Yönetmen ATOM EGOYAN ile son filmi SEVEN VEILS Hakkında Konuştuk!

Atom Egoyan’ın, Avrupa prömiyerini geçtiğimiz Şubat ayında Berlinale’de yapan ve adını Salome mitosundaki Yedi Peçe veya Yedi Tül dansından alan son filmi Seven Veils (2023), entelektüel ve tarihsel bagajı hayli yüklü olduğu için dikkatimizi fazlasıyla çekmişti. Bu yılki Berlinale’ye akredite basın olarak katılan yazarımız Burcu Meltem Tohum, filmi izledikten sonra hemen bir eleştiri yazısı kaleme aldı, sitemizde de yayınladık ancak kafamızda hala bazı sorular vardı, biz de Bay Egoyan ile temsilcisi aracılığıyla temasa geçtik ve ortaya aşağıda okuyabileceğiniz, Burcu M. Tohum imzalı bu röportaj çıktı. Atom Egoyan’a sorularımızı cevaplamayı kabul ettiği için çok teşekkür ediyoruz. Seven Veils filminin önümüzdeki günlerde (24, 25 ve 28 Nisan 2024 tarihlerinde) 43. İstanbul Uluslararası Film Festivali kapsamında gösterileceğini de hatırlatalım, şimdiden iyi seyirler, keyifli okumalar.

Geçtiğimiz Şubat ayında Seven Veils filminin Berlinale’deki Avrupa prömiyerinden önce yaptığınız kısa konuşmada filmin “kalbinizde özel bir yeri olduğundan” bahsetmiştiniz, sakıncası yoksa bu ayrıntıyı biraz açabilir misiniz?

Seven Veils, zihnimi çocukluğumdan bu yana ele geçirmiş olan iki önemli evreni, tiyatro ile sinemayı bir araya getirdiği için kalbimde özel bir yere sahip. Bunun yanısıra, ilkgençlik yıllarımda ilişki yaşadığım genç bir kadından bahsetmeliyim; bu kişinin, babasıyla çok karmaşık, gizemli bir ilişkisi vardı. Babası o dönemde yaşadığım şehrin önde gelen sanatçılarındandı ve kızı da onun ana modeliydi. Bu ilişkiyi inceleyip işleyiş şeklini çözmeye çalışmak benim için bir takıntı haline gelmişti. Çok sonraları söz konusu ilişkinin ensest yapıda olduğu sonucuna vardım ama o dönemde bunun farkında değildim. Tanık olduğum bu ilişki erken dönem filmlerimden ikisinin merkezinde yer alır; Exotica (1994) ve The Sweet Hereafter (1997).

Seven Veils filminde profesyonel opera sanatçılarıyla çalıştınız, bu deneyimden ve bu durumun diğer oyuncuların performanslarına nasıl yansıdığından bahsedebilir misiniz? Teknik açıdan nasıldı?

Seven Veils’i çekerken filmde betimlenen gösteride yer alan opera sanatçılarının gerçek sahne performanslarını kullanmam gerektiği en başından belliydi. Salome operası benim ilk kez 1996’da hazırlayıp sahneye koyduğum bir prodüksiyondu ve o dönemden bu yana defalarca sahnelendi. Kanada Operası birkaç yıl önce bana Salome’yi tekrar sahneleyeceklerini söylediğinde, hemen Seven Veils’in bu opera etrafında gelişecek senaryosunu yazmaya başladım. Tüm opera sanatçılarına operayı filme almak istediğimi, ancak prodüksiyon dışında dramatik sahneler de olacağını provalar başlamadan önce söyledim. Kendileri sinema oyuncusu olmadıkları için bu son derece zorlayıcı bir süreçti ancak filmin yapısındaki ‘natüralizm’ ile opera sanatçılarının sahnedeki yüksek performansları arasında bir denge yaratabileceğimi umdum.

Filminizde ikili bir yapıyla karşılaşıyoruz, opera prodüksiyonu filmle eşzamanlı olarak gerçekleşiyor. Bu tercih hakkında neler söyleyebilirsiniz? Bu yapı senaryonun yazım aşamasından itibaren aklınızda mıydı yoksa sonradan mı gelişti?

Filmdeki anlatının omurgasının opera olduğunu düşündüm her zaman. Filmde birçok karakterin yaptığı şeyler, aslında hep senaryonun provasını yapmak, operayı sahneye koymak ve İncil’de yer alan bu olağanüstü hikayeyi anlatmak bağlamlarında hayatlarını dramatize etme davetine verdikleri birer cevaptan ibaretti. Bazı sahnelerde İncil’deki hikaye, Oscar Wilde’ın derin ve ayrıntılı metni ile Richard Strauss’un çığır açıcı müziği; karakterlerin hayatlarıyla öyle üst üste geliyor ki her biri bu çatışmanın kontrolünü ele geçirmeye çalışıyor. Bazı bölümler başarılı bir şekilde iç içe geçmiş oldu, diğerleriyse yıldırmak ve zorluk çıkartmak adına oradaydılar. Zamansal yapı açısından, bahsettiğiniz “ikili yapı” tam da bu konseptin altını çizmek için yaratıldı. Çekimler sonrasında geliştirilen bazı kısımlar oldu – özellikle Jeanine’in eski sevgilisi Charles’a yazdığı dış ses “mektubu” ile birlikte – ama hepsi söz konusu konseptin bir parçasıydı. Bilerek filme yerleştirilen en sinir bozucu sahneler arasında Jeanine’in anlatı sırasında hissettiklerini ifade etmeye çalışırken pes edip duygularını betimlemek için tekrar Oscar Wilde’ın metnine dönmesi sayılabilir.

Amanda Seyfried

Sakıncası yoksa ana karakter nasıl ortaya çıktı açıklayabilir misiniz? Çünkü Jeanine son derece travmatik bir geçmişe ve karmaşık bir kişiliğe sahip bir karakter, onu yaratmak zorlayıcı mıydı ve aklınızda oyuncu olarak hep Amanda Seyfried mi vardı?

Jeanine bana göre büyüleyici bir karakter, zira geçmiş travmalarıyla ilgili bilinci tamamen açık. Eskiden maruz kaldığı ensest ilişkiden kocasına oldukça açık bir şekilde bahsediyor, aynı zamanda eski sevgilisi / hocası Charles’a da bu konudan bahsettiğini anlayabiliyoruz. Başına geleceğini hiç tahmin etmediği şey ise; mitoloji, tiyatro ve opera eksenindeki bu evrene bir kez daha girince, hiç beklemediği şekillerde kendi kendine tekrar travma yaşatabileceğiydi. Hikayenin İncil’de geçen versiyonunda Salome, annesinin tavsiyesi üzerine Vaftizci Yahya’nın kafasını talep eder. Oscar Wilde’ın versiyonunda ise Salome, söz konusu kararın annesiyle hiçbir ilgisinin bulunmadığını açıkça belirtir, ki ben de bunu Jeanine’in annesine doğru yolculuğunun başlangıcı için çok güçlü bir nokta olarak gördüm. Provalar boyunca Jeanine’in yaptığı tüm sahneleme tercihleri arasında en cesurcası büyük ihtimalle  annesiyle yaptığı Zoom görüşmeleri üzerinden babasına dönük saygısızlık yansımalarını yönetme şekliydi. Bunun, Jeanine’in hayatına çok net bir etkisi oluyor. Tam da bu yönetim kararı sayesinde hayatında bazı şeyler kökünden değişiyor. Seven Veils’in senaryosunu yazarken aklımda hep Amanda Seyfried vardı. Kendisiyle on beş yıl önce çektiğimiz Chloe (2009) filminde harika bir deneyimimiz olmuştu ve opera 2023’te sahneleneceği için tam da Seven Veils’i çekmemiz gereken dönemde, Seyfried mucizevi bir şekilde müsaitti.   

Amanda Seyfried, Maia Jae Bastidas, Atom Egoyan

Bu soruyu biraz çekinerek soruyorum doğrudan filminizle ilgili olmadığı için, soruyu görmezden gelebilirsiniz elbette. Ancak Seven Veils’i Berlinale’de izledikten sonra Jeanine hakkında düşünürken karakter bana bazı açılardan Todd Field’ın yeni filmindeki Lydia Tár’ı hatırlattı. Yanılıyor olabilirim ama sizce de her iki karakter de kendini gerçekleştirme ve yaratıcılık adına herşeyi göze alır diyebilir miyiz?

Seven Veils’in senaryosunu Tár gösterime girmeden önce yazmıştım elbette ama her iki karakteri de incelemek çok ilginçti. Lydia Tár büyük bir gücü elinde bulunduran bir kadın, Jeanine ise mesleki anlamda oldukça kırılgan bir konumda. Opera yönetiminin kendisinden beklentisinin eseri hiçbir değişiklik yapmadan tekrar sahnelemesi olduğu aşikar, ne var ki Jeanine çok farklı bir yol izleyerek operanın prodüksiyonunu kendine özgü bir şekilde yapmaya, sahiplenmeye çalışıyor. Bence aralarındaki temel fark, kendilerini sahne ile ilişkileri bağlamında nasıl gördüklerinde yatmakta. Lydia Tár en önde ve merkezde. Jeanine ise açılış gecesinde selam vermemeyi tercih ediyor çünkü babasından tutun da opera yönetiminde çalışanlara varıncaya dek herkes tarafından gözlemlenmekten yorgun düşmüş durumda. Hatta benim çektiğim bu filmde nasıl ele alındığı bile benzer bir yorgunluk doğuruyor onda. Ne de olsa ben de (İncil, Oscar Wilde, Richard Strauss, filmdeki yönetmen Charles ve ben, yönetmen Atom) olaya bakışını getiren bir diğer erkek gözlemciden başkası değilim ve bu da yazarlık veya sanatsal meşruiyet gibi geleneksel yapılar olmadan bir eseri sahiplenmenin başka bir yolu. Jeanine’in son dış sesini bu anlamda oldukça açıklayıcı buluyorum çünkü ilgisini fiziksel olarak yer almadığı ancak kendi uçsuz bucaksız hayalgücünde varlığını koruyan bir sahneye (Clea’nın yeni Vaftizci Yahya oyuncu seçimi) yöneltiyor.

Soldan sağa: Yönetmen Atom Egoyan, oyuncular Amanda Seyfried, Douglas Smith ve Ambur Braid. Fotoğraf: Burcu Meltem Tohum, 2024, Berlin.

Filmde ikili bir yapıdan bahsettik, bunun dışında Jeanine’in ailesiyle olan iletişimi bağlamında üçüncü bir koldan da bahsedebilir miyiz? Teknik açıdan var olan birçok katmanı senaryo aşamasında mı tasarladınız, ayrıca aklınızda olan ancak filme dahil edilmeyen düzlemler var mıydı?

Doğru, biraz önce de açıkladığım gibi filmde iç içe geçmiş ve birlikte işlev gören birçok katman mevcut; hepsi de farklı noktalarda operanın, filmdeki karakterlerin farkındalıklarını ortaya çıkarma dereceleriyle ilgili. Clea’nın filmin en başında söylediği gibi, herkesin kendi özel ve “tuhaf aşk hikayeleri” için oluşturduğu stratejiler söz konusu. Bunların hepsini ayrıntılı bir şekilde açıklayabilirim ancak – tüm filmlerimde olduğu gibi – bunları yoruma açık bırakmayı tercih ediyorum. Sinemasal ve teatral dışavurumlarıma hakim olan, değişmesi zor düşüncelerim var elbette ama bu ayrıntıları seyircinin hayalgücüne bırakmak isterim.

Klasik müzikle ilişkinizden bahsedebilir misiniz? Ve sakıncası yoksa en beğendiğiniz besteciler kimlerdir öğrenebilir miyiz?

Klasik gitar eğitimi aldım ve çok sevdiğim bu enstrümanı hala çalıyorum. Kız kardeşim Eve piyanoda en önemli yeni dönem klasik müzik yorumcularından biridir (internet sitesi) ve şu sıralarda burada [Toronto, Kanada] yeni Ermeni müziği etrafında 10 Mayıs’ta gerçekleşecek büyük bir konsere hazırlanıyor. En sevdiğim besteciler elbette Bach, Wagner, Strauss, Alban Berg, Janacek… Liste uzayıp gidiyor. Ayrıca tüm filmlerimin müziklerini borçlu olduğum Mychael Danna ile olan ortaklığımı da çok değerli buluyorum.

Şu sıralar üzerinde çalıştığınız yeni bir proje var mı?

Şu an iki yeni opera projesi üzerine çalışıyorum: Janacek’in Janufa’sı ve Benjamin Britten’in Venedik’te Ölüm’ü.

Zaman ayırdığınız için çok teşekkür ederiz.

İlginize ben teşekkür ederim. Umarım Seven Veils Türkiye’de seyircisine ulaşır.

Sorular: Burcu Meltem Tohum

    Bir Cevap Yazın