Christopher Nolan’ın hepimizi heyecanlandıran yeni projesi Tenet’in vizyona girmek için gün saymasına bir de Netflix’in ustaca işlenmiş dizisi Dark’ın üçüncü sezonuna haftalar kalmış olduğu bilgisi eklenince, aklımız doğal olarak zaman kavramına gitti. Bu duruma Edge of Tomorrow’un (2014) devam filminin (Live Die Repeat and Repeat) çekilmeye başlandığı bilgisini ve yine Netflix’de gösterimde olan Russian Doll dizisine yöneltilen “Groundhog Day’in kopyası” suçlamasının gündeme gelmesini de ekleyebiliriz.
Öncelikle bu çalıntı suçlamasının aslında temellendirilmesi oldukça zor bir durum olduğunu söylemekle başlayalım. Russian Doll dizisini savunduğum için değil, böyle bir şey yapamam çünkü dizinin sadece ilk iki bölümünü izleyip bıraktım. Ancak bu suçlama kanıtlanamaz derken, şunu demek istiyorum; bu şekilde bir suçlamada bulunmak, 2018’de çekilen bir aşk filminin senaryosundaki “sevdiği için herşeyi yapmaya hazır karakter” tiplemesinin, 2015’de, 2010’da veya 1950’de çekilen başka aşk filmlerinin senaryolarından çalıntı olduğunu söylemeye benziyor. Çünkü “bir adam sürekli aynı günü yaşıyormuş” fikri, ne yazık ki hiç de yeni değil. Hatta “bu fikir benim!” itirazıyla Groundhog Day filmine dava açan yazar Richard Lupoff’un durumu içler acısı, çünkü kendisinin 1973’te yazdığı 12:01 adlı kısa hikâyeden tam 40 yıl önce bile, aynı konunun sinemaya aktarıldığı ortaya çıktı: Turn Back The Clock (1933). Dava düştü elbette.

Groundhog Day (1993)
Filmden bahsetmeye adıyla başlayalım çünkü izlememiş kesim için (ben de daha birkaç gün öncesine kadar bu kesime dahildim) bu isim, hiçbir şey ifade etmeyen bir tabir. Başlığı Türkçe’ye çevrildiğinde “Dağ Sıçanı Günü” olan yapım, ülkemizde neyse ki Bugün Aslında Dündü adıyla gösterime girmiş. İsim ABD ve Kanada’da var olan ve her yılın 2 Şubat’ında kutlanan bir geleneğe gönderme yapıyor, özellikle Pennsylvania’da yaygın olan bu inanışa göre bir dağ sıçanı (groundhog veya bilimsel adıyla Marmota monax) deliğinden çıkıp da mavi gökyüzüne sahip hava sayesinde gölgesini görebilirse, tekrar deliğine geri döner ve kış 6 hafta daha devam eder. Öte yandan bulutlu gökyüzü nedeniyle gölgesini göremezse, ilkbahar erken gelecek demektir.

Özellikle Pennsylvania’nın Punxsutawney bölgesinde 1886’dan bu yana her yıl kutlanan Groundhog Day, ABD tarihinin bir parçası. Bizlere yazarlığıyla Ghostbusters I ve II’yi hediye eden Harold Ramis’in yönetmen koltuğunda oturduğu Groundhog Day de, doğrudan bu geleneği ve Punxsutawney’yi arkaplan olarak kullanıyor. Bu meşhur günde hiç istemeyerek kamera ekibiyle beraber o bölgeye giden bir gazeteci (Bill Murray), aynı günü, Groundhog Day kutlamalarının yapıldığı o günü tekrar tekrar baştan yaşıyor. Günün sonunda ölse bile ertesi sabaha (yani aynı güne) tam 06:00’da, radyolu alarm saatinden yükselen Bob Dylan şarkısıyla (I Got You, Babe), hiçbirşey olmamış gibi uyanıyor. Buradaki kilit nokta, bunun farkında olması. Yani gün sürekli kendini başa alsa da, Murray’nin canlandırdığı Phil karakterinin, tekrar tekrar, farklı algoritmalarla, farklı şeyler yaparak yaşadığı aynı günden edindiklerini unutmaması. Gün ve insanların başına gelenler sıfırlanıyor, ancak Phil’in hafızası sıfırlanmıyor.

Deleuze ve Zaman İmgesi (imge-zaman)
Bu noktada kısaca Deleuze’ün image-temps (zaman imgesi) kavramını anmak yerinde olacaktır, zira Deleuze, sinemada gördüğümüz imgelere “zaman” görüngüsünün eklemlenmesini, bir anlamda zaman’ın imge’ye bulaşmasını, ona nüfuz etmesini, nakşetmesini sağlayanın, sinemada yapılan zamansal sıçramalar olduğunu savunur. Barthes’ın fotoğraf karesi hakkında söylediklerini hatırlayalım, bir fotoğrafa baktığımızda tek algıladığımız zamansal veri, “geçmiş”tir. Geçmiş zamana dair bir veridir, belgedir her fotoğraf. Sinemada ise imgeye bulaşan zaman, değişkendir. Gelecekte geçen bir film var olabildiği gibi, günümüzü tasvir eden bir filmde geriye dönüşler, çeşitli zamansal sıçramalar olabilir. Bu bilgi, yani her imgenin bize belli bir zaman dilimini işaret etmesi olgusu, zaman ile imgeyi ayrılmaz bir bütün haline getirir.

Şöyle der sinemasal açıdan büyük öneme sahip eserinin ikinci cildinin beşinci bölümünde, Gilles Deleuze: “Duyguları Dünya’nın çağları olarak ele alırsak, düşünce tüm çağları kapsayan, akronolojik zamandır. Eğer duygular geçmişin katmanlarıysa; düşünce, zihin tüm bu katmanlar arasındaki mekânsız ilişkilerin bütünüdür (…) Sinemada, der Resnais, ‘imgenin etrafında, arkasında, hatta içinde bir şeyler gerçekleşmelidir’. Bu ancak imge, imge-zaman’a dönüştüğünde olur. Dünya hafızaya, zihne, çağların üst üste binmesinin bir sonucuna dönüşmüştür, ancak zihnin kendisi, beyin artık bir bilinç haline, süregiden çağların birikimine, onların kaydına dönüşmüştür (…) İmgenin yüklendiği birincil özellikler arasında artık mekân ve hareket değil, topoloji ve zaman bulunmaktadır.” (Deleuze, L’Image-temps, ss.163-4, Editions de Minuit, 2006 – Alıntının çevirisi bana ait).

Bu açıdan, Groundhog Day ve benzeri filmlerde sürekli aynı günü yaşayan başkahramanın hafızasının sıfırlanmıyor oluşu önemli, hatta belki de en önemli unsurdur. Çünkü ancak kahramanın hafızası sayesinde filmdeki öykü ilerleyebilir ve anlam kazanır. Kahraman da aynı günün tekrarlandığından bihaber olursa bu durumda hafızadan bahsedemez, hafızamız sayesinde bazı düşünceler, duygular geliştirebildiğimizi de göremeyiz. Örneğin Phil karakteri, Rita karakterini sevmeye, her döngüyü hatırlaması sayesinde başlayacaktır. Rita için Phil, sadece filme adını veren etkinlik süresince gördüğü bir adamken, belki 300 defa aynı günü yaşayan Phil için ise Rita artık hayatının bir parçası, belki de yaşama amacıdır. Ne de olsa Rita, Phil ile sadece 1 gün geçirmiş olmasına karşın, Phil, Rita ile en az 300 gün geçirmiştir.

Korku, Komedi, Dram, Groundhog?
Evet burada aklımıza IMDB’nin sorduğuna benzer bir soru geldi, biz yine de IMDB’nin sorusunu alıntılayalım: “Groundhog, bir türün adı olmaya doğru ilerliyor olabilir mi?”. Bu sorunun altında doğal olarak “aynı günü tekrar etme” motifinin birçok filmde, özellikle de Groundhog Day’den sonra kullanılmaya başlanması yatıyor. Burada kişisel bir not eklemem gerekirse, açıkçası Bugün Aslında Dündü, sinema şaheseri olmaktan çok uzak. Ya da birkaç gün önce, yani 2020’de izlediğim için bana öyle geldi. 1993’te bu filmi izleyenler belki de “müthiş bir senaryo, inanılmaz!” nidaları atmış olabilirler.

Bill Murray’nin (karakteri gereği) itici tiplemesi, neden sürekli aynı günü yaşadığının açıklanmaması (seyirci olarak yaptığımız romantik çıkarsamayı, açıklama olarak göremeyiz) ve tabii ki atmosfer yaratmadaki acizlik, tüm bunlar filmi sıradan bir romantik komedi sınıfına sokuyor ve aynı günün tekrar edilmesi, ana konu olmaktan çıkıp filmin bütünündeki bir ayrıntıdan ibaret hale geliyor. Sonuç olarak “aynı günü tekrar etme” mitini harika bir şekilde sahnelediği için değil, sevilen bir romantik komedi filmi olduğu için ön plana çıkan Groundhog Day, bir türe dönüşmekten çok uzak. Ne de olsa böyle bir film türünün olduğunu teslim edecek kadar da fazla değil, eldeki örnekler. Aynı günü tekrar etme veya belli bir zaman dilimini başa alma senaryosunu kullanan çok sayıda film ve dizi bulunmakta, en önemlilerini ve tabii ki aklımıza gelenleri listeleyelim. Unuttuklarımız için şimdiden affola.


Yukarıdaki tabloda listelediğimiz film ve dizilerle ilgili söylenecek çok şey var ancak yazının sınırlarını aşmamak adına, sadece The Melancholy of Haruhi Suzumiya’dan ve Edge of Tomorrow’dan bahsetmek yerinde olacaktır. Söz konusu animenin, Japonya’daki televizyon kanallarında dizi formatına uygun olarak her hafta bir bölümü yayınlanıyordu. İlk sezonu çok sevilen dizinin, ikinci sezonunu tam üç yıl bekleyen anime hayranları, sezonun üçüncü bölümüyle beraber büyük bir şok yaşadılar, çünkü ikinci bölümün neredeyse aynısıydı. Ardından gelen her bölüm, toplamda 8 hafta boyunca, ikinci bölümün farklı kamera açıları ve küçük nüanslarla yeniden çevrimiydi. Zira yardımcı karakterlerden biri, aynı günü sürekli tekrar yaşıyordu. Açıkçası bir dizinin 8 bölümünü bu şekilde “harcamak” oldukça cesur bir hareket, üstelik uygulanan dizi formatının da bilincinde olarak yapılan, zekice bir manevra.

Edge of Tomorrow’un öne çıkma sebebinin ne yazık ki sinema sanatıyla ilgisi yok, zira yapım bir sanat eseri değil. Ancak Japon Hiroshi Sakurazaka’nın 2004 yılında yayımlanan All You Need is Kill adlı romanından uyarlanan film, Groundhog Day ile neredeyse organik sayılabilecek bir bağa sahip, bu da yazar Sakurazaka’nın Groundhog Day sevgisinden kaynaklanıyor. Kitapta Cage karakteri, tıpkı Bill Murray’nin canlandırdığı Phil karakteri gibi her sabah aynı güne saat 06:00’da başlıyor. Filmin bir yerinde Phil “same old, same old” (aynı, bildiğin gibi) repliğini söylüyor, Sakurazaka yazdığı kitaba da bu repliği dahil etmiş. En önemlisi de, Groundhog Day’de Andie McDowell’ın canlandırdığı karakterin adının Rita olması. Phil’in sevdiği ve tekrar eden hergün kalbini kazanmaya çalıştığı kadın karakterin adı, Sakurazaka’nın romanında ve tabii ki Edge of Tomorrow filminde de aynıdır: Emily Blunt’ın canlandırdığı Rita. Tom Cruise’un başrolde olduğu filmde Rita tam anlamıyla bir romantik ilişki olarak öne çıkmasa da, aynı ismin kullanılması Groundhog Day’e hoş bir saygı duruşu.

Değişken Zaman Dilimleri
Bu başlık altında zaman kavramını kendisine konu edinen filmleri ele alacağımızı söylemeyi çok isterdim ancak bu ne yazık ki çok büyük bir çalışmanın konusu, zira “içinde zamanın geriye alındığı, gelecekte geçen veya zamanda atlamaların yaşandığı her film” dediğimiz anda, bu listeye binlerce film giriyor. Yine de ilgilenenler için buraya zamanı ana konu veya yan konu olarak bünyelerine dahil etmiş olan filmlere dair küçük bir liste bırakalım.
- Back to The Future I-II-III (1985-89-90)
- Frequency (2000)
- Primer (2004)
- Harry Potter and The Prisoner of Azkaban (2004)
- Timecrimes (2007)
- Time Traveller’s Wife (2009)
- In Time (2011)
- Midnight in Paris (2011)
- About Time (2013)
- Interstellar (2014)
- Predestination (2014)
- X-Men: Days of Future Past (2014)
- Synchronicity (2015)
- A Ghost Story (2017)
- Avengers: Endgame (2019)

En güncel örnekler arasında bulunan Dark dizisine ve Christopher Nolan’ın son opusu olan Tenet’a geldiğimizdeyse işler daha da karmaşıklaşıyor. Almanya yapımı Dark, Netflix’de yayınlandığı ilk sezonuyla birlikte büyük kitlelerin kalbini fethetti. Şimdi 27 Haziran 2020’de yayınlanacak üçüncü ve son sezon merakla bekleniyor. Dark zaten zaman kavramını tamamen ana konusu haline getirdiği için bu listede yer almasında herhangi bir sakınca bulunmuyor elbette, ne var ki Tenet, her iki fragmanıyla da bize yeterince veri sağlamıyor, en azından zaman konusunda. Fragmanda gemiler geri geri gidiyor, kaza yapan arabalar zamanda geri gidiyor ama sadece kendi zamanlarına müdahale ediyor gibiler, dolayısıyla evet, Tenet de zamana kafayı takmış filmler arasında olsa da, filmde tam anlamıyla ne olup bittiğini şimdilik kestiremediğimiz için, beklemeye devam edeceğiz. Şimdiden iyi seyirler dileyelim.
İlgili yazılar: