VIRIDIANA: İsyandan Diz Çökmeye Giden Yolda Kaybedilen Masumiyet

Luis Buñuel’in 1961 yapımı filmi Viridiana, merkezine rahibelik okulundaki genç bir kadını alır. Filmin dram / komedi olarak geçmesi bir tuhaflık içermemeli zira Buñuel trajedi içerisindeki absürtlüğü yakalayarak bunların anlamsızlığını ve komikliğini aktarmada usta bir yönetmen olmasıyla biliniyor. Başka bir filmde yer alacak olsa oldukça dramatik ve travma yaratıcı gerçeklikler, Buñuel filmlerinde bir güldürü ögesine dönüşüyor. Çünkü insan hayatı, içindeki doğal olan her şeyle, rüyasıyla, yemeğiyle, ilişkileri ve cinselliğiyle, oldukça absürt ve komik. Filmlerinde özellikle burjuvayı ve dini hedef almasıyla bilinen Buñuel, Viridiana’da yine aynı şeyi yapıyor ve zengin insanların evlerine, korkunçluklarına ve hayatlarının komedisine davet ediyor bizi.  

Viridiana “tartışmalı” sahneleri sebebiyle, İspanya’da tam 16 sene yani 1977 yılına kadar yasaklı kalmış bir film. Aynı zamanda Altın Palmiye ödülü de bulunan filmin kendi ülkesinde neden bu kadar uzun süre yasaklı kaldığını tahmin etmek hiç de zor değil: Son akşam yemeği tablosunun canlı bir replikası, İsa Mesih’in yanmakta olan dikenli tacı, faydalanılan ve akabinde buna boyun eğen bir rahibe adayı (Viridiana) ve filme eşlik eden Hallelujah ezgisi…

Başrollerinde Silvia Pinal ve Buñuel’in diğer filmlerinde de görebildiğimiz Fernando Rey‘in yer aldığı filmin tamamlayıcısı olarak nitelendirebileceğimiz Tristana’da ise başrolü, Silvia Pinal’i oldukça andıran Catherine Deneuve oynuyor. Aralarında 9 sene olan bu iki filmi bir bütün olarak düşünmek bu iki filme de anlam katıyor. Bir sonraki yazımızda inceleyeceğimiz Tristana’da, Viridiana’dakinin aksine önce boyun eğen, akabinde baş kaldıran bir karakter göreceğiz. Ortak noktaları ise başroldeki iki kadın karakterden de faydalanılmaya çalışılması. Üstelik bu iki faydalanma durumu da Fernando Rey’in canlandırdığı karakterler tarafından gerçekleştiriliyor.

Bilinçaltı Çöplüğü ve Dışavurum 

Viridiana, okulunu bitirip yemin etmeden önce, ölmüş olan teyzesinin eşini ziyarete gider. Aslında bu konuda pek de istekli olmayan Viridiana’yı başrahibe ikna eder çünkü bu enişte kişisi çoktandır Viridiana’nın masraflarını karşılamaktadır ve en azından bir ziyareti hak etmektedir. Gönülsüz de olsa bu yolculuğa çıkan Viridiana’yı, söz konusu bir Buñuel filmi olduğu için, elbette normal bir ziyaret süreci beklememektedir. Zaten Hallelujah nidaları ile başlayan filmin hele de yönetmen koltuğunda Buñuel oturuyorsa gidebileceği yönler genel olarak belli ancak Buñuel’i Buñuel yapan şey, bu belirlilik içerisinde bile inanılmaz manevralarla seyirciyi şaşırtma potansiyeline sahip olması.

Evde hizmetlilerle beraber tek yaşayan Don Jaime (Fernando Rey), Viridiana (Silvia Pinal) eve geldiğinde ona hayran kalıyor. Sürekli olarak onun düğün günü kollarında vefat eden eşine ne kadar benzediğini söyleyip duran Don Jaime için Viridiana’nın oradaki mevcudiyeti adeta bir saatli bomba işlevi görmekte. Viridiana’nın uyurgezer olduğunun açığa çıktığı gece bu bomba patlıyor. Yakın çekimlerle gecelikle oturan Viridiana’nın açığa çıkmakta olan bacaklarına ve ayaklarına odaklanıyor kamera, tıpkı onu arzulamaya karar veren, belki de zaten arzulamakta olan eniştesinin açığa çıkan bilinci gibi. Rüyalarla bu denli ilgilenen, ortaya çıkarttığı ilk filmi sürreel rüyalardan ibaret olan Buñuel’in filmine uyurgezer bir rahibeyi konu etmesi ve rahibenin uyurgezer haliyle eniştesini baştan çıkarması oldukça ilginç, aynı zamanda da anlaşılabilir bir konu elbette.

Toplumsal Rolün Getirdiği Medeniyet Kıyafeti ve Ardında Saklanan İlkel İçgüdü

Daha sonra çoktan ölmüş teyze karakterinin gelinliğini, korsesini ve hatta düğün ayakkabısını denemeye çalışırken gördüğümüz Don Jaime, muhtemelen yıllardır bastırılmakta olan cinselliğinin etkisiyle sadece kendisi için bir görsel “şölen” düzenliyor.  Filmlerde erkeklerin, özellikle de yalnız erkeklerin, kadın kıyafetleri içerisinde dolanıp kendilerini keyif dolu bir bakışla incelemesi çok da az rastlanan bir durum değil. Bu tarz durumlar genelde çift karakteri simgeliyor olsa da (mesela The Tenant’taki Trelkovsky karakteri ve yaşadığı kişilik bölünmesi) bu filmde daha çok bastırılmış arzuları simgelediği kanısındayız. Çünkü Buñuel zengin kesimi konu edindiği filmlerinde, onların çarpık ve yalan dolu sosyetikliğini, din ve sosyal baskı sebebiyle senelerdir içlerine attıkları arzularını ve bunların nasıl da patlak vererek gülünç durumlar oluşturduğunu incelemeyi seviyor.

Gelinlik denemesi sonrası bu gelinliği Viridiana’nın giymesini isteyen Don Jaime bunu ondan masumca isteyerek onu ikna etmeyi başarıyor ve hizmetlisi Ramona (Margarita Lozano) ile Viridiana’nın kahvesine ilaç atıyor. Bu şekilde ona tecavüz edip onu sonsuza dek evde, yanında tutmayı planlayan Don Jaime’nin harekete geçiricileri arasında yalnızlık korkusuyla beraber nekrofilinin de olduğunu söylemek çok da yanlış olmaz. Ölmüş olan karısına çok benzeyen birisiyle, üstelik de yeğeniyle birlikte olarak onu diriltme isteği ve arzusu baskın çıkıyor bu hareketinde. Ne var ki Don Jaime bu tecavüzü gerçekleştirmiyor.

Ancak uyandığı zaman Viridiana’ya utanç içinde kalsın ve okuluna asla geri dönemesin diye yalan söyleniyor. Direnen ve evden çıkıp giden Viridiana aldığı haber üzerine eve geri dönmek durumunda kalıyor: Don Jaime son ve belki de en büyük terk edilişinin ardından bahçede Ramona’nın küçük kızının kullandığı atlama ipiyle kendini asıyor. Don Jaime’nin bedeni ortadan kaldırıldıktan sonra küçük kızın bu iple hiçbir şey olmamış gibi atlamaya devam etmesi gerçekten de çekilmiş en iyi sahnelerden biri olabilir. İçinde her şeyi hafife alan, ciddi bir gülünçlük taşıyor bu durum.

Buñuel ve Parodi Evreni

Eve Don Jaime’nin evlilik dışı olan oğlu Jorge’nin (Francisco Rabal) gelmesiyle beraber evdeki dengeler değişiyor. Bu evi artık terk edemeyeceğini anlayan Viridiana, okul dışı dünyada Tanrı adına iyilik yapmaya karar veriyor ve adeta Meryem Ana’ya dönüşüyor. Sokaktaki sakatları, dilenenleri, fahişeleri toplayıp eve getiren Viridiana, onların koruyucusu hâline geliyor. Jorge, metresi ve Viridiana arasındaki cinsel gerilim, metresin evi terk etmesiyle sonuçlanıyor. Bu esnada eve getirilmiş olan körler, topallar ve sakatlar kısa bir süreliğine minnet duyup bu evde yaşamaya alışsalar da çok geçmeden dış ve soğuk dünyada edindikleri çıkarcı karakterlerini evde de sergilemeye başlıyorlar.

Evde kimsenin olmamasından faydalanmak isteyen bu grup, kendilerine ayrılan küçük evden büyük, yani ana eve geçiyor. Oradaki çok pahalı dantelleri masaya sererek, şarap ve iyi yemekle dolu bir ziyafet çekiyorlar. Farazi bir fotoğraf makinesinin önünde Son Akşam Yemeği tablosu pozu veren evsizlerle birlikte filmin neden senelerce yasaklı kaldığı iyice açığa çıkmış oluyor. Yüzyıllardır oturmuş olan değerlere böylesine “saldırarak” oldukça provokatif ancak dahiyane bir sonuç elde ediyor Buñuel, zaten çoğu filmiyle elde etmek istediği de bu. Eve erken gelen ev ahalisi karşısında oldukça korkunç bir manzara buluyor. O mükemmel yemek odasının “kirletilmesine” eşlik eden ögeleri şu şekilde sayabiliriz; mahvolan danteller, kırılan kristaller, üzerinde evsizlerin birlikte olduğu bir halı ve en çok da cüzamlı bir evsizin (yine erkek olduğu ayrıntısını eklemeden geçmeyelim) üzerine geçirdiği o meşhur gelinlik.  

Yok Edilen Masum Meryem İmgesi

Tüm bunlar yetmiyormuş gibi bir başka evsizin odaya giren Viridiana’ya tecavüz etmeye kalkışması, Jorge’nin kafasına sert bir cisimle vurulmak suretiyle bayıltılması sayabileceğimiz diğer olaylardan. Neyse ki Jorge tam vaktinde uyanıyor ve sırada bekleyen cüzamlı kişiye kendisine yardım etmesi için para teklif ediyor. Bu şekilde kurtulan Jorge ve Viridiana ikilisini ileride tahmin edebileceğimiz üzere bir “aşk” hikâyesi bekliyor. Filmi anlatırken sık sık tırnak işareti kullanmamızın sebebi filmde birçok kavramla dalga geçilmesi ve hiçbir şeyin aslında ciddiyete sahip olmaması. Bize biraz da, bu tırnak işaretiyle gösterilen kavramlar gerçekten ciddi bir tavırla ele alınmış olsaydı bizi nasıl bir film bekliyor olurdu diye düşünmek kalıyor.

Evsizlerle ilgili gelişmeler sürmekteyken sahnelerin arasına serpiştirilen ve oldukça ani gelişmiş olan JorgeRamona ilişkisini söylemeden geçmemek gerek. Bu tarz yüksek kesimdeki ailelerin sapkınlığına işaret edercesine filmdeki tüm erkek karakterlerin zihnini, var olan kadın karakterlerle meşgul ediyor Buñuel. Hem evsizlerin hem de metresin evden ayrılmış olmasıyla beraber baş başa kalan Viridiana, Jorge ve Ramona üçlüsünü film biterken yalnız bırakıyoruz. Onlar bir masada oturmuş “kart oynarken” dolly out yapan kamera biz sahneden ayrıldıktan sonra olacak olanlara işaret ediyor sanki. O sırada Buñuel göstermese de filmi izleyen herkes yönetmenin neye işaret ettiğini, başlarda bu tuzaklardan kurtulmaya çalışan Viridiana’nın film sonunda nasıl biat ettiğini ve “utanmaz” bir üçlü ilişkinin parçası olduğunu biliyor.

Bu yazının devamı olan Tristana’da bu iki filmin nasıl bir döngü oluşturduğunu ve ilkinin bıraktığı yerden ikincinin nasıl alıp devam ettirdiğini görüyor olacağız. Tristana, Viridiana kadar olmasa da içerdiği ilişki türleri ve dine yaklaşımı açısından yine oldukça tartışmalı bir film. Yönetmenin uzun zaman boyunca toplum tarafından kabullenilen ve kapalı kapılar ardında – bazen de açıkça – istismar edilen değerleri usta bir yaklaşımla nasıl ele aldığını ve bunlarla oynadığını izlemek her şeyden önce çok eğlenceli. Buñuel’in bu tarz değerlere olan yaklaşımını herhangi bir toplumdaki herhangi bir dogmaya uyarlayabiliyor olmaksa kesinlikle çok değerli ve de büyük doğruluk taşıyan bir durum.

Ece Mercan Yüksel

VIRIDIANA: İsyandan Diz Çökmeye Giden Yolda Kaybedilen Masumiyet” için bir yorum

Bir Cevap Yazın