Alejandro G. Iñárritu, yönetmen koltuğunda oturduğu 21 Grams, The Revenant, Babel veya Biutiful gibi yapımlarla Hollywood ekosisteminde barınmış ve yapımları geniş kitlelerce beğenilmişti. Özellikle hyperlink [1] (hiper bağ) sinema nazarında ortaya çıkardığı filmler, Iñárritu’nun komplike zaman çizelgeleri ile uğraşırken bile ne denli anlaşılır olabildiğini ortaya koyar nitelikteydi. 2014 yılında beyazperdede yerini alan “Birdman or (The Unexpected Virtue of Ignorance)” – (Birdman veya Cehaletin Beklenmedik Erdemi) ile ise Iñárritu, kendine has tarzıyla izleyiciye el sallarken belki de filmografisinin en eleştirel yapımını kaleme aldı.

Oyuncu kadrosunda bulunan Michael Keaton, Zach Galifianakis, Edward Norton, Emma Stone veya Naomi Watts gibi isimler sayesinde ilgi çekmeyi başaran film, Akademi Ödülleri’nde de En İyi Film, En İyi Yönetmen, En İyi Orijinal Senaryo ve En İyi Görüntü Yönetimi dallarında Oscar’a layık görüldü. Riggan (Michael Keaton) ismindeki bir oyuncunun, süper kahraman uyarlaması üçlemesinden sonra sanat camiasına tutunma çabasını konu alan film sadece bu açıklamayla bile neyi eleştirdiğini gözler önüne seriyor. Sanat camiasından süper kahraman filmlerine, yapışkan rollerden izleyici davranışlarına kadar tiyatro ve sinema dünyasını taşlayan film, merkezine aldığı tüm bu sorunların kişisel yansımalarını vermekten de geri kalmıyor.

Süper Kahraman Filmleri ve Birdman
Filme adını veren Birdman, bir süper kahraman film karakteri. Riggan da Birdman’e yıllarca hayat vermiş, bu sayede ünlü olmuş ve milyarlarca dolarlık gişe getirmiş bir Hollywood oyuncusu. Günümüz Hollywood’unda da karşılaştığımız, süper kahraman rollerinin oyuncuların peşini kariyerleri boyunca bırakmaması Birdman’in merkezindeki konulardan birisi. Riggan ile Birdman bitmek bilmez bir savaş içerisinde. Lakin Iñárritu, Birdman’in yapışkan karakterini Riggan’ın kafasında duyduğu sesler ışığında gösteriyor. Riggan neredeyse her yalnız kaldığında Birdman’in sesini duyuyor ve ona cevap vermese bile sinir bozucu ve kaba Birdman’in ithamlarına maruz kalıyor. Filmin ilk katmanında bulunan Birdman ve Riggan kavgası tüm süper kahraman rollerinin ün ve para ile birlikte gelen yapışkanlığını eleştiriyor ve aslında biz izleyicilerin basit bir şekilde karakter adıyla seslendiğimiz oyuncuların iç dünyalarında yaşadıklarını dışa vuruyor.

Lakin Riggan yalnız kaldığında Birdman ile konuşmanın dışında objeleri hareket ettirebiliyor veya havada asılı kalabiliyor. Bu durum da Birdman’in Riggan için baş belası olduğu kadar ona güç verdiğini de gösteriyor. Raymond Carver uyarlaması için Broadway’de sahne bulması, oyun için ipotekleyecek bir eve sahip olması ve hatta oyuncuların içtenlikle Riggan ile çalışmak istemesinin ana sebeplerinden birisi geçmişte canlandırdığı Birdman karakteri ve beraberinde gelen ün. Iñárritu da her ne kadar yapışkan rollerin etkisini başarıyla gösterse de oyuncuların bu seçimleri sayesinde ellerine geçen imkânları da çok etkili bir biçimde ekran başındaki bizlere gösteriyor. Jeremy Renner, Michael Fassbender ve Robert Downey Jr. gibi süper kahraman rollerine sahip isimlerin de filmde geçiyor oluşu ayrıca filmin kişileri değil, daha çok devasa sinema camiasını eleştirdiğini izleyiciye hatırlatıyor.

Sinema camiasının içine dahil olanlar sadece oyuncular, yönetmenler veya yapımcılar değil. Birdman; izleyici, basın ekibi ve eleştirmenleri de bu topluluğun içine dahil ediyor ve aynı şekilde eleştiriyor. Röportaj için gelen insanların fazla kişisel soruları, devam filmi merakı ve sürekli olarak izleyicileri manipüle etme çabası da Iñárritu’nun eleştirdiği diğer etmenler. Riggan’ın blockbuster Hollywood filmlerinden felsefi tiyatro uyarlamalarına yönelmesini dinlemek dahi istemeyen sinema basını, Birdman 4 ismini duyar duymaz heyecanlanıyor ve izleyicileri manipüle etmenin bir başka yolunu bulmuş olmanın sevincini yaşıyorlar. Yapımcıların para, sinema basınının ise okunma düşkünlüğü gerçek sanatı örtbas ediyor ve beyazperdenin görünmeyen yüzünü ortaya çıkarıyor. Lakin Iñárritu bununla da yetinmiyor. Riggan’ın her fırsatta belirttiği sanat tam olarak ne oluyor? Felsefi yaklaşımlar, metot oyuncuklar ve Carver uyarlamaları gerçekten “sanat” mı? Iñárritu bu soruları sormaktan bir an olsun çekinmiyor.

“Sanat” Camiası
Yukarıda da bahsettiğimiz gibi Riggan, sanata yönelmek için geniş kitlelerce başarılı kabul edilen kariyerini bırakan bir orta yaşlı. Fakat Riggan’ın film boyunca barınmak istediği sözde sanat camiası, Iñárritu’nun hiciv nişangahından kurtulamıyor. Oyuncu kadrosuna dahil olmasıyla herkesi sevindiren Mike Shinner (Edward Norton), çoğu sanat düşkünü betimlemesine uyacak şekilde bir fötr şapka, palto ve fular ile karşımıza çıkıyor. Ardından Mike’ın yaptığı ilk şey ise Geraldine Page, Helen Hays, Jason Robards, Marlon Brando gibi ünlü ve başarılı oyuncuların isimlerini saymak oluyor. Riggan ile beraber bir kısmı canlandırıyor ve replikleri değiştirmek istiyor. Mike’ın izleyici ile buluşması, muhtemelen hepimizin “sanatçı” dendiğinde aklına gelecek şekilde gerçekleşiyor. Iñárritu bu kısımda hepimizin sanatçı algısına uydurmak istediği bir karakteri bizlerle tanıştırıyor.

Ne var ki Mike aslında oldukça kaba ve patavatsız bir insan. Yaptığı cinsel içerikli şakalar, gazete için verdiği yalan röportaj veya ön gösterimde sarhoş olup geçirdiği sinir krizi Mike’ın gerçek karakterini ortaya koyuyor. Bu da Iñárritu’nun kendisini sanatçı olarak pazarlayan insanların aslında ne denli problematik olabileceğini anlatan bir eleştiri niteliğinde. Mike’ın değiştirmek istediği replikler, aslında tiyatro oyununun uyarlandığı Raymond Carver’ın What We Talk About When We Talk About Love isimli hikâyesinden birebir alınmış olanlar. Yani Mike’ın Riggan tarafından yazıldığını düşündüğü diyalog aslında Carver tarafından yazılmış. Bu da Mike’ın, uyarlamasında rol aldığı hikâyeyi okumadığına işaret etme potansiyeline sahip küçük bir ayrıntı.

Iñárritu’nun eleştirdiği “sanat” camiası sadece Mike karakteri ile sınırlı değil. Her oyuncunun birbiriyle olan kişisel sorunlarına rağmen seyirciyi gülerek selamlaması biz izleyicilerin arka planda yaşanan olayları aslında ne kadar az bildiğimizi hatırlatır nitelikle. Neden özsaygım yok? diyen Lesley’e (Naomi Watts) verilen “çünkü sen bir oyuncusun” cevabı perde arkasındaki insanların sanat yapmak isteyen kişilerden neler beklediğini gözler önüne seriyor. Pamuk ipliğine bağlı kariyerleri elde tutmak için özsaygıdan vazgeçmek, sanat camiasını elinden tutan isimlerin ne kadar bozuk olduğunun işareti. Tabitha Dickinson’ın henüz izlemediği bir oyunu mahvetmek istemesi ve bunu yapacak gücünün olması, Riggan’ın içsel yaralarına tuz basıyor ve Iñárritu’nun sanat camiasını eleştirme sebeplerinden birisi olarak filmde yerini alıyor. Iñárritu bu eleştirisinde senaryo dışında sinematografi ve kurgu gibi enstrümanları da ustaca kullanmaktan geri kalmıyor.

Iñárritu Dışavurumculuğu: Kaos
Birdman boyunca bir çeşit kaos hüküm sürüyor. Lakin bu kaos izleyicinin gözüne batmıyor, tıpkı gündelik yaşantımızdaki kaos gibi alışıldık bir karmaşa hissiyatı veriyor. Bu kaotik anlatının ana sebebi ise Riggan karakterinin içsel yolculuğunun dışavurumu. Yukarıda bahsettiğimiz eleştirilerin hepsinden Riggan da muzdarip oluyor ve Iñárritu, karakterin psikolojik durumunu birebir göstererek vermeyi tercih ediyor. Birdman karakterinin varlığı başlı başına bir dışavurumken Riggan’ın onunla konuşması ise kendisiyle yüzleşmesini sembolize ediyor. Filmin başından sonuna kadar süren içsel kavga senaryo kadar kamerayı ve kurgu masasını da bir o kadar etkiliyor. Birdman, zamanın geçtiğini anlatmak için kullanılan klasik kurgu yöntemlerini kullanmayı tercih etmiyor. Zaman geçişleri genellikle belli belirsiz bir şekilde, bazen sadece kostüm değişikliğiyle, hatta tek plan halinde izleyiciye veriliyor. Bu ani zaman geçişleri ise Riggan için hızla akan zamanı seyirci için de hızlandırıyor ve karakterin hissettiği kaotik ve aceleci duyguları hissetmemize olanak tanıyor. Zamanın geçişi bazı durumlarda ise time-lapse tekniği ile aktarılıyor.

Öte yandan bu tekniğin kullanıldığı iki örneğin birinde Riggan alkolden ötürü sokakta sızarken, diğerinde ise Birdman ile yüzleşip nihai kararını veriyor. Yani iki durumda da Riggan film boyunca yaşadığı en sakin anlarını yaşıyor. Bu kaotik anlatının en yoğun olduğu yer, Riggan’ın çıplak bir şekilde Times meydanında koştuğu sahne. Bu sekansta Riggan’ın psikolojik durumu o kadar karmaşıklaşıyor ki kaos sadece Riggan’ı etkilemekten çıkıp tüm insanları etkisi altına almaya başlıyor. Film boyunca en sakin olan şey ise muhtemelen sinematografi. Bütün bu eleştirel bakış açısını, kaosu ve psikolojik ağırlığı bizlere gösteren kamera; ani hareketten yoksun, sakin bir takip hali izliyor. Tıpkı bir insan gibi yürüyen, dönen ve hatta bazen bekleyen kamera, izleyicinin bu kaosa alışık olduğunu bir kez daha hatırlatıyor. Iñárritu’nun kaos dışavurumu, gürültülü bir yol yerine seyircinin alışık olduğu şekilde sakin ve anlaşılır bir yol izliyor.

Riggan’ın hikâyesi ilgi çekici, tanıdık ve oldukça iç burkucu. Filmin sonu çeşitli şekillerde yorumlanmaya açık olsa da “iyi son” kategorisinde anılıp anılamayacağı bir gizem. Riggan kendi uyarladığı oyunda ana karakter dışında bir de “Ed” ismindeki, oyunun sonunda intihar eden karakteri de canlandırıyor. Ancak oyunun bir bölümünde Ed’in intihar etmeyi bile başaramadığı söyleniyor. İntihar etmeyi başaramayan bir diğer kişi de tabii ki Riggan. Riggan’ın hiper gerçekçi oyunculuğu öyle bir seviyeye geliyor ki tıpkı Ed gibi intihar etmek istiyor fakat beceremiyor. Bu durum onu “sanat” camiasında üst seviyelere çıkartsa da geçirdiği değişimin onu Iñárritu’nun eleştirdiği “sanatçılardan” birisine dönüştürüp dönüştürmediği bir gizem olarak kalıyor. Filmin sonu nasıl olursa olsun Iñárritu karar verme yetkisini seyirciye bırakıyor. Oyuncuların başaramadığı doğru kararı verme hakkını izleyicisine tanıyarak Birdman or (The Unexpected Virtue of Ignorance) ile filmografisinin en başarılı yapımlarından birisine imza atıyor ve biz meraklıları gerçek sanat arayışında bir tutam daha umutsuzlaştırıyor.

[1] İlk kez 2005 yılında, Film Comment dergisi yazarlarından Alissa Quart tarafından önerilen “hyperlink” terimi, üst üste binen veya çok katmanlı anlatı düzlemlerinden oluşan bir iskelete sahip filmleri betimlemek için kullanılmakta. Happy Endings (2005) filmi hakkında kaleme aldığı bir eleştiri yazısında bu terimi kullanan Quart, söz konusu çok katmanlılığın genel anlamda internetin (World Wide Web) çalışma kıstaslarına dayalı olarak ortaya çıktığından bahsetse de, 1970’lerde, internetten çok daha önce çekilen bazı filmlerin de (Altman’ın Nashville’i veya Short Cuts’ı gibi) bu sınıfa girebileceğini söyler.
