ediyor. Sebastien Meise’in geçtiğimiz Cannes Film Festivali’nde Un Certain Regard Jüri Ödülü’nü kazanan filmi Great Freedom da izlenmesi gerekenler arasında, LGBTQ topluluğu üzerinden insanlığın ortak sorunlarına değinen, yer yer eğlenceli sahneler de sunan bir hapishane dramı.

The Harder They Fall yakın bir tarihte Netflix’de gösterilecek filmler arasında, başrolünde Idris Elba’nın bulunması ve Afrikalı Amerikalı ağırlıklı bir kadroya sahip bir western olması yapımı yeterince ilgi çekici yapıyor, fragmandan da biraz Tarantino esintisi yayılıyor, karar sizin. Apichatpong Weerasethakul yönetimindeki Memoria sadece başrolünde Tilda Swinton’ın bulunmasıyla bile dikkatimizi fazlasıyla çekti, mutlaka bir şans verilmeli diye düşünüyoruz.

Listemizdeki diğer dört film (Last Night in Soho, Spencer, Benedetta ve Titane) son derece popüler yapımlar ve ilerleyen günlerde de sıklıkla karşımıza çıkacaklar muhakkak ancak bu popülerlik filmlerin kalitesiyle ilgili bir bilgi vermiyor. Last Night in Soho ile Spencer oyuncularıyla, Benedetta ile Titane ise daha çok yönetmenleriyle ilgi uyandırmışa benziyor. Last Night in Soho’da yönetmen Edgar Wright’ın personası da yadsınamaz elbette. Spencer’da Lady Diana rolünü üstlenmiş olan Kristen Stewart’ı izleyeceğiz, Paul Verhoeven’in Benedetta’sı ise eşcinsel rahibe Benedetta Carlini’yi konuk ediyor.

Son olarak geçtiğimiz Cannes Film Festivali’nde büyük ödülü, Altın Palmiye’yi kazanmış olan Titane da mutlaka radarınızda bulunması gereken bir yapım. Yönetmen Julia Ducournau (Raw, Servant – 2 bölüm). Londra Film Festivali’nin “Altın Palmiye ödülünü kazanan en provokatif filmlerden biri” olarak nitelediği Titane, “techno-chiller” olarak tanımlanıyor, Türkçe’ye çevirmesi zor bir kategori, belki “tekno-trans” denebilir ancak bu karşılık da Türkçe olmadığına göre (!) biz en iyisi ne diyeceğimize filmi izledikten sonra karar verelim. Listemizdeki son dört film de (örneğin Haruki Murakami‘nin bir öyküsünden uyarlanan Drive My Car gibi) yine takibe alınması gerekenler arasında, tabii 2020 tarihli The French Dispatch’i çoktan izlemiş olma ihtimaliniz de yüksek.

Yazımızı sonlandırırken Sight and Sound dergisinin Ekim 2021 sayısında yer alan ve sinema yazarı Guy Lodge tarafından hazırlanan “Londra Film Festivali’nde Kaçırılmaması Gereken Altı Film” listesini de paylaşalım: Hit The Road (Panah Panahi), Lingui: The Sacred Bonds (Mahamet-Saleh Haroun), Memoria (Apichatpong Weerasethakul), The Power of the Dog (Jane Campion), True Things (Harry Wootliff) ve The Tragedy of Macbeth (Joel Coen). Festivalde gösterilecek tüm filmlerin alfabetik listesine buradan ulaşabilirsiniz. Sizleri afişlerle baş başa bırakıyoruz, bol filmli günler.







Heyacan verici bir liste.
Teşekkürler! Filmleri takibe aldık 🙂
Yazınızı okuduktan sonra ben de özellikle çok sevdiğim Jane,listenin en başında, biraz fragman kovaladım heyecanım daha bir arttı 😉
Çok teşekkürler! Dediğiniz gibi filmler heyecan verici, The Power of the Dog’un fragmanı da hayli güzel, yönetmen koltuğunda da Jane Campion olunca beklentiler yükseliyor haliyle. Şimdiden iyi seyirler dileyelim 🙂
Teşekkürler paylaşmaya devam.