Bir çoğumuz 1994 yapımı The Lion King’i hatırlayacaktır: Scar’ın tipolojisi, Simba’nın doğumunun efsanevi duyuruluşu, animasyon evrende yaratılmış doğanın renkleri… Film 2019 yılında fotogerçekçilik tekniği ile yeni jenerasyonla buluşuyor. Bu yeniden çekim BBC’den bildiğimiz zengin belgesellere benzemese de hayvanları tüylerinden pençelerine, dişlerine kadar bir animasyon filminde olabildiğince “gerçekliğe” yakın bir özgürlük alanı içinde resmediyor.

The Lion King’in hikayesi mitolojik bir anlatıma sahip; filmi izlerken didaktik öğeler kulaklarınıza, gözlerinize ve zihninize hücum ediyor. Bir animasyon filmine göre bu anlamda üzerindeki yük tahmin edilenden fazla çünkü ders çıkarma niteliğindeki anlatımıyla sadece çocuklara değil yetişkinlere de büyük oranda hitap ediyor ve düşündürtüyor. Bu anlamda film antropomorfizm izlerini de taşıyor; son derece gerçekçi bir şekilde yansıtılmış hayvanları insani boyuta taşıması, onları insanlaştırması izleyiciyi filmi izlerken büyük ölçüde etkiliyor.

Jon Favreau, 1994 yapımı The Lion King’in orijinal hikayesine sahip çıkarak bir dönem ses getirmiş olan efsanevi animasyon filmini 2019 yılında da hikayesini bozmadan son derece titiz bir şekilde beyazperdeye taşıyor.
Disney Remake’lerden mi Besleniyor?
Teknolojinin her geçen gün hızlı bir şekilde gelişmesinin sinema dünyasına katkısı büyük ancak elimizdeki vizyon filmlerine bakınca acaba teknolojiye sahip olmamız yaratıcı dünyamıza sınır mı getiriyor? Yani sadece teknolojik altyapıyla bir filmi ön plana çıkarmak başka bir hikâye anlatma gücümüzü elimizden mi alıyor? Bu sebepten ötürü bir süredir festivaller haricinde vizyonda yaratıcı senaryolarla karşılaşmaktan hayli uzaklaşmış olabilir miyiz? Bu konu genele vurunca üzerine oldukça düşünülmesi ve tartışılması gereken bir çerçeve sunuyor.

Ancak konuyu 2019 yılında Disney evreninde ele almak gerekirse Dumbo’dan Aladdin’e bu yıl birçok remake (yeniden çevrim) filmi izledik. Elbette 21. yüzyıl nesline geçmişteki hazineleri değiştirerek beyaz perde üzerinde aktarmak çok güzel bir fikir olabilir ancak aynı yıl içinde aynı şirket tarafından 3 remake izlemek, bu fikrin güzelliğinden çalıyor.
CGI ve Hamletvari Bir Ters Köşe
Konusu itibariyle klasik bir Shakespeare oyununa benzeyen The Lion King bildiğiniz üzere CGI tekniğiyle yapıldı. Bu da demek oluyor ki vahşi doğa hayvanlarının yaşam alanına bir sinema perdesi kadar yakınız, üstelik belgesel olmayan kurgusal bir evrende… Animasyon kalitesinin yanında entegrasyon kalitesi de yüksek olan bir film The Lion King. Aslında elinde tuttuğu meşalesiyle de animasyon evrenine yeni, devrim niteliğinde bir soluk getiriyor gibi gözüküyor.

Bu teknik ile ilgili birçok önyargı da bulunmakta. Elbette klasikleşmiş bir filmin remake’inin kumar niteliğinde olması çok hoş gözüken bir şey değil. Neticede Disney bu yeni durumu ortaya atarken kimin seveceğini ve bundan kimin nefret edeceğini tahmin edemezdi. Ancak bu yeni tekniği The Lion King gibi efsanevi filmlerinden birinde denemek bir yandan da çok mantıksız gelmiyor.
Hans Zimmer Desteği
Filmin müzikleri oldukça renkli bir yelpaze sunuyor; Beyoncé’den Elton John ve Tim Rice’a… Ancak en çok dikkatimizi çeken filmin müziklerinin arka planında yer alan büyük destekçi Hans Zimmer oldu.

Tıpkı 1994’te olduğu gibi bu yeni versiyonda da müziğin kullanımının masalsı bir anlatı yarattığı kuşku götürmez. Aslında şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki zaten filmin orijinalini izlemiş olanlar için film sadece CGI deneyimi yaşatacak çünkü anlatım, aktarım, hikâye ve müzik kullanımı, her şey bu yeni versiyonda orijinal haliyle yerli yerinde.

Jon Favreau sadece teknik bir dokunuşla animasyon evrenine yeni bir bakış açısı sunmuş. Orijinal Aslan Kral’a hayran olmuş olanlar Favreau’nun bu teknik dokunuşlarını mutlaka tatmalı. Filmin orijinal halini izlememiş olanların ise bu yeni teknikle yapılmış olan versiyonu izledikten sonra orijinali merak edeceklerine eminiz.
