GHOST IN THE SHELL – Kôkaku Kidôtai

Anime dendiğinde kafamızda genellikle devasa robotlar, şirinlikten çatlamaya programlanmış karakterler, canavarlarla savaşan mini etekli kızlar gibi imgelerin canlanması anlayışla karşılanabilir, ne de olsa iç çamaşırlarını çeşitli silahlara dönüştürmek gibi süper güçleri olan (!) karakterler bile gördükten sonra, bir insanın “bu ne garabettir, animeyi bırakıyorum ben!” demesi normal. 

Ancak kolay yoldan popüler anime yaratma furyası bir kenara bırakıldığında, geriye oldukça önemli anime başyapıtları kalıyor: 2010’da trajik bir şekilde kaybettiğimiz yönetmen Satoshi Kon’un filmleri, çağımızın en yetkin masalcılarından Hayao Miyazaki’nin yapıtları veya Neon Genesis Evangelion, Elfen LiedClaymoreBerserk gibi animeler aklıma ilk gelenler.

Ghost in the Shell de bu başyapıtların en önemlilerinden biri. İlk kez 1989’da Masamune Shirow tarafından yazılıp çizilerek manga formatında yayınlanmaya başlayan eser, 1995 yılında usta yönetmen Mamoru Oshii tarafından sinema filmi olarak çekilince çok daha geniş kitlelerce tanındı. 1999 yılında Wachowski’lerin tüm dünyada büyük yankı uyandıran Matrix filmi de büyük ölçüde bu animeden esinlendiği için, bir bakıma animenin Batı’da duyulmasına da katkıda bulunmuştur.

Ghost in the Shell kavramı Türkçe’ye birçok şekilde çevrilebilir, belki de en uygunu “Makinedeki Hayalet”. Hayalet kavramı neredeyse filmin ana konusunu özetleyen bir yapıya sahip: “insan” kavramı, Dünya nüfusunun büyük bir kısmı tarafından, “ruh” kavramıyla bir arada ele alındığına göre, günün birinde yapay bir zekâ, bir robot kendi hayaletini, bir anlamda “ruhunu” üretebilirse, o halde insan olmanın anlamı kalır mı? Böyle bir varsayımsal durumda insan ile robot arasındaki farktan bahsedilebilir mi? Kendi ruhuna sahip olan bir robot sanat yapabilir mi, yaparsa ortaya çıkan ürünü insanlık nasıl değerlendirmeli? Daha da öteye götürelim, düşünebilen bir varlık “üretilebildiği” anda, insan, toplum, etik vs. alanlarında bildiğimiz her şeyi yeniden mi değerlendirmemiz gerekecek?

Filmin ilk ortaya attığı konulardan biri, “insan olma hissi”. Filmin kadın kahramanlarından, beyni dışında tamamen mekanik bir bedene sahip olan binbaşı Motoko Kusanagi, bunu sadece başkalarının ona insan gibi davranmasına bağlıyor. Başkaları ona bir birey, bir insan gibi davrandığı için o da bu toplumsal uzlaşmadan kendisinin de bir insan olduğu sonucunu çıkartıyor. Ama genel olarak bakınca çok zayıf bir dayanak değil mi bu?

Buradan da elbette insanın kendisini başkalarına göre betimlemesi ve tanımlaması konusuna geliyoruz, ki bunun ne kadar doğru olduğu tartışılır. Aristoteles’in zoon politikon kavramı üzerinden “insan sosyal bir hayvandır, elbette kendisini başkalarına göre betimleyecek ve onların gözünden kendisine bir ego oluşturacaktır” diyebiliriz ancak 21. yüzyılın son derece bireysel insanları bu tanıma ne kadar uyuyor? Yaşamlarını başkalarının ne diyeceğine göre yönlendiren insan sayısı gerçekten de 1800’lerde veya 1900’lerde olduğu kadar fazla mı?

Animenin insan olma hissine getirdiği ikinci yaklaşım, bellek kavramı. Bunu da son derece haklı bir şekilde ortaya koyuyor. Şu soruyla konuyu netleştirelim: Geçmişimizi, yaptıklarımızı ve yaptıklarımızdan elde ettiğimiz sonuçları hafızamıza kazımamış olsak gerçekten de aynı şekilde davranmaya devam edebilir miydik? Hatalarımızı, öğrendiklerimizi hatırlamıyor olsak, her güne sıfırdan başlasak, gelişimden bahsetmek imkânsız olmaz mıydı? 

Bellek kavramını bu şekilde ortaya attıktan sonra, Mamoru Oshii o kadar güzel bir şey yapıyor ki: Bu yakın gelecekte insanların bellekleri bazı ghost hacker denilen insanlar (veya robotlar, cyborg’lar) tarafından çalınabiliyor, boşaltılabiliyor ve yerine yeni, yapay anılar konabiliyor… Bellekleri ele geçirilen bu insanlar da böylece kolaylıkla yönlendirilebiliyor, manipüle edilebiliyor. Yine bu insan olma kavramına vurulan en sağlam darbelerden biri. Dahiyane olmadığını söylemek çok zor.

Filmdeki “insanlık duyumu” kavramıyla birlikte, ikinci olarak “değişim” teması öne çıkıyor. İnsanoğlu ve değişim kavramları yan yana geldiğinde, belli bir konuda hemfikir olmak pek kolay değil. Belki de yine bu meseleyi en iyi özetleyen beylik cümlelerden biri, Matrix filmlerinin sonuncusunda Niobe’ye bahşedilen replik: Bazı şeyler değişir, bazı şeyler ise asla değişmez

İnsanı, homo sapiens’i bu denklemin neresine koymalı? Sürekli değişir dersek, ünsüz (!) ruhbilimci Wilhelm Reich’ı karşımıza almış olacağız, zira kendi kuramına göre, karakter, oluşumunu kişi 4 yaşındayken tamamlıyor. İlerleyen yıllarda dallanıp budaklanıyor, belirli alanlarda çeşitlilik gösterebiliyor, ama köşeye sıkıştırıldığında boyun eğerek sinecek mi yoksa bir bombaya dönüşüp karşısındakine saldıracak mı, bu tür temel karakter özellikleri, birey 4 yaşındayken kestirilebilir olgunluğa erişiyor. Dolayısıyla, bazı şeyler değişmiyor, en azından teoride. 

Ghost in the Shell bu “değişim” kavramına daha çok evrimsel açıdan bakıyor elbette. İnsanoğlu teknoloji ile iç içe bir yaşam sürdürüyor, teknoloji durdurulamaz bir hızla ilerliyor, gelişiyor, insanın hayatında önemli bir rol üstleniyor. Peki ama tüm bu gelişme ne için?“Her şeyin bir amacı olmak zorunda değil ki!” diye çıkışta bulunabilirsiniz, ancak herşeyin bir amacı olmasa bile, istesek de istemesek de, herşeyin bir sonucu var. 

Mamoru Oshii, teknolojinin bu sürekli gelişimini ve insanın hayatında oynadığı rolün önemini, “insanın teknolojiyi bedenine dahil ederek evrimleşmesi mümkün olabilir mi?” sorusuyla ortaya koyuyor. Ve daha da önemlisi, insanın hayatı boyunca edindiği tüm anılar, yaptıklarından elde ettiği çıkarımlar ve tecrübeler, düşünsel düzlemde vardığı noktayı ifade eden tüm bilgiler bir hard disk’te veya minik bir harici bellekte toplanabiliyorsa, insan, kendi (eski) bedenine ihtiyaç duyar mı? Bu bilgileri bir bellekte toplayıp, tamamını tek dokunuşla yepyeni, geliştirilmiş bir cyber-bedene aktarabiliyorsak, insana “ölümlü” demeye devam edebilir miyiz? 

Bu beyin cimnastiği bizi yine “insanlık duyumu” kavramına getiriyor aslında. Bir insanın hayatı boyunca edindiği tecrübeler, edindiği tüm bilgi kendi belleğinde toplanıyor ve insana da belleği sayesinde “insan” diyorsak, bu bellek başka bedenlere aktarılabildiği anda, insan kendi bedeniyle tüm bağlarını koparmış olmuyor mu? 

Değişim konusuna filmin getirdiği bir yorum da, sınırlar üzerinden. İnsanoğlu bedensel ve zihinsel olarak ilerleyebilir, kendini geliştirebilir ama bunu büyük atlamalar yapmadan, belirli olasılık hesaplamaları içinde yapabilir ancak. Teknoloji de burada devreye giriyor ya zaten, o atlamaları yapmaya olanak sağlıyor…

Filmin baş karakteri, cyborg Motoko Kusanagi’ye kulak verelim:

İnsanın bedeni ve zihni sayısız bileşenlerden oluşuyor, tıpkı beni kişilik sahibi bir birey olarak öne çıkaran bileşenler gibi. Elbette kendimi başkalarından ayırmama olanak veren bana özel bir sesim ve yüzüm var, ancak düşüncelerim ve anılarım sadece bana özel, ve belli bir kaderim olduğu duygusuna da sahibim. Bunlardan her biri, bütünün sadece küçük birer parçası. Bilgiyi kendi amaçlarım doğrultusunda kullanmak için topluyorum. Tüm bunlar bir araya gelip karışıyor ve bu karışım da beni oluşturarak bilincimi su yüzüne çıkartıyor. Kendimi hapsolmuş, sadece belirli sınırlar içinde gelişecek kadar özgür hissediyorum. 

Özellikle bu son cümle (filmin İngilizce versiyonundaki cümleyi alırsak: I feel confined, only free to expand myself within boundaries) filmin felsefesini o kadar güzel ortaya koyuyor ki… Kendini hapsolmuş hisseden insan ve bunu çözmek için teknolojiden ne kadar faydalanabileceği sorunsalı…

Filmin bu sorunsal üzerine sonuç olarak ne kadar pozitif veya negatif yaklaştığını kestirmek zor, daha doğrusu bunun kararını izleyen vermeli, çünkü bana sorarsanız insanın makineyle tam bir birleşim içinde olması sonrasında, iyi veya kötü anlamında söylemiyorum, geriye insana ait fazla bir şey kalmıyor, makine hissi baskın çıkıyor. İnsan sıcaklığı dediğimiz o çok değerli his uçup gidiyor ve fiziksel veya ruhsal hiçbir zayıflığı olmayan bir insanın da, insan olduğuna inanmak güçleşiyor.

Yine de son karar sizin.

Ghost in the Shell’i izledikten sonra (henüz izlemediyseniz şu an yaptığınız her neyse bırakıp izlemeye başlayın) ne izleyebilirim derseniz filmin yarattığı evren çok geniş.

Filmler:

  • Ghost in the Shell
  • Ghost in the Shell 2: Innocence
  • Ghost in the Shell: Solid State Society
  • Ghost in the Shell: The New Movie

TV Dizileri:

  • Ghost in the Shell: Stand Alone Complex
  • Ghost in the Shell: Stand Alone Complex 2nd GIG 
  • Ghost in the Shell: Arise – Alternative Architecture

Seriden bağımsız anime önerileri:

  • Akira
  • Appleseed
  • The Skycrawlers

H. Necmi Öztürk

GHOST IN THE SHELL – Kôkaku Kidôtai” için bir yorum

Bir Cevap Yazın