Your Vice is a Locked Room and Only I Have the Key: Kendi Duyularım Bile Algıladıklarını İnkâr Ediyor

Gözler belleğin kaidesi görevini yerine getiriyorsa onları yerinden çıkardığımızda bellekten geriye ne kalır? Masanın üzerine bırakılan kalem, daktilo, mektup açacağı ve tüm odaya dağılmış kâğıt parçaları ben odaya girmeden önce de varsa ben odaya girdikten sonra onları belleğimin parçası haline getiren gözler miydi? Ya da gözlerin taşıyıcısı olan beden sadece orada dikilen bir heykel miydi? O halde bellek için özgürlük bölgesi diye bir yer yok demektir. Öte yandan gözler kendisi için çoktan hazırlanan mekânların, nesnelerin tanıklığını yapmakla meşgul. Gördüğümüz şeyler doğrudan bedenimizin kendisine etki etmese de kendi içlerinde bellek/ler yaratırlar.

Luigi Pistilli & Anita Strindberg

Bunlardan bazıları varlıkları birey için kayda değer olmayanlardır ve onların ömrü diğer bellek türlerine göre daha kısa sürer. Bu da eğer ortada işlenen ya da işlenmeye maruz kalınan bir kötülük varsa onun kimliğini olağan bir noktaya, normalden çok daha güvenli bir bölgeye taşır. İtalyan Sineması’nda Giallo türüne yapmış olduğu katkılarıyla tanınan Sergio Martino’nun 1972 yapımı Your Vice Is a Locked Room and Only I Have the Key (Il tuo vizio è una stanza chiusa e solo io ne ho la chiave / Ahlaksızlığın Kilitli Bir Odadan İbaret ve Anahtarı da Sadece Bende) adlı filmi “kötü olanı” her anlamda normalleştiren ve bunun herkes adına kabulü için izleyiciye anahtar sunan bir film.

Luigi Pistilli

İniş Alanı Olmayan Bir Çıkış

Filmin anlatısını örümcek misali ören her bir karakter için doruğa çıkmak zor değil ancak iniş kolay olmadığı ve merdivenlerden çıkanların kalabalığı da arttığı için, yükselmeye çalışan kişiler bir kez bile geriye adım atmak için çaba sarf etmiyor. Bu da hali hazırda zaten yapılmış olan eylemler sonuçlanmadan, başka eylemlerin diğer eylemlerle üst üste binmesine neden oluyor. Anlatıda hiçbir şey ucu açık ve sonuçsuz kalamayacağından son çıkışa varıldığında artık bir inişin olmayışı başka bir çıkış da yaratmıyor. Filmdeki her bir karakter birbiriyle o kadar temas halinde ki, sarmal bir çıkmaz inişlerin en kolayı haline geliyor.

Edwige Fenech, Luigi Pistilli

Edgar Allan Poe’nun 1843 yılında The Saturday Evening Post adlı gazetede yayımlandığı düşünülen The Black Cat adlı kısa öyküsünden uyarlanan filmde öykünün oldukça farklı bir versiyonuyla etkileşim haline giriyoruz. Bunun en temel yansımasını Oliviero (Luigi Pistilli) ve Irina (Anita Strindberg) karakterleri arasındaki görev dağılımlarında görüyoruz. Poe’nun öyküsünde bu ikili, filmdekinin tam tersi bir karakter tutumu içinde konumlandırılmış. Yani öyküde Irina’yı Oliviero olarak, Oliviero’yu da Irina olarak düşünebiliriz. Sergio Martino’nun 2015 yılında Arrow Video için vermiş olduğu röportajda itiraf ettiği gibi, karakterler arasındaki bu değişimin sebebi olarak Henri-Georges Clouzot’nun 1955 yapımı Les diaboliques filmini gösterebiliriz.

Anita Strindberg

Kadın karakterlerin gizemli alt yapısını ön plana çıkarma konusunda azımsanmayacak bir eğilim gösteren Martino, Anita Strindberg’i bu anlamda oynadığı karaktere fazlasıyla uygun bulmuş. Oyuncunun soğuk ve keskin yüz hatları yönetmenin deyişiyle “beklenilmeyen gizemleri” doğurmada önemli bir aracıydı. Edwige Fenech’in canlandırdığı Floriana karakteri ise bir yandan dış görünüşüyle anlatı düzleminde önemli bir noktada bulunduğu gerçeğini perdelerken, diğer yandan da özgürlüğüne düşkün yapısını, sahip olduğu femme fatale aurasına kolaylıkla aktarabiliyor.

Edwige Fenech

Kara Kediler Kılık Değiştirmiş Cadılar mıdır?

Palladyan atmosferde, Paduan villaları arasında zaman bir dolap ve biz de onun içinde bir askıdayız. Poe’ya göre zıtlık ruhu denilen ancak üzerinde pek de durulmayan bu tespit, insanın benliğinin pençesine yapışıp kalıyor. Öyle ki insana hataları sırf hata olduğu için yaptırıyor. Bu bakımdan Sergio Martino’nun karakterlerinin hiçbirinin masum olduğunu söyleyemeyiz. Hepsinde ayrı ayrı kötülükler yattığı için kimin olayların en başında ortadaki kötülüğü yaratmış olduğunu bulamıyoruz. Sadece hangisinin “daha kötü” olduğunu söyleyebiliyoruz. Ancak bu aşamada bile karakterler kendi aralarında bir nevi kötülük yarışına giriyorlar, filmin sonuna değin ürkütücü bir kötülük sıkışmışlığı ile karşı karşıya kalıyoruz. Poe’ya göre bahsi geçen bu zıtlık insanın en ilkel itkilerinden biri. Yönetmen bu algıyı filmde oldukça sağlam bir şekilde işliyor ve kötülük iyilikle yarışamayacak denli güçlü ve bu güçlülüğü ile olağan bir arzusallık yaratıyor. Your Vice is a Locked Room and Only I Have the Key filminde parmakla gösterebileceğiniz ve anlatının cadısı olarak işaret edebileceğiniz herhangi biri yok. Hatta filmin ana karakterlerinden biri olarak sayılan kara kedi bile kesinlikle olayların birinci suçlusu değil.

Ölümlünün Sürgün Bölgeleri

Bir sürgün bölgesi olarak duvarların ardı, gerilim ve korku yapımlarının en uslanmaz haylaz çocuğu diyebiliriz. Bunun en güzel örneğini 1991 yapımı, bir Wes Craven klasiği olan The People Under the Stairs adlı filmde görürüz. Her ne kadar duvarın ardındakiler ilk bakışta sinir bozucu olsa da onları da evin bir parçası olarak gördüğümüz noktada bizi ürküttükleri yanların hepsinin yavaş yavaş yandığını fark edebiliriz. Bu kullanıma en çok başvuranlar arasında artık kültleşmiş olan American Horror Story örneğini verebiliriz. Serinin Murder House anlatısında duvarların ardındakilerle aynı evi paylaşmak artık bir seçenek olmaktan çıkıyor. Biz onların varlığını kabul edinceye dek onlarla aynı havayı çoktan solumuş oluyoruz ve eğer ev kutsal bir varoluşa hizmet ediyorsa hem duvarın içindekiler hem de ardındakiler bu kutsallığın bir parçası oluyor.

Daniela Giordano

Ayrıca yine Alejandro Amenábar’ın 2001 yapımı The Others’ı, Mike Flanagan’ın The Haunting of Hill House (2018) ve The Haunting of Bly Manor (2020) ikilisi ve David Lowery’nin 2017 yapımı A Ghost Story adlı filmi de evin içinde beraber yaşadığımız hayaletlere örnek olarak verilebilir. Bu kategorideki örnekler alt ve üst kategoriler olarak çoğaltılabilir. Öte yandan bir korku-gerilim yapımının olmazsa olmaz en büyük destekçisi, hatta bel kemiği evdir. Ana karakterler eve vardıkları andan itibaren kötülüğün tohumları atılır ve büyüyüp yeşeren bu kötülük, kendine orada diğerleri tarafından istenmeyen bir köşe bulur.

Diğerleri Gibi Olmak İstemiyorum Ancak Diğerlerini Taklit Etmekte Bir Sakınca da Görmüyorum

Sergio Martino’yu Giallo türünün diğer temsilcilerinden ayıran önemli bir nokta daha var, o da taklit ettiği unsurları döneme uygun işleme tarzı. Bir nevi kırılan dişlerini tamir ettirmek yerine, benzerlerinin yolundan gidiyormuş izlenimi verirken kırık dişlerinin de görünmesine izin veriyor. Your Vice is a Locked Room and Only I Have the Key açılış sahnesinden hatta jeneriğinin başladığı noktadan itibaren arzu seviyesini tavana çıkaran ancak onu kendince estetik bir şekilde sansürleyip izleyenlerin de arzularının kendisininkiyle çakışmasını bekleyen bir film. Amerikan korku sinemasına selam veren jeneriğinin kırıntılarını 1970’lerin İtalyan dünyası takip ediyor. Hippi topluluklarıyla tanışıp onların çıplak dünyasıyla bir oluyoruz. Onlar orada, kendi konforlarının içinde mutlu olurken Martino, izleyiciyi rahatsız etmek için araya şiddet unsurları da serpiştiriyor. Bir anda onların bu mutluluğu bizim rahatsızlığımız olabiliyor.

Yönetmenin filmleri arasında oldukça önemli bir yeri temsil eden I corpi presentano tracce di violenza carnale (Torso) adlı filminden birçok parçayı Your Vice is a Locked Room and Only I Have the Key’de de bulabiliriz. Seksüel şiddeti korku türüne sıklıkla yerleştirme eğiliminde olan yönetmenin bu anlamda Giallo türünde yeni bir kategori açtığını söyleyebiliriz. Ancak kendisinin kesinlikle B-Blood türünde Giallo yapan Mario Bava gibi olmadığının da altını çizelim. Ayrıca Martino’nun kullandığı kanın bile diğer Giallo filmlerindeki kanlara göre farklı bir tona sahip olduğu da gözlerden kaçacak gibi değil.

Bu, Ölümle Bir Buluşmadır

Film her ne kadar 70’ler İtalya’sını sergilemiş olmakla dönemin estetik kompozisyonundan beslenmiş olsa da yönetmenin arzusu her zaman, izleyiciye yansıtılmış olan dönemin biraz daha gerisini hissettirmek olmuş. Bu noktada ise başvurduğu isim kültleşmiş İtalyan filmlerin önemli bestecisi Bruno Nicolai idi. Ennio Morricone ile aynı dönemde yaşamış olan ve daha önce kendisiyle ortak çalışmaları da olan Nicolai’nin filmde kurmuş olduğu rezonans frekansları bir özne olmanın ötesine gidiyor. Eğer Your Vice is a Locked Room and Only I Have the Key koca bir villa ise Bruno Nicolai da bu villanın kalın perdeleri. Öyle ki onun izni olmadan en ufak bir ses bile dışarı salınmıyor. Martino’nun bu anlamda Nicolai için kullandığı fiil “izinsiz girmek”. Nicolai fark ettirmeden araya sızdığı her sekansta izin beklemeden söz sahibi oluyor çünkü biliyor ki eğer villanın tüm perdelerini indirirse villa çırılçıplak kalacak.

Piazza Meydanı

Uzun ama Akılda Kalıcı

Günümüz reklam fikirlerinin özgün olma yollarının en büyük kısıtlayıcısı olan ve düşüncelerin önünü adeta ağır tuğlalarla kapatan kısa ve hatta bazen sadece tek kelimelik, iki – üç harfli, düşündürücü olmaktan yoksun sloganlar, reklam metinleri Sergio Martino’nun anlayışındaki yaratıcılık özelliklerine kesinlikle dahil değil. Yönetmene göre eğer akılda kalmasını istediğiniz bir iş yapıyorsanız yaptığınız işi adlandıran ifadelerin olabildiğince uzun olması gerekiyor. Filmlerinin neredeyse hepsinin isimlerinin uzun olması onun bu konudaki arzusunu sağlamlaştırıyor. Ayrıca dönemin reklam dünyasını da takip eden Martino’nun Your Vice is a Locked Room and Only I Have the Key filminde en sevdiği sekanslardan biri de reklam panosunun olduğu sekans. Şans eseri bir gün Roma’da karşılaşmış olduğu bu panoyu doğrudan filmdeki kilit sahneye yerleştiren yönetmen ölümle yaşamın tam olarak bu noktada buluşmuş olmasını arzulamış.

Giallo türü izleyiciye sadece korkunun renklerinin boyutlarını sunmuyor. Bu türde yapılan, artık bugünün kült yapımları haline gelmiş giallo filmlerinin aynı zamanda kamera dilinin de kendine özgü bir estetiği var. Dardan genişe, genişten dara açılan çekim teknikleri, kimi zaman bir kapı deliğinin içine sıkıştırılan mercek kimi zaman ise bu filmde de olduğu gibi Piazza Meydanı’nın (Piazza San Marco) tam ortasına bırakılan sahipsiz bedenler, izleyiciyi her zaman oturduğu yerden bellek arayışına çıkmaya zorunlu kılıyor. Your Vice is a Locked Room and Only I Have the Key’in yerinden çıkarmak için odaklandığı gözlerin varlığını düşününce, geriye sadece ölümlü bellek diyarları kalıyor.

Burcu Meltem Tohum

Bir Cevap Yazın